17 Ocak 2009 Cumartesi

Seyyaha, Seyahate ve Seyahatnâme’ye Dair

Evliya'yı ve onun emsalsiz eserini anlatır:

Evliya Çelebi Seyahatnâmesi'nin birinci cildi günümüz Türkçesine aktarılarak iki kitap halinde yayımlandı: Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnâmesi (1807-1808, Topkapı Sarayı Kütüphanesi, Bağdat 304 numaralı yazmadan hazırlayanlar: Seyit Ali Kahraman - Dr. Yücel Dağlı, YKY, 2003)

Seyyah-Seyahat

Ona Evliya Çelebi ya da kısaca Evliya diyoruz. O kendisi için "hakîr" sıfatını kullanıyor. Ölümünden yüzelli sene sonra onu keşfeden Hammer'in İngilizceye çevirdiği kitabında "Evliya Efendi", ülkemizde basılan ilk kitabında "Evliya Çelebi Mehmed Zillî İbn Derviş" olarak geçiyor adı.

Okumaya, öğrenmeye, bildiklerini başkalarına anlatmaya müthiş meraklı olan seyyahımız bizden bir şeyi sakınıyor: adını. Yani seyyahın adı yok.

Türk seyyahlarının piri ve en verimli yazarı olan Evliya hakkında, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi'nde, 1611-1684 yıllarında yaşadığı; hakkak, hattat, musikişinas, cirit ustası, silahşor, mizahçı, taklitçi olduğu; bazı gerçek olaylara muhayyilenin hoşlanacağı garip vakalar kattığı, böylece eserini takibi eğlenceli bir kaynak haline getirdiği; 19. yüzyıl sonlarından itibaren dikkati çektiği, bazı araştırmacılara göre mübalağalı bilgiler verdiği, pek çoğunun onu önemli bir kaynak olarak gördüğü yazılı. İstanbul'u 10 yıl gezmiş, sosyal ve iktisadi hayatı gözlemleyip yazmış. İlk kez 1640'da İstanbul dışına çıkmış: Bursa. Çıkış o çıkış...." (s. 426-428) Bu arada, bir lügatta seyahat kelimesinin "ibadet için yeryüzünde gezip yürümek. (Dervişlerin seyahati bundandır.)" şeklinde tanımlandığını da belirtelim.

Günler kitabında Cemal Süreya 494. güne, "Sonunda Evliya Çelebi seyahatnamesinin bütününü edinebildim." cümlesiyle başlar. 1969-71 yıllarında fasiküller halinde yayımlanan eseri geç elde etmesinin sebeplerini anlatırken "...bende o ruh yoktu o yıllar... Yani bugünkü Evliya tutkusu..." der ve ekler :

"Ne kadar işim varsa serdim. Sorunlarımı unuta yazdım.
Nasıl bir adam Evliya?
"Gözleri saat rakkası gibi oynar." (s. 204)

Böyle meth-ü senâsına Cemal Süreya'nın kaç yazar-çizer nail olabilmiştir? Öyleyse lâkırdıyı burada kesip kitabı okumaya başlayalım:

Seyahatnâme

Kitabın başında Evliya'nın "seyahatinin ve vilayetleri gezip tozmasının sebebi'ni öğreniyoruz:

"...Hicretin 1041 (1631-32) tarihinde yaya olarak Belde-i Tayyibe, yani İstanbul'un çevresinde olan köy ve kasabaları, nice bin bahçe, güllük gülistanlık irem bağlarını gezip görünce hatırıma büyük seyahat arzuları geldi."

Akabinde, bir nevi menkıbe: Meşhur rüya bahsi, hani Evliya'nın sürç-i lisan edip "şefaat" dileyecek iken "seyahat yâ resulallah" dediği. Sadece bu rüya bahsini okumak dahi yetebilir Evliyanın kadrini bilmek için.Hem din bilgisi-hafızlık, hem rengârenk uslûb, bir yandan da mûsikiye vukuf: Sabah namazı nasıl kılınır, hangi dua hangi makamda okunur.

Yer yer şairane anlatım:

"Hz. Ebubekir'in mübarek elleri kavun gibi kokardı. Hz.Ömer amber kokusu gibi idi. Hz.Osman'ın menekşe gibi kokusu vardı. Hz. Ali'nin kokusu yasemen gibi idi. İmam Hasan karanfil gibi İmam Hüseyin beyaz gül yaprağı gibi kokardı."

İstanbul'un tarihini anlatarak devam ediyor Evliya: İstanbul şehrini inşa ve imar edenler, kuşatanlar; 1453 yılından itibaren hüküm süren padişahların kişisel özellikleri, şehzadeleri, vezirleri, yaptıkları hayırlı işler ve fetihleri.

Biraz tevatür: En başından itibaren şehri koruduğuna inanılan bir kısmı büyülü tılsımlar. Her ne kadar Evliya bunların hepsinin Peygamber'in doğduğu gece yıkıldığını söylüyorsa da bazı kalıntıların bugün dahi var olduğunu biliyoruz.

Ve istatistik: "Kostantiniye Kalesi'nin fırdolayı büyüklüğü ne kadar adımdır onu bildirir.", "Her beylerbeyinin ne mikdar hâssı vardır onu bildirir.", "Her sancağın zeamet ve timarını bildirir."

Mimari yapılar çok önemli bir yer tutuyor Seyahatnâme'de. Evliya başta Ayasofya Camii ve Topkapı Sarayı olmak üzere türbeleri, camileri, kiliseleri, sarnıçları, sebilhaneleri ve diğer eserleri anlatmaya bayılıyor.

Yer yer kendinden de bahsediyor seyyahımız: "Hakîrin çocukluk hâlleri"ni kitabın bir hayli ilerlemiş bir yerinde, 231. bölümde okuyoruz. "O gece (doğduğu günün gecesi) evimizde yetmiş adet ârif derviş canlar bulunuyordu" diye başlayıp (kendisi için gerçekle hayali karıştırır diyenlere gel de inanma) bir savaş hatırasıyla devam ediyor:

"Allahın hikmeti kırk seneye ulaştığımızda Giysüdar Mehmed Efendinin verdiği baltayı senelerce taşıdım. 1051 (1641) tarihinde Leh seferine gittiğimizde yağmalama sırasında teberi bir kapı halkasına geçirip diğer ganimet mallarına tamahkârlık ederken yerle bir olası kâfirler bizi âniden bastılar. Çıplak olarak birer yaldak at ile canımızı zor kurtarıp....İstanbul'a döndük. Ancak gece gündüz 'Ah Giysüdar Mehmed Efendi teberi' der idim. Hûda'nin hikmeti gelecek sene yine Leh Seferi'ne atlanup Izbaraş vilâyetlerini harap, halkını kebap, evlerini türap (toprak) ederek.... kapısına bir ok asıp sarayı yağmalamaya başladım. Bir odanın kapısına vardığımda Huda'nın emriyle geçen senede teberi kapı halkasına koyup kaçmıştık, teberi kapıda nasıl kodum ise öylece durur. Hemen Yaradan'a yüzlerce hamd edip...."

Bizim herşeyi bilen seyyahımız aynı zamanda yaman bir silahşor ve hünerli bir yağmacıymış meğer.

Kitapta anlatılanlar, Osmanlı İmparatorluğu'nun sonlarına doğru da olsa altın çağında, payitahtta dahi, çok vahim siyasi ve ekonomik sorunlarla yüz yüze gelindiğini gösteriyor: İsyanlar, mali sorunlar, Devlet'in acz içine düştüğünü gösteren olaylar: Çaresizlik içinde kaçmaya çalışan, alabildiğine aşağılanan, 18 yaşında hayaları burularak öldürülen bir Osmanlı padişahının elem veren hikâyesi.

Bu acıklı olayları anlatırken dahi Evliya nüktedan uslûbu elden bırakmıyor. Örnek mi: IV. Mehmet'in tahta çıktığı 8.8.1648 tarihinde mali durum şöyle anlatılıyor:

"İkindi vakti saadetle taht sahibi padişah olunduğunda yedi yaşına henüz ulaşmış idi. Tahta çıkışı sırasında hazinede bir kızıl mangır kalmamış ...idi. İmdi 'Kula da cülus inamı (bahşişi) gerektir' diye şanı yüce Mehmed Han, babası zamanında hazineyi yok edenlerin yakasına yapıştı."

Bu da bir ayaklanmanın padişah katında değerlendirilmesi:

"Bir gün yeniçeri sınıfı Murad Hana gücenip Divan'da çorba içmediler. Hemen Abaza Paşa, 'Padişahım izninizle ben onlara bir kere görüneyim. O an ben onlara çorba taslarını bile yutturayım' dedi."

Surların dışında kalan yerleşim yerleriyle esnaf, loncalar, meslekler ve her türlü ticari faaliyet 2. kitapta anlatılıyor. İstanbul'un sanat sahiplerinin 57 bölüm, tamamının 1.100 sınıf olduğu söyleniyor ve her birinin dükkân ve nefer sayıları bildirilip önde gelen özellikleri kısaca belirtiliyor. Bir kaç misal:

"– Amansız asesler esnafı: Nefer 202, bunlar tutma, kapma, vurma, kovma, asma, basma, bağlama adamlarıdır... Bu haşerâtın sapık zanlarınca pirleri Amr-i Ayyar'dır, hâşâ ve kellâ.
– Ahmak pezevenkler esnafı: Nefer 300, dinleyenler affetsin, pirleri ola.
– Şairler esnafı: Neferât 800, kadıasker alayında kasideler okuyarak alay ile geçerler. Pirleri Hâssan Sabit'dir ki Hazret'in şairidir.
– Yahudi kasapları esnafı: dükkân 55, neferat 200, bu mel'unlar Müslümanın boğazladığı eti yemezler.
– Melûn, uğursuz, yerilmiş esnaf yani meyhaneciler: Bütün işyerleri dört mevleviyet yerde 1060 günahkâr yuvasıdır.... 45 adet içecek ve keyif vericilerden başka İstanbul içre 300 tür keyif vericiler vardır. Alışkanlarının arasında her bir bâdehanenin birer tür isimleri vardır, erbâbına gizli değildir, ama bizlere gizli hazine gibi pinhandır."

2. Kitap çok değerli bir çalışmayla, yaklaşık 200 sayfalık bir dizin ile bitiyor.

Ve netice

Bilinir ki Evliya'nın en belirgin uslûp özellikleri çağdaşı yazarların aksine düzyazıda kafiyeli, ağdalı ve süslü bir anlatım yerine, 17. yüzyıl Türkçesi ile, günlük konuşma diline yakın, yer yer esprili ve eğlenceli ama esas itibariyle sade bir anlatımı benimsemiş; gördüklerini, duyduklarını aktarırken, onlara kendi öznel yorumlarını, düşüncelerini de katarak metnine zenginlik ve edebi bir değer kazandırmış olması; şimdiki zamanla geçmişi iç içe kullanması ve devrin ileri gelenleri arasındaki konuşmaları gerçek izlenimi vererek aktarmasıdır.

Seyahatnâme renkli, nüktedan ve sürükleyici bir uslûpla düzyazı olarak kaleme alınmış olmakla birlikte çeşitli vesilelerle şiirler ve tarih düşürme beyit ve mısraları gibi manzum metinleri de içeriyor. Ancak Evliya, mimari eserler, olaylar ve kişiler hakkında yer yer ayrıntılı bilgiler vermesine karşılık şairlerden bahsederken isimlerini zikredip, bazılarının mezar taşlarındaki tarih düşürme beyitlerini yazıp, bazılarından bir kaç kelimeyle bahsedip geçiyor. Gerekçe: "Eğer anlatacağımız şairlerin, inci tanesi olan şiirlerini yazsak, başka bir divan olur". Sanki pek hoşlanmıyor gibi şiirden ve şuaradan. Baki ve Nefi gibi şairlerden sitayişle bahsetmekle beraber nedense onların değil de bugün daha az bilinen şairlerin şiirlerinden örnekler yer alıyor eserde.

Osmanlı'nın en geniş sınırlara sahip olduğu bir dönemin zengin tarih, coğrafya ve kültür malzemesini ustaca işleyen ve sergileyen, yazıldığı döneme ilişkin hemen her konudaki malûmatı okuyucuyu bezdirmeden veren ve pek çok edebî türün özelliklerini içeren bir eser olması Seyahatnâme'yi emsalsiz kılıyor.

Çağımızın Evliya Çelebi'si John Freely de iki büyük seyyahı buluşturan son kitabında Evliya'nın hakkını teslim ediyor: "Ondan sonra İstanbul'a ilişkin birçok kitap yazılsa da hiçbiri altın çağının sonuna yaklaşan Osmanlı İmparatorluğu'nun başşehrindeki renkli yaşam görünümünü canlandıran Evliya Çelebi'nin anlatımıyla kıyaslanamaz."

Seyit Ali Kahraman ile Dr. Yücel Dağlı üç yüz yıl önce yazılmış bir kitabı çok büyük bir başarıyla günümüz Türkçesine taşımışlar. Evliya bugün yaşasaydı eminim ki onların kelimelerini kullanarak yazardı bu başucu kitabını.

Çok az kitap var ki okuduğumda böyle hayıflanmışımdır: birincisi bittiğine, ikincisi daha evvel oku(ya)madığıma.

Epeyce şey öğrendik, bir şey eksik kaldı: Yazarın adı.

İhsan Feyzibeyoğlu


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder