18 Haziran 2006 Pazar

Neşati’nin Bir Beyti

Neşati’nin Bir Beyti Üzerine Sohbet

‘……..

Ben de bir kıt'a takdim edeyim izninizle:

"Ettik o kadar ref'i taayyün ki Neşati
Ayine-i pür tab-ı mücellada nihanız"

(gençler için meali:
Görünürlüğü o denli reddettik ki (Neşati)
Pırıl pırıl cilalı aynada aksimiz görünmemektedir)

Neşati tasavvuf ehlinden olup Edirne'de Mevlevi
Dergahı'nda postnişindi.

Akın Evren
*
Sizin de elinize sağlık.Yukardan aşağı okuyorum…
Anlamlara bir de şöyle göz atalım dedim:

Taayyün:Aşikar olmak,belli başli,görünür,itibarlı olmak.
Ref:Kaldirmak (perdeyi yukari cekmek gibi) yukseltmek,
yuceltmek,ortadan kaldirmak,hükümsüz kilmak,lağvetmek.
Ayine:ayna
Tab: Parlayici,parilti,güç,kuvvet
Mucella:parlak,cilali
Nihan:Gizli, sakli, bulunmayan,mevcut olmayan,sır.

Benim duygularim da bu iki satırı şöyle okuyorlar:

Görüntümüzü öylesine yok ettik ki Neşati,
Aynanın parıldayan cılasında gizliyiz.

Sürc-i lisan ettikse affola,
selamlar.
Semra Toprak
*
akın'ın belirttiği üzere ehl-i tasavvuf olan neşati'yi anlamak ve günümüz türkçesine aktarmak kolay iş değil. çok bilinen 'gittin emma ki kodun hasret ile canı bile/istemem sensiz olan sohbet-i yaranı bile' beyiti dahi tasavvuf felsefesi ışığında (daha iyi) kavranabilir.

ol sebeble, 'Ettik o kadar ref'i taayyün ki Neşati' mısraını 'kuşe-i uzlette öyle gayret gösterdik ki' şeklinde yeniden söyleyebiliriz.

ikinci mısrada 'ayine' kelimesine dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum. malum, ayna ışığı yansıttığı için cisimleri gösterir. varlıkların tamamını gösterebilen bir ayna -tasavvuf anlayışında- tanrıyı gösteriyor demektir. aksinden hareket eder isek neşati tanrıyı meydana getiren varlıklardan birisidir ve kendi müstakil varlığı ikinci derecede kalmıştır. asıl olan tanrının bir parçası olmaktır.

bu mısrada geçen mücella kelimesine de dikkat isterim haddim olmayarak. parlak,cilalı,cilalanmış anlamındaki bu kelime, ham iken yontulmuş hale gelen -tasavvuf sırlarına vakıf olan- insanları işaret etmektedir.neşati ilk bakışta birbirine çok benzeyen ehl-i tasavvuf arasında göze çarpmamaktadır. görünmemektedir. nihandır.

semazenleri hatırlayalım: onları seyrederken hepsini birden görürüz. biri diğerlerinden öne çıkmaz.

söz buraya gelince tanpınar'ın huzur'unu anmamak olmaz:
''...............
Bir yunus balığı sürüsü mehtabı kovalıyormuş gibi suda kavisler çizerek yanıbaşlarından geçti. Daha ileride bir vapur projektörü aydınlığın en ziyade toplandığı yerleri, başka bir şekilde görünür yaptı. Sanki eski ve güzel bir metni tefsir eder gibi, bütün müphem parıltılar keskin vuzuha kavuştular. Yüzlerce kuğu kuşu bir akıntı
yerinde, bir anlık vehimden hayatlarını yaşadılar. Sırçadan, ince ve şeffaf dünya, kendi musıkisine, asıl sazları belki çok derinde çalan o acayip dinleyişe kapandı.
Mümtaz ceketini Nuran'ın omuzlarına atarken:
-Ayın Ferahfeza Peşrevi, dedi.
Hakikaten Dede'nin Ferahfeza Peşrevi'nde olduğu gibi, fakat görünmeyen neylerden yaprak yaprak dökülen bir dünyada idiler.
Etraflarında herşey ney nağmesi gibi yumuşak, derinden ve erişilmez sırların aynası idi. Sanki çok Rahmani bir düşüncenin, her zaafını yenmiş bir aşkın üst üste kavislerinde dolaşıyorlar, öz halinde bir yığın baharın arasından geçiyorlardı.
-Hatta neredeyse Neşati'nin beytinin dünyasına gireceğiz.

Ettik o kadar ref-i taayyün ki Neşati
Ayine-i pür-tab-ı mücellada nihanız

Nuran gülüyordu:
-İyi ama, eşya var, biz varız. Vücudumuz maddi bir şey değil mi?
Yani herkesinki gibi...
-Allah'a bin şükür... Fakat seninki bana göre herkesinki gibi değil...
-Küfür...
-Küfür veya Allah'a giden en kısa yol... Unutma ki bu gece tam vahdet-i vücud içindeyiz...
Bir balık yanıbaşlarında sudan sıçradı. Havada elmas bir kavis çizdi. Sonra biraz ötede denizin buğulu mavi aydınlığında beyaz bir şey çatlar gibi oldu.
........''
affola.

İhsan Feyzibeyoğlu
*

Medem ki Neşâtî'den açıldı:

Gitdin ammâ ki kodun hasret şle câm bile
İstemem sensiz olan sohbet-i yarânı bile

Devr-i meclis bana girdâb-ı belâdır sensiz
Mey-i rahşânı değil sâgar-ı gerdânı bile

Bağa sensiz varamam çeşmime âteş görünür
Gül-i handânı değil servi-i hıramânı bile

Sîneden derd ile bir âh edeyin kim dönsün
Aksine çerh-i felek mihr-i dırahşânı bile

Hâr-ı firkatle Neşâtî hazînin vâ hayf
Dâmen-i ülfeti çâk oldu girîbânı bile

Bu arada içinde bulunduğumuz ayın üçüncü günü Şeyh Gâlib'in ölümünün 210. yıldönümü idi. Onu da anmış olalım.

42 yaşında sakalında bir tek ak olmadan ölen bir mevlevî şeyhi idi. Mevlevîliğini şöyle açıklıyor:

Ne zühd ile ne ilm ile müstesnâyız
Hayrân-ı ezel-i âşık-ı bî pervâyız
Feyz-i nefes-i Pîr ile gûyâ oluruz
Her neyse neyiz bende-i Mevlânâyız

Şeyh Gâlib zamanında Cibali'de çıkan ve kentin büyük bir kısmını sararak insanları perişan eden büyük İstanbul yangını için,

Ekdikleri dâne-i şerâre
Biçdikleri kalb-i pâre pâre

diyor.

Üç beyit daha:

Kimse bilmez bâis-i sûz-ı dilim Gâlib benim
Derd nâ-malûm iken her gâh âh etmek de güç

O zaman ki bezm-i cânda bölüşüldü kâle-i kâm
Bize hisse-i muhabbet dil-i pâre pâre düştü

Hep varını mestânın almış o nigâh-ı mest
Var ise biraz neş'e meyhânede kalmışdır
,18.1.2009