22 Şubat 2011 Salı

YASU

1971 yılı,
Güz dönemi mezuniyetinden iki yıl sonra,
İş,evlilik derken,
Bir anda kendimi,Polatlıda, " Topçu Okulu" nda bulmuştum.
Bizden bir dönem sonra,
Dört ay'a inen,Yedek Subay talebelik sürecinde,
Hemde kış döneminde,
Belki de yeni evli olduğum için,
Altı ay,kabus dolu günler yaşamıştım.
Hasretlikle..
 
Özgürlüğümün,ikinci kez kısıtlandığı o günlerde,
Akşamları sevgilime sarılacağım yerde,
On,onbeş kişilik koğuşlarda,yastıklara sarılır yatar.
Rahmetli Süleyman Çultu ile,
Ara koğuşta,
Karşılıklı yataklarda,
"Elmadağ cezaevi"nde,
Yattığımız günler gelirdi aklıma..
Süleyman ile,
Her Allahın günü,gün sayar
Duvarda,başımızın üzerinde asılı tabelamızın ikinci satırını,
Büyük bir tören,ve özen ile değiştirirdik.
 
" Geçer ,bugünde,yarında,nasıl geçti ise dün,
  Tahliye olmamıza kaldı...... gün  ".
 
Evet,Belediye otobüsü kaçırmaktan ,
Ankara Merkez cezaevi "Hilton" dan, arta kalan,
Kırkbeş günümüzü ,
Bir kaç kere ve birkaç bahane ile ertelettikten sonra,
Ankara'nın,
"Topal " İnfaz Savcısının,önerisi ile,
Uzun aramalardan,
Kızılcahamam,Kayaş,Mamak vs dolaştıktan sonra,
Bulduğumuz en rahat cezaevi olan,
"Elmadağ" da,
Meşhur,Yurt baskınından,
Bir gün önce tamamlamıştık..
 
O dönemde,
Sevgili arkadaşlarımız bizi hiç yalnız bırakmamıştı..
Kimi,cebinde,zulada, kanyak
Kimisi meyve,kimi sigara,
Kimiside,
Sadece sevgilerini taşıdılar durdular Elmadağ'a,
 
Onlar,gittiğinde,
Tepedeki,cezaevinin,
Ankara,Kırıkkale kara yolunu en iyi gören,
Nöbetçi kulübesinin,yanına dikilirdim..
Aşağıda,ovada,
Özgürlüğe giden yol,
Üzerinde gidip gelen arabalarla,
Ruhumu ,bedenimden ayırıp,
Alır,götürürdü ,Ankara'ya.
Bedenim ise,koğuşa geri döner,
Derme çatma bir " pikap" tan,
Cızırtılı bir,"plak" tan,
Neşet Ertaş,dinlerdi..
 
" Suçum nedir, bilmiyomda,amanın Leyla,Leyla,
  Ne ise ,söyle yarim de,söyle yarim,söyle "
 
 
Polatlı,"Topçu Okulu"n da,
Her sabah ve akşam,
Yedek Subay Bölüklerinin, toplanıp,tekmil verdiği bir alan vardı.
Bu alan'ın,hemen kenarından,
Ankara,Eskişehir,İzmir,Adana yolcu trenleri geçerken,
Koca koca adamlar,
Camlardan,pencerelerden,
Bir anlık bir süreçte,
Bir,güler yüz,
Bir,güzel kız,Görme umudu ile,
Sabahın veya akşamın ayazında,
Polatlının, o, zalim soğuğunda.
Demiryolunun kenarında toplanır,
Hararetli ,tartışmalar yaşarlardı..
 
" Kızı  gördünmü.? .Bana el salladı "
" Adamı gördün mü ?.Rakı içiyordu"
 
Aslında,herkes,
Kendi görmek istediğini görüyordu,
Çünki o tren ile,
Okul'un içinden, " Özgürlük " geçiyordu..
 
 
Özgürlük,böyle bir şeydi,
Sahip olanların,pek farkına varmadıkları,
Ama ,dışarıdan bakıldığında,
Ulaşılmaz,erişilmez,
Adamın beynini ve ruhunu kemiren,
Canını acıtan,ağlatan.
 
1974 yılı, temmuz'u geldiğinde,
Apolet'ler omuzumuzda,
Tatvan'da,
Çakı gibi bir Asteğmen iken,
Kıbrıs,çıkartması başladı..
Dışişleri Bakanımız, Rahmetli ,Turan Güneş Hocamız,
Londradaki,nafile turlar'dan sonra,
Kızı,"Ayşe" yi,tatile çıkarma sinyali ile,
Türk Ordusunu Kıbrısa ,çıkartmıştı..
 
Harp hali,nedeni ile,
Hanımı memleket'e gönderip,
Aylar boyu,Dağlarda,çadırlarda yattıktan sonra,
İzinlerimizi de kullanamadan terhis olduk.
Aradan, 37 yıl geçtikten sonra,
Bugünlerde," Kıbrıs"ta bağıranlar,
Pire'ye kızıp,Yorgan yakanlar,
Şimdilerde pek kıymetini bilemedikleri,
Veya,kendileri, esareti yaşamadıkları için,
Değerini, pek kavrayamadıkları ,özgürlüklerini,
İçlerinde,dönem arkadaşlarım Yedek Subaylarında olduğu,
Yüzlerce,Mehmetçiğin,
Ve,Kıbrıslı,Mücahit'in.
Kanı ve canı pahasına,
O zaman, kazanmışlardı..
 
1978 yılında,
Kurtardığımız,veya kurtardık zannettiğimiz Kıbrıs'a,
Bu sefer,
"Yeşilada" feribotu ile turist olarak gittim.
Sabah,ince bir sis tabakası altında,
Gemi "Magosa" Limanına yanaşırken,
İlk dikkatimi çeken,
Sol tarafta,
Göz alabildiğince uzanan,
"Maraş" bölgesi olmuştu..
1970 li yıllarda,
Mersinde,Doğru dürüst bir plaj,Otel, bir deniz evi bile yokken,
Kıbrısta,bu kilometrelerce uzanan sahil bandını ve üzerindeki tesisleri görünce afallamıştım.
Harbin kalıntılarını,
yakılan,yıkılan evleri,
Taze şehitlikleri,
Çıkartma yapılan sahilleri,
Paraşütle inilen,Beşparmak dağlarını,
Burada,
Bu Ada'da,
Yıllardır,karşı kıyıdan gelecek yardımı bekleyerek ölenlerin hissiyatı ile dolaştım.
O zamanlar,
Magosa yakınlarında,
Rumlardan kalma "Salamis by" diye büyükçe bir otel olmasına rağmen,
Psikolojik bir nedenle,
Belki de kaçması kolay olur diye,
Girnede, şehrin içinde,
"Dom" otel'de kalmıştım.
 
SBF yurdunda,
üç kişilik odalardan birinde,beraber kaldığım,
Hukuk Fakültesi öğrencisi,Kıbrısli , "Hüseyin" adında bir arkadaş'tan alışkın olmama rağmen,
Rum şivesi ile konuşulan Kıbrıs Türkçesi,
Sol taraftan işleyen İngiliz Trafiği,
Kullanılmakta olan Kıbrıs lirası.
Ve nerede ise Her kıbrıslı Türk'ün cebinde bulunan İngiliz Pasaportu.
Doğrusu biraz aklımı karıştırmıştı..
 
 
Aradan bir dört sene daha geçtikten sonra,
1982 yılında,
Ağabeyim,Atina'da,Basın Ataşesi iken,
Ailecek,Yunanistan'a,Tatile gitmek istediğimde,
Yunanlılar,bana ikinci bir "Kıbrıs" kazığı attılar.
O yıllarda,
Avrupa Konsey üyesi olan, Türkiye Cumhuriyetinin pasaportunu taşıyanlar,
Tüm Avrupayı vizesiz,ve sorgusuz sualsiz dolaşırken,
Yine,O yıllarda,
Pasaport ile gidilen,
O zamanki adı ile,"Kıbrıs Türk Federe Devleti"nin, giriş damgası, pasaportlarına vurulan Türkler'i.
Yunanistan,Ülkesine sokmadığı için,
Ailenin Tüm pasaportlarını yenilemek zorunda kalmıştım.
 
1982 yılında,
Türkiyede,1980 ihtilalinin,mahkemeleri,
Sıkı Yönetimlerin acıları,
Cuntacıların hakimiyetleri devam ederken,
Yunanlılar,
1974 Kıbrıs çıkarması neticesi,Kurtuldukları,Albaylar Cuntasının izlerini,
Çoktan silmişlerdi bile,
Bizler,
Kıbrıs Çıkartması yüzünden,yaşadığımız,
Ve,hiçte hak etmediğimiz,
Ekonomik ambargoların,
Siyasi dışlanmaların,
Asala terörünün,
Ve, Türkiye üzerinde oynanmaya başlayan oyunların
Sıkıntılarını yaşarken,
Avrupa'nın şımarık çocuğu, Yunanistan,
Ağzına kadar,
Akropol'e çıkan yolun kenarındaki, her kayanın tepesine kadar,Turist dolu,
Sabahtan öğlene kadar çalışan,
Öğleden akşama kadar,her tarafları kapatıp ,yatan,
Akşam oluncada,
Şehrin meydanlarını,
"Syntagma"yı,
"Plaka"yı,dolduran,
"Rembetka" eşliğinde,Sirtaki oynayıp,
"Uzo","Mastika" içerek,
Ve,düşman çatlatırcasına,
Çatır,çatır,düzinelerce tabak kırarak,
Bohem bir hayat yaşıyorlardı.
 
 
Şimdi,Yunanistan'a gidecek dostlar,
Anadolu'nun kaderinde,
İttihatçilerden,harekat ordusuna kadar,
Rol oynayan,
"Ata" mızın doğduğu kent,
Güzel İzmir'imizin ,
Hem görsel,hem ruh ikizi Selanik'i,
Saklı kent,Kavala'nın
Anadolu,Akdenizi'nin
Küçük,bakir koylarına ve köylerine ne kadar benzediğini görecekler.
Ötesi,
Bu yörelerde,
Yemek,içmek,eğlenmek ve yaşam kültürünün,
Bizimle ne kadar benzeşmesine şaşıp kalırken,
Bu insanlar ile,
veya onlar bizimle,
Niçin yıllar boyu,
Didişip,düşman olmuşuz,
Anlamakta güçlük çekecekler..
Ve,
Oralarda bir yerlerde,
Yunanlılarla beraber,
Uzo içip,
Buzuki eşliğinde,
Kolkola," Sirtaki" oynarken,
" Yasu " diye bağıracak,
Belkide,akıllarına,
Rahmetli Ecevit'in
Taa,1947 lerde yazdığı,
O,güzel şiiri gelecek...
 
" ... Aramızda bir mavi büyü,
 bir sıcak deniz,
 Kıyılarında birbirinden güzel,
 İki Milletiz...
...
    Önce bir kahkaha çalınır kulağına,
Sonra rum şiveli Türkçeler.
O,boğaz'dan söz eder,
Sen rakıyı hatırlarsın.
 
Yunanlıyla kardeş olduğunu,
Sıla derdine düşünce,anlarsın..."
 
 
 
Selam ve sevgilerimle,
 
Saner Gürdil.
21.02.2011 / Aşkabat.