17 Ocak 2009 Cumartesi

Yurt Baskını 1

2/1/2009

Yurt Baskını 1

Sevgili arkadaşlarım,

Hatıralardan bahsedilince dayanamadım, yazıyorum.

Burada anlattıklarım benim başımdan geçmiş olmakla beraber belirli bir dönemde Mülkiye'de okuyan arkadaşlarımın da benzerini yaşadığı olaylardan biridir.

Mülkiye tarihinde 1960 ihtilali sırasında fakülteye sıkılan kurşunlar haricinde Mülkiye'nin uğradığı en büyük polis baskını bu baskındır.Bundan sonra hiçbirşey eski haline dönmemiştir.

Bu yaşanmış olayda bazı isimler anılarına hürmeten özellikle yazılmayacaktır.

Tam hatırlamıyorum ocak veya şubat ayıyıdı ve zannediyorum günlerden de pazardı. Ben yurtta kalıyordum. Benim gibi yurtta kalan bazı arkadaşlar ve evlerinden gelenlerin ilavesiyle okulda toplanmış folklor çalışmaları yapıyorduk. Birden birkaç kişi koşarak bizim çalışma yaptığımız salona geldiler ve polisin yurdu basacağını herkesin başının çaresine bakması gerektiğini söylediler. Bir müddet evvel yine polis tarafından yurtta bir arama yapılmış ve o sırada yurtta bulunmayan arkadaşların odalarında ki dolaplar kırılarak açılmış, dolapların içindeki malzemelerin bazıları tahrip görmüş veya ortadan yokolmuştu.(!)

Böyle bir manzarayla karşılaşmamak için ben ve birçok arkadaş hemen yurda doğru yöneldik. Bu arada Kasaba'lı Akın Özçekirge gibi yurtta kalmayan bazı arkadaşlar da kafalarından ne geçtiğini bilemem bizimle beraber yurda geldiler. Yurdun giriş kapısı altlı üstlü sandalye ve masalardan oluşmuş bir barikatla kapatılmıştı. Barikatçılara zorla bir gedik açtırdık ve oradan hepimiz yurda sızdık. Ben altıncı katta kalıyordum.Odama çıktım. Dolabı hazırlayıp beklemeye başladım.

Dışarıdan bir megafon sesi geldi,balkona yöneldik.Yurdun her tarafı polislerle çevrilmişti.Megafonlu sivil bir kişi de direnme yapmamazı, yurda gelip saklandığını tesbit ettikler bazı kişileri aramaya geldiklerini ve tek sıra halinde dışarı çıktığımız takdirde herşeyin normal bir şekilde sonuçlanacağını anlatıyordu.

Yurttan cevap gecikmedi:

Polisin mahkemeden onaylı arama emri varmıydı ?

Polis de cevabını geciktirmedi.

Hücum...

Öğlenden hemen sonra başlayan çatışma giderek şiddetlendi.Yurt balkonlarından polislere ele geçen herşey fırlatılırken cevap olarak silah sesleri gelmeye başladı.Bu arada polisleri meşgul edip dikkatlerini başka yerlere çekmek için Hukuk fakültesi ve Hacettepe üniversitesinden de devrimci gençler tarafından havaya ateş ediliyordu.

Aşağıdan bağırışlar ve çığlıklar geldi. 1. kat düşmüştü.

Polislerin ilerlemesini engellemek için asansör devre dışı bırakılmış ve her kat merdivenine barikatlar yapılmıştı.Buna rağmen silah sesleri yüzünden istenildiği gibi savunma yapılamıyor ve zor ve yavaşta olsa polisler kat kat yurdu ele geçiriyorlardı .

Birkaç hafta evvel hayatımda ilk defa sakal ve bıyık bırakmaya karar vermiş ve birgün evvelde sakalımı keserek sadece bıyıkla kalmıştım.Daha önce ki olayları duyduğumuz için benim gibi bıyıklıların çoğu lavaboya hücum ettik ve elimize geçen kesici aletlerle bıyıklarımızı yok etme çalışmalarına başladık.

Bilmeyen yoktur ama yine de söyleyeyim. Bıyık polislerin çekip kopartarak eğlendikleri ilginç bir eğlence aracı olma özelliğine sahiptir.

İş iyice çığrığından çıkmıştı. Adeta gerçek bir savaş oluyordu.Polislerin ilerlemeleri 4 ve 5. katlarda çok sıkı bir direnişle karşılaşmış ve bu da onların şiddetlerini ve intikam duygularını arttırmalarına sebeb olmuştu. Düşen her kattan yükselen korkunç çığlık ve haykırışlar yakalanan arkadaşlarımıza bu duyguların yansıtıldığının bir ifadesiydi.

Silah seslerinden balkona çıkamıyor sadece sürünerek ilerleyip yurt civarında neler olup bittiğini görmeye çalışıyorduk.

Yurdun Köpekköy'e bakan tarafında polislerin arkasında korkunç bir kalabalık vardı.Bağırışlar arasında "Kahrolsun Komünistler" seslerini duyuyorduk.

Ne acı. Biz onlar için, gecekondularda yaşayan bu insanlar için devrim yapmaya çalışıyorduk.

Bu arada Ankara Üniversitesi ve Fakülte yetkililerinin olayları önlemeye çalıştıklarını, bunun için herşeyi yaptıklarını ve hatta Cumhurbaşkanlığına kadar gittiklerini ama sayın Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın Pamuk Prenses ve 7 Cüceleri kabul ettiği için görüşmeyi reddetiğini,basın ve radyonun ise olayları neredeyse dakikası dakikasına yayınladığını daha bilmiyorduk. Sonra öğrenecekdik.

Akşam olmuş ve 5. katta düşmüştü. O kattan birisi megafonla direnişin hiçbir sonuç getirmeyeceğini, eğer teslim olursak hiçbir kötü muameleye maruz kalmayacağımızı, sadece kimlik kontrolü yapıp aradıkları kimseleri alacaklarını,diğer kişilerin ise kimlik kontrolünden sonra serbest bırakılacağını anons ediyordu.

Son kalan 6. katta ki 30 kadar arkadaş biraraya geldik.Birisi teslim olmamız gerektiğni, zira karanlık olduğu için direniş halinde içimizden bazılarının kazayla (!) balkondan düşebileceğini söyledi. Dediğini doğru bulduk. Kolkola girdik ve aşağıya direnmeyeceğimizi bağırarak bildirdik.

Polisler 5 ve 6 katlar arasındaki barikatı ancak 20- 25 dakikada kaldırabildiler ve bizim kata geldiler.

Biz bizi ayıramamaları için kol kola girmiştik ama megafonlu sivil kişi " Herkes bir kişi alsın " dedi. Polisler hemen bizi ayırdılar ve her polis bir kişinin koluna girdi.

Sivil kişi " Götürün" emrini verdi ve megafonla aşağı katlara doğru " 6. kat geliyor.Özel muamele" dedi.

Kollarımıza giren polisler ani bir hareketle bizi öyle bir hale getirdiler ki kımıldamak mümkün değil.Daha açık bir ifadeyle kolumuzu arkadan büküp bizi hareket edemez hale soktular.

Merdivenlerden aşağı doğru indirilmeye başladık.Hemen her basamakta iki yanda dizilmiş polisler biz önlerinden geçerken coplarını çalıştırmaya başladılar. Neremize denk gelirse.. Kafaya,sırta bacaklara..Kolumuzu n biri arkaya bükülü olduğu için serbest kalan diğer kolumuzla kendimizi korumaya çalışıyorduk ama neremizi koruyacaktık. Bacakarasını kapatmaya çalışırken kafamıza, yüzümüzü korurken bacakaramıza, sırtımıza coplar yağıyordu. Gariptir iki kat indikten sonra hiç acı duymamaya başlamıştım.Yanlız arada bir ağaçtan sopa ( herhalde sandalye veya masa bacağı bacağı olacak) ile vuruyorlardı, o zaman acıyı yeniden hissediyordum.

Bu şekilde bütün katları inerek dışarıya çıkarıldık.Görebildiğim kadarıyla Hukuk fakültesinin arkasında polis otobüsleri vardı ve oraya doğru götürülüyorduk.

Polis otobüsünün biri geliyor,diğeri gidiyordu.

Yurdun önü ile polis otobüsüne kadar olan yolun ( bilmiyorum 100 metre 200 metre daha uzun) iki tarafı halk tarafından doldurulmuştu.Bize karşı küfürler,hakaretler yağıyordu. Arkada bir kişi de göremediğim birşeyin üstüne çıkmış komünistlerle ilgili bir nutuk atıyordu. Tam polis otobüsüne yaklaşmıştık ki kafama korkunç bir darbe yedim ve polisin kolumdan tutuyor olmasına rağmen yere düştüm. Zannediyorum kalabalıktan biri odunla vurmuştu. Beni götüren polis korktu. Kardeşim bunlar seni linç edecekler diyerek hareket haline geçmiş otobüse copuyla vurup durdurdu ve beni arka kapıdan içeriye doğru itti.Otobüs tekrar hareket etti.

Ortada çok ıiginç bir durum vardı.Ön ve arka tarafta ayakta polisler, koltuklara oturtulmuş öğrenciler. Araba öyle sıkışıktı ki sonradan bindirilen ben arkadaki polisler ile arka kapı arasındaki basamakta kalmıştım ve kapı tam kapanmamıştı.

Kafaya fazla darbe almaktan olacak bir sürü garip şeyler düşünüyordum. Eyvah.. Kimlik kartım yurtta kalmıştı. Bundan dolayı beni tutukluyabilirlerdi .. Eh arka kapıda tam kapalı değildi.. Bu kadar adam arasında benimlemi uğraşacaklardı.

Bu dahi düşüncelerim semeresini verdi. Kapının kolunu ittim ve aşağıya atladım.

Yanlış anlama olmasın . Otobüs daha yeni hareket etmişti ve hızlı gitmiyordu.Yurttan belki birkaç yüz metre uzaklaşmıştık.

Koşmaya başladım. Ama herhalde kafaya yediğim darbelerden olacak, geriye veya yana doğru değilde otobüsün gidiş istikametine doğru koşuyordum.

Arabanın durduğunu ve inenler olduğunu duydum. Sonra koşan ayak sesleri arasında biri "Dur" diye bağırdı.

Hiç dururmuyum, koşmaya devam ettim ve bir el silah sesi işittim. Yine koşmaya devam ettim. Yine silah sesleri ama bu sefer vızıltılarla başımın üstünden geçtiğini farkettim. O korkuyla ilk ara sokağa ve gördüğüm ilk apartmana dalarak kapının arkasına saklandım. Apartmanlarda herkes kapı önü veya balkonlardaydı . Daha evvel duymuştum. Kaçan öğrencileri evlerine alarak saklayıp yardım edenler vardı. Kurtulabilirdim.

Kapı aralığından polislerin sokağa girdiklerini gördüm.

Nereye gitti diye bağırdılar ve birisi benim girdiğim apartmanı gösterdi. Polisler ellerinde tabancalarla yaklaştılar ve biri "Ellerin havada çık oradan" diye bağırdı.

Yapılacak birşey yoktu. Ellerim havada çıktım. Beni aralarına aldılar. Vura vura otobüse götürdüler. Polislerden birisi " Arkaya alın,kaçtığına göre önemli " dedi. Arkadan araca bindik. Ayakta 5-6 polisin arasında tek başımaydım.Araba hareket etti ve polislerde coplarıyla benim üstümde çalışmaya başladılar.

Ne kadar cop yediğimi bilmiyorum ama araba içindeki arkadaşlar arkaya bakamadıkları için kim olduğumu bilmeden vah zavallı diye düşünüyorlarmış.Bunu bana bizim Adana'lı Altın Diş Ahmet Şahin daha sonra söyledi.

Polisler dövmeye araç olacak sorular sorup vuruyorlardı. İlkönce kırmızı gömlekli birisini aradıklarını farkettim. Bana "o kırmızı gömlekli köpek senmiydin yoksa " dediler. Ben de ceket,palto yok. Sadece siyah bir kazak var. "Hayır " dedim. "Ulan bu ne" diye kazağın içinde bordo renginde ki gömleğimi çekip vurmaya başladılar. Başka birisi bana " nerelisin " diye sordu. Benim şahsen hiç alakam olmadığı halde Babamların köken olarak Artvin'den geldiklerini ve polislerin içinde de o bölgeden olanların bulunabileceğini düşünerek Artvin'liyim dedim. Soruyu soran polis " Ulan Artvin'den böyle adam çıkarmı " diye vurmaya başladı. Bir başkası ailemin beni komünist olmaya değil,okutmaya gönderdiklerini söyleyerek babamın ne iş yaptığını sordu.Sevindim. Zira aynı meslektenler. Balıkesir'de başkomiser dedim. Soruyu soran "Vay hain, mesleğin şerefini iki paralık ettin,hiç babanı düşünmedin mi" diye daha hırsla vurmaya başladı.

Bu olaya benzer şeyler arkadaşlara da olmuş. Mesela bizim Kasabalı Akın Özçekirge'ye yurtta kalmadığı için okulda ne aradığını sormuşlar. O da folklor çalışması için geldiğini söylemiş. Nereli olduğunu sormuşlar. Turgutlu'luyum demiş,o zaman ne oynadığı sorusunu yöneltmişler. O da Kafkas oynadığı cevabını verince " Ulan Egeli adam Zeybek oynar.Sen niye Kafkas oynuyorsun" diye daha fazla dövmüşler.

Bizim rahmetl Mustafa Akkaş ile Ahmet Şahin ise okuldan mezun olmuş ve Hesap Uzmanlığı sınavını kazanmışlardı ama daha yurttan ayrılmamışlardı.Onlar da okulu bitirdiklerin ve hesap uzmanı olduklarını söyleyince sorgucu polisler " Vay demek siz bu işlerin uzmanısınız ha " diyerek sopalamaya girişmişler. Tabii bunları hep sonradan öğrendik.

Neyse. Biz dayak yiyerek gidiyoruz ama benim aklımda hep kimlik problemi var. Kimliksizim diye beni içeri atacaklarından eminim.

Bütün gücümü toplayarak beni döven polislerden birisine " Affedersiniz size birşey söyleyebilirmiyim " dedim. Ne söyleyeceksin lan diye bir cevap aldım ama kafasını bana doğru uzattığı için fırsattan faydalanıp inince bir yere telefon etmem lazım diye ilave ettim. Bakışlarında bir şüphe izi gördüm. Devam ettim. İsmail Hakkı Demirel'e telefon edeceğim ,o size benim kim olduğumu söyler dedim.

İsmail Hakkı Demirel bizim aile dostumuzdu,çeşitli yerlerde emniyet müdürlüğü yapmış ve o anda da Ankara Polis Okulu Müdürüydü. Kimlik problemimi çözebilirdi.

Konuştuğum polisin bana bakışı tamamen değişti.Beni yukarıdan aşağı süzdü ve bir müddet sonra onun yanından ayrılmamamı söyleyerek beni yanına çekti.

Bu arada Polis merkezine Hipodromun oraya gelmiştik. Arabadan gördüğüm manzara ilginçti. Alt kat olduğu gibi cam vitrin şeklindeydi. Her iki tarafta polisler ortada da bizim arkadaşlar vardı.Ortada ki kalabalık yani bizim arkadaşlar bir dalga halinde bir tarafa doğru gidiyor sonra aynı şekilde öbür tarafa doğru eğiliyorlardı. Tabii ki olayın dalga ile hiçbir ilişkisi bulunmamaktaydı . Bir tarafta ki polisler coplarıyla vurmaya başlayınca kalabalık otomatik olarak öbür tarafa doğru hareketleniyor, orada ki polisler vurmaya başlayınca kalabalık geldiği tarafa geri dönüyor ve böylece bir gel-git olayı yaşanıyordu.

Arabadan inilmeye başlandı. Ben de bir hamle yaptım ama benim polis beni tutarak arkaya itti. Herkes indirilip götürüldükten sonra polisler tekrar otobüse bindiler ve beni gördüler.Beni tutan polise doğru ne oluyor gibilerden hareketler yaptılar.Bizim ki de onlara " tamamdır " cevabını verdi.

Araba hareket etti ve beni bir korku aldı.Beni nereye götürüyorlardı.? Bu arada polislerden biri yerde bir saat buldu. Hemen diğer polislerde yerleri aramaya başladılar.

Korkum iyice artmaya başlamıştı. Zira yurda doğru gittiğimizi farketmiştim. Acaba bana ne yapacaklardı?

Birden şöför benim polise burası iyidir dedi ve arabayı durdurdu.Yurda yakın bir mesefedeydik. Polis beni araban indirdi ve benim ismim "..." unutma,haydi gülegüle deyip otobüse bindi ve hareket ettiler.

Anlayamıyordum. Acaba bu polis benim polis olduğumu mu düşündü, yoksa kendisine emniyet müdürü nezdinde bir torpil mi yapmamı istedi. Bilmiyorum. Bugün bile bir fikrim yok.

Arabadan indiğim yerin yurda yakın olduğunu söylemiştim ama nerede olduğumu tam bilemiyordum. Arabanın tam tersi istikametinde yürümeye başladım.Etrafı tanımıyordum.Halbuki tanımam lazımdı. Buralardan yüzlerce defa geçmiş olmalıydım. Acaba kafaya yediğim darbeler yüzünden mi etrafı tanıyamıyordum? Ortalıkta kimsegörünmüyordu. Üşümeye başladım. Üzerimde siyah bir kazaktan başka birşey yoktu. Her tarafımda korkunç ağrılar hissediyordum.

Birden Ahmetler caddesine ulaştığımı farkettim. Hemen merdivenlerden çıktım ve Mülkiyeliler Birliğine geldim.

O zaman alt kat oturma salonuydu ve bir radyo vardı. Pencereden içeride birkaç kişinin olduğunu gördüm, içeriye girdim.

Radyo dinliyorlardı .Beni görünce hepsi ayağa kalktı, divana oturttular.

Mülkiyelilik. Hepsi ne yapmaları gerektiğini sordular .Beni doğru dürüst tanımıyorlardı bile, zira daha öğrenciydim.

Hiçbirşey istemediğimi söyledim. Ayı Savaş (Büyük) " O... çocukları " dedi.Gözlerin de yaşlar belirdiğini farkettim. Görünüşüm çok kötü olmalı ki beni hemen hastaneye götürmeyi teklif etti. Reddettim. Zira hastane acil servislerinde sivil polislerin olduğunu ve yeniden tehlikeye gireceğimi biliyordum. Bana zorla para verdiler, yemek için mi, taksi için mi yoksa başka birşey için mi hatırlamıyorum.

Dışarıya çıktım ve Kızılay'da bulvardan yukarı doğru yürümeye başladım. Aklıma Akın'ın bekar evi gelmişti.Küçük Esat'a çıkarken hemen altta.

Herkes bana garip garip bakıyordu. Pastanelerin önünden geçtim. Şu anda adını unuttum. Bulvar üzeinde bir otel vardı,Akay yokuşuna varmadan önce. Otelden biri fırladı. Nurettin. Sırtıma bir ceket geçirdi,şu anda çalıştığı için birşey yapamayacağını ama ortalıkta bu şekilde gezmemem gerektığini,dikkat çektiğimi söyleyerek daha geç bir saatte gelirsem bana yardım edebileceğini söyledi.

Yürümeye devam ederek Akın'ın evinin önüne geldim.Kapıyı çaldım. Açan olmadı. Zorladım ama açamadım.

Tabii kimse olmazdı.Akın'ında yurtta olduğunu unutmuştum.

Geri döndüm. Bilinçsiz bir şekilde geldiğim yoldan geriye doğru yürürken biri kolumdan tuttu. Kafamı kaldırdım. Bizim Mekan.

Hemen beni bir taksiye bindirdi. Zannediyorum Küçük Esat'ta bir yere geldik. Bir apartmana girdik. Bir dairenin kapısını çaldı. Bizim Hippi Tunç ve Pepe Oktay'ın eviymiş. Oktay ve tanımadığım bazı kişiler bizi içeriye aldılar. Oktay vay kardeşım vay kardeşim diye söyleniyordu. Beni bir odaya yere yatırdılar. Sırtımı açtılar .Ben görmüyorum ama mosmor olmuş. Alkol, rakı ne buldularsa pamuklara batırarak sırtımı örttüler. Uyuya kalmışım.

Sabah korkunç bir ağrıyla uyandım. Hemen hemen hiçbir tarafımı kımıldatamıyordum. Bir müddet öyle kaldıktan sonra yavaşça kalktım. Evde kimse yoktu. Bir taksiye atlayarak okulun önünde indim.

Okulun içinden yurt istikametine geçerken sevgili Sahir Koçak arkadaşıma rastladım. Vay kardeşim bu halin ne dedi ve gözleri doldu. Tam o sırada Cahit Talas hocamızı yanında büyük bir kalabalıkla yurt tarafından fakülteye doğru geldiğini gördük. Hoca beni görür görmez ne duruyorsunuz hastaneye yetiştirin diye bağırdı. Başta Sahir olmak üzere birkaç kişi (maalesef kimlerdi, hatırlıyamıyorum ) beni bir taksiye atıp Ankara Tıp fakültesi acil servisine götürdüler. Acil servisteki doktor bana bakar bakmaz hemen kafa röntgeni çekilmesini emretti. Çekim yapıldı. Doktor aynen hayret nasıl olduda beyin sarsıntısı geçirmediniz diye hayretini ifade etti. İşimiz bitmişti. Yurda döndük.

Akşama doğru serbest bırakılanlar yavaş yavaş gelmeye başladılar. Herkesin bir tarafı yaralı, çoğu hastanelerden geçmişler,pansumanlar yapılmış...

Herkes kendi hikayesini anlattı..Gülmekle ağlamak arası bir ortam da daha çok gülmeye çalıştık.

Anlatacakları m bu kadar.

Bu olaylar hepimizde manevi veya maddi izler bıraktı.

Maddi izlere bir örnek olarak 15 sene kadar evvel Paris'te şiddetli başağrısından dolayı doktorumun beni hastaneye gönderdiğini , yapılan röntgen çekimleri ve diğer araştırmalar sonucunda iligili doktorun önemli birşeyim olmamakla beraber, bana bir trafik veya buna benzer bir kaza geçirip geçirmediğimi sorduğunu ve bu sorunun sebebinin de kafatası kemiklerimde çarpmadan kaynaklanan bir garip yapı gördüğününden kaynaklandığını söyleyebilirim.

Sevgilerimle. ..

Paris Temsilcisi

Cengiz Özkan



YORUM VE KATKILAR

Özkan Kardeş

Ben o gün yurda gelirken bu manzaraya dışardan tanık oldum. Uzaktan
izledim.Polisler merdiivenlere iki sıra dizilmişti. Amirleri vurmayın diye
emir vermiş.

Coplar inip kalkarken hepsi koro halinde "Vurmayın" diye tempo tutarak
vuruyorlardı

Bunu da benim tanıklığım olarak bir nevi tarihe geçirelim


Melih Aşık

***

Sevgili Cengiz, bunca yıl sonra neden aklına geldi bunlar. Rahmetli Ünal ve Abdülhalik ile aynı odadaydık. O gün İsmail Kersu 2 kere gelip hadi sinemaya gidelim demişti de reddetmiştik. Abdülhalik bir parmak kırıyığla otobüse bindirilmeden nasılsa kurtulmuştu biz Ünal ve Yaşar Saraçoğluyla birlikte 19 Mayıs stadına götürülenler arasındaydık. Tabii muhteşem! misafirperverlikle. O gün bu gündür hala sol ayağımı yıkamak için lavaboya çıkarmaya elimin yardımı gerekiyor.
--
Nevzat ÜNER

*

Cengiz ne günlere götürdün bizleri.

Gerçekten o günler bazı tahribatlar yaptı hepimizde. Mesela, Koray Dünyalıoğulları . Tanırsın.

Belki de bu güzel arkadaşımızı ölüme götüren hastalık o günlerin eseriydi.

Kim bilir, daha kimlerde ne gibi kalıcı etkiler yarattı. O günler.

Hani Cem Karaca bir şarkı söylerdi. Dilimizden düşürmezdik.

"Geçer ama birader, deler de geçer." hatırladın mı?

Geçti işte, kalan anılar oldu. Çok güzel anlatmışsın .

Bir gün ben de o günleri kağıda dökeyim dedim. Ve bilgisayarın başına geçtim.

İnanmazsın, sözcükler makinaya dökülürken ellerim titriyor, kalbim çarpıyor ve sicim gibi yaşlar geliyordu gözlerimden.

Nasıl heyecan dalgası kaplamıştı yüreğimi. Yazım bittiğinde hala kendimde değildim.

Belki daha önce okumuş olabilirsin veya arkadaşlarımızın bir kısmı okumuş olabilir ama o gün yazdıklarımı ekli dosya da gönderiyorum.

O günleri anlamak ve anlatabilmek için canlı tarih bizleriz.

Laf aramızda bizlerin bu anılarından ne diziler çekilir değilmi?

O günlerin maddi ve manevi tahribatları ötesinde kazanımımız ne biliyormusun, sevgili Cengiz.

Sarsılmaz bir arkadaşlık bağlılığı.

Eskimeyen bir dostluk.

Sevgiyle kal, sevgili kardeşim.

Bahri

*

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder