Hatıralar Mektuplar Müzik
9 Haziran 2020 Salı
Bekir Çoşkun ve bir Hikmet hikayesi:
Ekim 2019 başı.. Bodrum’dan yeni döndük. Birkaç günlük Ankara yerleşmesinden sonra ilk işimiz mezarlık ziyareti. Arabamıza atladık, Karşıyaka Mezarlığı’na gidiyoruz. Eskişehir yolundan Gimat’a doğru saptık. Gimat’ı geçtik, yanımızda bir araba.. Arabanın direksiyonunda, başında külah, sevimli bir adam; hararetle bize el sallıyor. Tanımıyorum ama selamına yanıt veriyorum. Öne geçiyor; önümüzde camdam elini çıkarıp el sallıyor. Yanıt veriyorum. Yanımda karım, arka koltukta oğlum.. Karım, “nereden tanıyorsun?” diyor. “Tanıyamadım ama insanlar değişiyor, o beni tanıyor herhalde” diyorum. Araba yavaşlıyor; sonra yanyana yol almaya başlıyoruz. Sağ taraftaki camı açıyor; “abi merhaba, seni gördüğüme çok sevindim, sağa yaklaşsana..” Sağa yaklaşıp duruyorum. Önüme geçip duruyor. Arabasından inip bizim arabanın yanına geliyor. “Merhaba abi, beni tanıdın mı?” Yanıt vermeden devam ediyor, “ben Mahmut. Arabayı Doğuş Oto’dan aldın, değil mi?” “Evet.” İçimden konuşuyorum, “ne olacaktı yani.. Araba Wolkswagen Passat. Bayii Doğuş Oto. Tabii ki oradan aldım.” Konuşmasına devam ediyor: “Sen arabayı alırken ben de babama araba alıyordum, seni oradan tanıyorum. Nasılsın? Maşallah iyi görüyorum.” Bu araba karım, “Hikmet, ikindi namazından önce gidelim” diyor. Bizimki devam ediyor, “Hikmet abi, seni ben çok sevmiştim. Şimdi görünce dayanamadım, yolunu kestim. Kusura bakma.” Telefon rehberimde “Mahmut” diye bir isim var. Günlerdir düşünüyorum, kim bu diye. Şimdi çözdüm. “Hikmet abi, ne yapıyorsun?” “Mahmut’cuğum, emeklilik işte, ne yapayım.. Günümüzü geçirmeye çalışıyoruz. Sen ne yapıyorsun?” “Ne yapayım Hikmet abi, müteahhitliğe devam ediyorum. Şimdi Rize’ye dönüyorum. Uçağım dört saat sonra. Abicim, seni gördüm ya, nasıl mutluyum bilemezsin.. Hikmet abi, arabadan bir insene.” “Ne olacak Mahmut?” “Abi, arabada anzer balım var. Şimdi uçağa almazlar. Seni görmem iyi oldu, sana hediyem olsun.” “Mahmut, evde bal var, sağol.” “Hikmet abi, bu anzer balı. Hem hediye..” “Mahmut’cum ihtiyacım yok. Sağol. Başka birine ver.” “Abi, hediye diyorum, bi gelsene..” Bu arada Deniz, “hadi gidelim, adamı gözüm tutmadı” diyor yavaşça. Deniz’e çıkışıyorum, “ adam iyi niyetli.” DINNNNN.. O anda kafamda yıldızlar, şimşekler çakıyor. Zaman hızla geri sarıyor.
Sırf Bekir Coşkun’u okumak için bir zamanlar Cumhuriyet’in dışında Hürriyet’i de alıyordum. Neyse, burafı teferruat.. Yanlış hatırlamıyorsam Hürriyet’te yazmıştı. Cumhuriyet’te de olabilir. Bekir Coşkun’un yazısının başlığı, “Bu Ülkeye Başbakan Olacak Adamı Buldum..”du, ya da buna benzer. Çok zaman oldu. O yazısında, uyanık birinin, Bekir Coşkun’a yaptığı bal satışı ve onun güzel anlatımı aklıma geldi. Arabadan inmedim. Mahmut çok sinirlendi. “İyilik de yaramıyor” deyip, arabanın camına kuvvetlice vurarak uzaklaştı. Deniz, “bekleyelim, uzaklaşsın” dedi. Biraz bekledikten sonra hareket ettik. Bir kilometre kadar ilerlemiştik ki, yolun sağında Mahmut’un arabasını gördük. Bir adamın koluna girmiş, kendi arabasına doğru götürüyordu. Gülerek izledik. Deniz beni tebrik etti. “Nasıl oldu da sen bu tuzağa düşmedin” dedi. Karım, bu konularda beni çok saf bulur, dalga geçer. Haksız da değil. “Bekir Coşkun sayesinde oldu” dedim. Bekir Coşkun’un o yazısını hatırlattım. Deniz de yazıyı hatırladı; gülmeye başladık. Güncelliği hala devam eden bir yazı, ne güzel.. Sen çok yaşa Bekir Coşkun..
Olaydan iki gün sonra, Mülkiyeliler Birliği’nde mülakideyiz. Mülaki ne, diyeceksiniz. Biz, yarım asırlık bir arkadaş grubu, her Perşembe, Mülkiyeliler Birliği’nde akşam toplanır, yer içer, sohbet ederiz. Siyaset, tarih, spor konuşuruz. Biraz da magazin.. Onsekiz ondokuz yaşında arkadaş olmuşuz; şimdi yetmiş yaşındayız. Ama öyle bir sohbet olur ki, yaşımızı unutur, yirmili yaşlarımıza döneriz. Sık sık görüştüğümüz için birbirimizi de ihtiyarlatmayız. Bu ne demek diyeceksiniz. Bir keresinde, sekiz on senedir görmediğimiz bir arkadaşımız mülakiye katılmıştı da, bizlerin ona bakışından anladı. “Ne yani, siz bir ihtiyar görüyorsunuz. Ben onbeş ihtiyar görüyorum” diyerek gerçekleri yüzümüze vurmuştu.
Neyse, balcıdan iki gün sonra demiştim ya, mülakide başımdan geçen olayı anlattım. Meğer balcı meşhurmuş. Mülakideki üç arkadaş da bu balcıyla karşılaşmış. İkisi itiraf etti; “ufak meblağlar” dediler. Neyse.. Diğeri, uyandığını ve zararsız atlattığını söyledi ama ufak bir zayiatı olduğundan şüphelendik. Hepsi birden, “sen ne kadar kaptırdın?” diye ağızları kulaklarında bana döndüler. Ben şöyle bir doğruldum; “Bekir Coşkun’un sayesinde kaptırmadım” dedim.
Bir kere daha, sen çok yaşa Bekir Coşkun..
Hikmet Çiner
31 Ekim 2019 Perşembe
kısa bir anı DURHAN....
Durhan’la nasıl tanıştığımı
hatırlamıyorum ama çok kısa sürede kaynaştık ve uzun yıllar arkadaşlığımız
güzelleşerek devam etti. Durhan’la ilgili yazacağım o kadar çok şey var ki..
Bizim evde Durhan, Serdar,
ben oturmuş sohbet ediyorduk. Sanırım Ocak ayı, yıl 1984. Mart ayında yerel
seçimler var. Aynı anda Serdar’la birlikte Durhan’a, “neden Osmancık’ta
belediye başkanı olmuyorsun?” dedik. “Zor” dedi. “Zaman kısa, hem para da lazım.”
Durhan’a, “hocam” derdik. “Hocam” dedik, “biz maaşlarımızdan biraz yardımcı
olsak.” Güldü, bizim bu konudaki bilgisizliğimizle dalga geçti. Israr ettik;
“belki Osmancık’ta da sana destek olanlar olabilir” diye ertesi gün zorla
Osmancık’a gönderdik. Gitmeden önce, İzmir Caddesinde tanıdığım bir mağazadan
Durhan’a giysiler aldık. Durhan, giyim kuşama hiç önem vermezdi. Aday olacaksa,
güzel giyinmesi gerekir.
26 Mart 1984’de Durhan
Osmancık belediye başkanı idi. Çok sevindik. Bir hafta sonra Ankara’ya geldi.
Tabii, seçim propagandaları sırasında üzerindekiler paralanmış. Hemen yine
mağazamıza gittik. Yeni takım elbise, gömlek, ayakkabı, palto, çorap, çamaşır
aldık. Mağaza sahibi hem indirim yaptı, hem de taksit. Durhan’a, “bunların
yanısıra bir de koyu renk bir kumaş alalım” dedim. Kızılay’da Baykal mağazası
var, en iyi kumaşlar onda. Lacivert, takım elbiselik bir kumaş aldık. Kumaşın
tutarı, aldığımız diğer ürünlerin tutarından daha fazla. Bunu, Serdar’la
birlikte, Durhan’a başkanlık hediyesi olarak aldık. Önce itiraz etti, sonra
teşekkür. “Benim terzimde diktirelim” dedim. Benim Bestekar Sokakta bir terzim
var, Nihat Usta. Gittik. Durhan, ölçüden önce, “kaça dikiyorsunuz?” diye sordu.
Nihat Usta, “Hikmet Bey yabancı değil” diyerek bir rakam söyledi. Durhan’ın
gözleri açıldı. Dikiş parası kumaşın iki misli. Israr etmeme rağmen, Durhan
kabul etmedi. “Osmancık’ta da terzi var; bunun beşte bir fiyatına diker” dedi. O
gün yeni başkanı Osmancık’a yolcu ettik. Yapacağı çok iş var.
Aradan iki ay geçmişti ki,
Durhan aradı. Ankara’ya gelmiş. “Akşam bazı partililerle Mülkiyeliler
Birliği’nde olacağım, gel” dedi. Yorgun olduğumu bahane ettim. Ne de olsa yeni
başkan, partilileri ile konuşacakları vardır. “O zaman yemekten sonra ben
gelirim, çok özledim” dedi. Çok geç olmadan geldi. Uykumuz gelinceye kadar
sohbet ettik. Üzerinde, aldığımız kumaştan diktirdiği takım elbisesi vardı. Çok
yakışmış ama kravatını beğenmedim. Benim kravatlarımdan birini seçtik. Güldü,
“amma ayrıntılara takılıyorsun” dedi.
Sabah kalktığımda, balkonda
Durhan’ın elbiselerini gördüm. Havalansın diye takım elbisesini, sandalyenin
kolçaklarına takıp balkona koymuş. O zamanlar, her yerde sigara içiliyor,
kokusu da elbiselerimize siniyordu. Aaaa, ne görüyorum? Pantolonun cepleri
görünüyor; turuncu astar kullanılmış!.. O sırada Durhan da kalkmış, balkondan
elbisesini alacak. “Erken çıkmam gerek, İller Bankası’nda işim var” dedi.
“Durhan, bu ne?” dedim, “bu kumaşa bu cep astarı olmuş mu?” Dedim ya, Durhan
giyim kuşamına, hele ayrıntıya hiç dikkat etmezdi. Bu sefer terziye çok kızdı
ve ağzından baklayı çıkardı. Önceki akşam Mülkiyeliler Birliği’nde, masalarında
gazeteci bir kadın varmış ve kadın, “başkanım, çamaşırınız görünüyor” demiş ama
Durhan buna bir anlam verememiş. Terziye bir kez daha küfretti. “Demek ki,
kadın cepleri görmüş” dedi. Astarın renginin turuncu olması bir yana, cep içine
kadar girmesi gereken asıl kumaş da kısa tutulmuş. Ceket, pantolon ölçüleri iyi
ama bu durum herşeyi bozmuş. “Hocam, gazeteci kadın ‘çamaşırınız görünüyor’
derken kibarlık yapmış” dedim. “Nasıl yani?” dedi. “Turuncu çamaşır olur mu?
Olursa da kim giyer ki?” dedim, güldüm. “Senin cebinin sökük olduğunu, teninin
renginin göründüğünü sanmış” dedim. Bir kez daha şaşırdı. “Turuncu tam ten
rengi olmasa da, kızılderililerin ten rengi” dedim. Önce somurttu, sonra o da
benim kahkahalarıma katıldı. Osmancık’a gider gitmez terziye gideceğini
söyledi. “Ben ona gösteririm, beni rezil etti. Dikiş parasını alıncaya kadar
ona kök söktüreceğim” dedi.
O akşam Serdar da geldi;
bizde oturduk. Ben gazeteyi aldım, okuyor gibi yapıyorum. Benim bu durumuma
alışık değiller. Muhabbet sırasında gazete okumam. İkisinin de bana dikkatlice
baktığını hissedince, yüzüme şaşkınlık ifadesi vererek, “aaa Durhan duy” dedim
ve okudum: “Dün akşam Mülkiyeliler Birliği’nde birlikte yemek yediğim Osmancık
Belediye Başkanı turuncu renk çamaşır giyiyor, çok şaşırdım.” Yazıyı
bitirdikten sonra gülmeye başladım. Neyse, anladılar tabii benim uydurmam
olduğunu ama Serdar olayı öğrenmek istedi. Anlattık. Bunu öğrenen Serdar, gülme
krizine girerken Durhan’a, “elbiseyi aldığında görmedin mi?” dedi. Durhan,
“amaan, bu Hikmet olmasa eskiyinceye kadar da görmezdim” dedi. “Ayrıntıcı
Hikmet’in şerefine..” deyip kadehini kaldırdı.
Bugün Durhan’ın aramızdan
ayrılışının yirminci yılı. Onları hatırladıkça burnumun direği sızlıyor. Ne
güzerl arkadaşlıklarmış meğer..Çok özlüyorum ama hep güzel anıyorum. Bugün de
sizinle güzel bir anımızı paylaştım.
Hepinize sevgiler..
Paylaşacağımız güzel anılarımız çok olsun.
Hikmet Çiner
29 Ocak 2018 Pazartesi
Torunlarıma
Sevgili Torunlarım,
Hayat başlayınca yarış da başlıyor.
Önce minik adımlarla kendinizi sürekli geliştirecek , iyi bir
eğitimle büyük ve güzel hayat mücadelesinde yarışa hazır hale geleceksiniz.
Sonra asıl yarış pisti olan çalışma hayatınızda her türlü rekabet ve mücadele
ile karşılaşacaksınız.
Ne daima şanslı, ne daima şanssız; ne daima başarılı, ne daima
başarısız, ama daima dimdik ayakta olacaksınız. Karamsarlığa ve ümitsizliğe
kapılmadan, çok çalışarak , kendinize ve çevrenizdeki herkese sevgi ve güven
duyarak yürüyeceksiniz.
Doğa daima dostunuz olacak. Bileceksiniz ki o, kendisi de ‘doğal
bir güç olan emek gibi, zenginlik ve kullanım değeri yaratacak’.
Aksilikler ve olumsuz durumlar her an, hatta bazan başarıya en
çok ihtiyacınız olduğu bir sırada karşınıza çıkabilir. Güzel tesadüfler ve
beklenmedik destekler de.
Yeter ki tüm güçlükleri, kendinizi, çevrenizdeki herkesi ve
hayatı daha çok severek aşacağınıza olan inancınızı yitirmeyin.
Hiç ‘kararmasın sol memenizin
altındaki cevahir.’
Yarın her şeyin sevdiğiniz herkes için çok güzel olacağına daima
inanın.
Göreceksiniz, öyle olacak …
Dedeniz
23 Mart 2015 Pazartesi
Bir Anı- Yıkarız Konakları
Çocukluğumuzda lüks olarak kabul edilen radyolu yıllarımızın sonunda, Amerika'da, Avrupa'da modası geçmiş renksiz televizyon teknolojisini bizim gibi az gelişmiş ülkelere kakaladılar gelişmiş ülkeler.
Sonra, emperyalistler yeterli kârı elde etmiş olduklarına inanmış olmalılar ki, o teknolojinin hepsi, doğru çöpe, bu defa bize renkli televizyon teknolojisini sattılar. Kârlarına kâr eklediler.
Biz de milletçe, büyük bir memnuniyetle renkli televizyonun keyfini sürmeye başladık, hiç şikayet etmeksizin.
İşte o yıllarda birgün, İstanbul'da Bostancı'da babamın evindeyiz
Akşam yemeğimizi yemiş, mutfağı toparlamış, her akşam yemeği sonrası çay içme alışkanlığımız doğrultusunda çayımız demlemiş bir yandan sohbet edip çayımızı yudumlarken bir yandan da televizyon seyretmekteyiz.
Birden annemin heyecanlandığını farkettim.
"Aaaa! Bunlar benim çocukluğumda Bolu'da Gü....'lerin konağını basan adamların giydiği kıyafetler"
Televizyona dönüp bakıyorum. Ekranda Aydın efeleri, harmandalı oynuyorlar.
Annem tahminen 6 yaşında. Yıl 1920. Kurtuluş savaşına karşı, Bolu 'da isyanı patlak vermiş. Kuvvacılar isyanları bastırıyor. Padişah yanlısı zengin ailelerin konaklarını başlarına yıkıyorlar
Annem o konağın sahibinin küçük kızı ile yaşıt ve arkadaşı.
Gü....'ler, daha mütevazi komşu bir aile olan annemin baba evine sığnıyorlar, çoluk çocuk.
Annem Bolu'lu olduğu için çocukken Bolu'ya giderdik, anneanneme.
1960 lı yıllarda o konak hâlâ duruyordu. Annemlerin baba evi de...
"Bize de derler Çakıcı,
Yar fidan boylum
Yıkarız konakları"
KUTLU
Sonra, emperyalistler yeterli kârı elde etmiş olduklarına inanmış olmalılar ki, o teknolojinin hepsi, doğru çöpe, bu defa bize renkli televizyon teknolojisini sattılar. Kârlarına kâr eklediler.
Biz de milletçe, büyük bir memnuniyetle renkli televizyonun keyfini sürmeye başladık, hiç şikayet etmeksizin.
İşte o yıllarda birgün, İstanbul'da Bostancı'da babamın evindeyiz
Akşam yemeğimizi yemiş, mutfağı toparlamış, her akşam yemeği sonrası çay içme alışkanlığımız doğrultusunda çayımız demlemiş bir yandan sohbet edip çayımızı yudumlarken bir yandan da televizyon seyretmekteyiz.
Birden annemin heyecanlandığını farkettim.
"Aaaa! Bunlar benim çocukluğumda Bolu'da Gü....'lerin konağını basan adamların giydiği kıyafetler"
Televizyona dönüp bakıyorum. Ekranda Aydın efeleri, harmandalı oynuyorlar.
Annem tahminen 6 yaşında. Yıl 1920. Kurtuluş savaşına karşı, Bolu 'da isyanı patlak vermiş. Kuvvacılar isyanları bastırıyor. Padişah yanlısı zengin ailelerin konaklarını başlarına yıkıyorlar
Annem o konağın sahibinin küçük kızı ile yaşıt ve arkadaşı.
Gü....'ler, daha mütevazi komşu bir aile olan annemin baba evine sığnıyorlar, çoluk çocuk.
1960 lı yıllarda o konak hâlâ duruyordu. Annemlerin baba evi de...
Yar fidan boylum
Yıkarız konakları"
KUTLU
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)