Bahadan Hikayeler
Baha'lar bir akşam oturmaya geldiler ama daha
oturmadan,
-Bu ne biçim apartman? Sen ne biçim adamsın? Alt katınızdaki
dairenin kapısında iki çift ayakkabı var' dedi.
-Bahacığım toplantılarda konuşuyoruz ama... ne yapacaksın
bazıları yine de...
-E, sen ne güne duruyorsun?
Fırsatı kaçırmadım, ilgilisine lâf dokundurdum:
-Bahacığım benim kendi evimde sözüm geçmiyor... elin
herifine ne diyeyim?
-Öyle şey olur mu? Ne zaman kapı önünde ayakkabı görsem
götürüp çöpe atıyorum.
-Sahipleri ne yapıyor?
-Küfrediyor.
-Sen?
-Ben iki misli ediyorum.
-İş orada kalıyor mu, koltuğunda rahat oturup 'oh ne güzel
yaptım' diyor musun?
-Tabii... Birkaç yıl önceydi... baktım bir kapının önünde
bir puset.... kaptım aşağı indim. Tam denize atacağım (Baha, işleri bu kadar iyi
değilken bir yalı apartmanında oturuyordu. E.E.) sahibi camı açtı, bir
yalvarıyor, bir yalvarıyor! Bir daha kapının önüne koyacak mısın? dedim,
vallah/billah koymayacağım dedi... puseti yere bıraktım, adama 'gel kendin taşı'
dedim. Bizim apartmanı böyle düzelttim.' diye sözü bağladı Baha.
*
Demirel'in 'Yetmiş sente muhtacız' dediği zamanlardı, bir
gün Baha'ya uğradım. Yahudi bir müşterisi ile pazarlık yapıyordu. Varyeteyi
izleyeyim diye yan odaya geçmeme engel oldu. Müşterisi kırık lisanıyla bin
dereden su getiriyor, eski defterleri karıştırıp istikbalde ne parlak işler
yapacaklarından bahisle beş milyonluk fiatı (*) aşağı indirmeye çalışıyor.
Bizimki kabul etmiyor ve ne kadar çirkef ruhlu biri olduğunu göstermek
için,
-Kusum inan, yapacağım makinanın en az dokuzyüzbin lira
maliyeti olacak. Belki dokuzyüzelli...
Yahudi müşterinin gözleri tabak gibi açıldı,
-Kusum sen benimle eğleniyor? Maliyet dokusyusbin fiyat
beşmilyon olur?
-Moşe bey bizde böyle. İsterseniz italyadan getirin. Fiat üç
misli olur... Allah bilir artık ne zaman mümkün olur... Ama bizde böyle' dedi
Baha.
Bunları Yahudi haydi haydi biliyordu. Çaresiz istenen
peşinatı ve makine siparişini verdi, çünkü o makinaların projeleri Türkiyedeki
makine mühendislerinde yoktu ama inşaat mühendisi bahanın kasasında vardı.
-Niye böyle yapıyorsun? dedim.
-Ruhi Sarıalp'le anlaştım, onun teknesini alabilmem ve
Akdenizde üç ay dolaşabilmem için bu paraya ihtiyacım var. Moşe para bassa, bu
makinanın çıkaracağı bantlar kadar para kazanamaz.
*
Arabasını satılığa çıkarmış ve bir doktorla anlaşmış. Notere
gitmişler, doktor bir vekaletname çıkarmış ve arabanın karısı adına tescilini
istemiş. Bizimki,
-Bi dakka, siz arabayı kendiniz için almıyor musunuz? demiş.
Doktor,
-Hayır eşim için alıyorum.
-Bunu daha önce söylemediniz.
-Ne farkeder efendim?
-Farkediyor ki daha önce söylemeyip, sakladınız. Böyle
şeylere gelemem' demiş, satmamış.
-Yahu böyle tuhaflıklara ne gerek var? dediğimde,
-İstiklal Caddesinde Galeri Edip mağazası var bilir misin?
Vakko makko palavra. Caddenin, İstanbul'un en lüks mağazası oydu. Vitrininde
beyaz gömlekler var. Her hafta sonu seyretmeye giderdim. Yemeyip içmeyip
biriktirdiğim para ile rahatça bir gömlek alabilirdim. Fakat gel gör ki
tezgâhtarları bayan olan mağazaya cesaret edip giremediğim için, daha yıllarca
o gömleklerden alamadım. Bu manyaklıklarım belki ondandır' dedi.
*
Doktorlar,
-Ya sigara, ya bacağın! demişler. Ama buna rağmen sigarayı
bırakamıyor. Ayaklar şişti, parmaklar mosmor. Bacağı kurtarmak için birkaç
parmağı kestiler, yine de sigaraya devam.
-Seni psikoloğa götüreyim' dedim. Kızıp dövecek sandım.
Hayret, 'olur' dedi.
Psikologun yanına (Hâlâ öğrenemedim farkı, yoksa
psikiyatrist miydi?) beraber girdik. Baha doktora değil de teftişe gelmiş gibi.
Kalktı tabloları düzeltti. Biblo benzeri şeylerin yerini değiştirdi.
Doktor,
-Tablolar eğri, biblolar asimetrik ve bu sizi çok rahatsız
ediyor değil mi? gibi şeyler söyledi. Baha başıyla tasdik etti. Bir etkisi oldu
mu bilmiyorum ama Baha sigarayı bıraktı.
Darısı Sebahattin Biber'in başına.
------------------------------------------------------------------
Emin ERDEM