17 Ocak 2009 Cumartesi

Mülkiyelilik

Kaymakam Beyin Rozeti

Yıl, 1978.
O yılki programımda, Doğu ve Güney Doğu bölgesinde olmanın verdiği avantaj ile memleketimin hiç görmediğim yerlerini görmek ve insanlarını tanımak istiyorum.
Yolum, Yüksekova'ya düştü. Teftiş ve birkaç soruşturma dan sonra dönüş için müsaade istemiştim ki, gelen telgraf hayallerimi suya düşürdü. Çünkü, telgraf iki cümleden ibaretti:"Postadan gelen evrakı bekleyiniz."
Mecburen, iki hafta daha bekledim.
Gelen evrakla beraber, yolumuz çevrildi bu defa Esendere' ye.
İran hududunda derin bir vadide yer alan Esendere hudut kapımızda soruşturmayı tamamladıktan sonra, tekrar Yüksekova'ya dönüyorum.
Aşağı yukarı 3 ila 5 km gitmiştim ki, Emniyet Bölgesi içinde olmamız dolayısıyla Jandarma tarafından durduruldum ve ufak çapta bir arama ile bazı suallere tabi tutuldum. Jandarma erinin araması ve sualleri bitince bu defa ben ona sordum.
-Ne arıyorsun evladım ?
-Ben bilirim abi ne aradığımı.
-Mesela?
-Kaçak eşya.
-Nedir kaçak eşya? Bak burada bir fotoğraf makinası, bir radyo var.
Bunlar sence kaçak mı ?
Jandarma eri, baktı ki sorular biraz karışık ve gerisi geleceğe benziyor, işi uzatmadan:
-Abi, hadi sen yoluna devam et. Hem zaten sen de "Kaymakam Beyin Rozeti" nden var!
demesi üzerine, bu yiğit ve dikkatli Anadolu evladını hayırlı tezkereler dileyerek yanaklarından öptüm ve yakamdaki Mekteb-i Mülkiye rozetini şöyle hafifçe okşayarak yoluma devam ettim.

Bahri ÖKTEM (1971)
***

Bir Rozet Hikayesi Daha

Bahri'nin rozet anısını okuyunca benim de aklıma bir tane geldi.
Okulun birinci ya da ikinci sınıfındaydım. Hani otobüste özellikle sol elimizle askılara tutunup gittiğimiz ya da Kızılay'da sol omuzumuz önde yürüdüğümüz, sessiz naralar attığımız zamanlar.
Biz Seha Merayların, Cahit Talasların, Mümtaz Soysal'arın öğrencileriyiz diye.
Konya'dan bir mahalle arkadaşımın -ki onlar Akademiliydi- birbirleriyle nişanlı olan arkadaşlarıyla tanışmıştım; kızın adını hatırlamıyorum, babası Yalçın DOKUZOĞUZ'du. (Bana devrem demişti -o 49 mezunu ben 49 doğumlu.-)
Yalçın amcanın -belki de ağabey demeliyim- nefis bir rozeti vardı. Oltu taşına altın kakma bir rozet. Ama öyle sıradan kuyumcularda satılanlardan değil. Rozetin tüm şekilleri haritası, MM si vb. Oltu taşına oyulmuş, altın bölümler içine yerleştirilmiş bir rozetti. Üstüne elinizi sürdüğünüzde herhangi bir pürüze takılmıyordu. Yüzümü kızartıp bir gün onu bana verip veremeyeceğini sordum bana şu anısını anlattı.
Erzurum'un bir ilçesinde kaymakamken 50li yıllarda; bir ustadan bu rozeti yapmasını istemiş. Aradan çok uzun süre geçmiş nerdeyse ısmarladığını unutacakken, usta çıkagelmiş kaymakamlığa rozetle. Yalçın amca hemen cebine davranmış parasını verecek, usta demiş ki: Kaymakam Bey, bu rozete para vereceksen maaşın yetmez ama sana hediyem olsun.
Bu nedenle rozetini bana vermedi Yalçın amca.
Ama geldik 70lerin sonları ya da 80 lerin başına. Emlak Kredi Teftiş Kurulunda Başkan Yardımcılığına vekalet ediyorum. Bir kardeşimiz de Erzurum' a teftişe gidiyor. Tayfun Bilgili. Adettendir üstad bir istediğin var mı diye sorduğunda hemen böyle bir rozet istedim. Tayfun kendine de yaptırmış. Şimdilerde de –ceket giyersem- o rozeti takıyor ve Yalçın amcayı anıyorum.
Yaşıyorsa daha uzun yaşlar, değilse ruhu şadolsun.
Nevzat Üner

***
MÜLKİYELİ OLMAK (1)

Tam hatırlamııyorum ama 1967 veya 68 yılının şubat ayı idi.Tatil vesilesiyle ailemin yanına Balıkesir'e gitmiştim.Tatilimin 3. veya 4. günü sabahı telefon sesiyle uyandım.O tarihlerde telefon sahibi olmak kolay değildi.Zaten bizde telefon sahibi değildik ve çalan telefon rahmetli babamın emniyet başkomiseri olması dolayısıyla eve bağlanmış polis santrallı telefondu.Başkomiser deyip geçmeyin.O dönemde şimdiki gibi müdür bolluğu yoktu.Koskoca Balıkesir şehrinde bir emniyet müdürü,bir emniyet müdür yardımcısı,bir emniyet amiri üç şubeye (1.şube,2.şube ve 3.şube) bakan üç başkomiser ve 6-7 komiser ile 10-15 civarında komiser muavini vardı.Polis teşkilatına ait sadece üç araba mevcuttu.Ama herşey sakindi.
Neyse..Odamın kapısı açıldı ve rahmetli annem endişeli bir bakışla babamın beni hemen beklediğini söyledi.Arkasından da ilave etti.
"Ne halt ettin yine?"
Acaba ne halt etmiştim.Düşündüm.
Ankara'da heyecanlı günler geçirmiştik.En son olayım Dernek Başkanı Uluç Gürkan'ın önderliğinde bizim fakülteden Kızılay'a kadar olan bölgede üzerinde Atatürk'ün bir resmi olan ve "Mağdur Milletler Zalimleri Er Geç Mahv Ve Perişan Edecektir" "SBF Öğrenci Derneği" yazısı bulunan afişleri yapıştırmaktı.Yapıştırmanın son zamanında Fransız Kültür Merkezi civarında ben ve zannediyorum ya İsmail Hakkı Belgin ya da Turan Kayaoğlu bir sivil polis arabasına nazikçe (!) bindirilmiştik.Allah'tan sevgili Uluç imdadımıza koşmuş ve ne zamandan beri Atatürk'ün resmini ve sözlerini içeren afişlerin yapıştırılmasının yasak olduğunu sivil polislere bağırarak sormaya başlamıştı.Tabii polisler tedirgin olmaya başladılar.Bağırmaları duyan halk toplanmaya başladı.İşlerin karışmasından istifade eden Uluç'da bizi arabadan çıkarttı.O hengameden yararlanarak dolmuş ve taksilere atlayıp okula kaçtık.
Bunu niye anlattım.Çünkü bu afişlerden birini Balıkesir'e gelirken beraberimde getirmiş ve mezunu olduğum Balıkesir Lisesi içinde herkesin kolaylıkla görebileceği bir panoya asmıştım.Panoyu asarken eskiden talebesi olduğum Lise Müdürü geldi ve bana bu afişi asmanın doğru olmadığını nazikçe söyledi.Ben de hemen Uluç'tan aldığım dersi hatırlayarak nazikçe kendisinin Atatürk'e karşı olup olmadığını,ne zamandan beri Atatürk afişi yapıştırmanın suç olduğunu sordum.Adamcağız ne yapacağını bilemedi ve yanımdan ayrıldı.
Acaba yediğim halt bu muydu?
Vilayet binasına gittim.O tarihde Emniyet Müdürlüğü de diğer birçok müdürlük gibi Valilik binasındaydı.Babamın odasına girdim.Bana şöyle bir baktı ve gel benimle diyerek yürümeye başladı.Emniyet Müdürünün odasına geldik,kapıyı çaldı ve içeriye girdik.
Odada masanın arkasında gözlüklü,orta yaşlarda bir adam oturuyordu.Beni oradaki bir koltuğu işaret ederek oturttu.Babam ayakta kaldı.
"Dün akşam nerdeydin?" sorusunun Emniyet Müdürünün ağzından çıkması beni rahatlattı.
"Emek sinemasındaydım" cevabını verdim.Hakikaten de oradaydım.Güzel bir fim vardı.Onu seyretmiştim.
"Seni başka yer de görenler var." diye ilave etti.
Birden bire belki de haklı olmanın verdiği duyguyla babama karşı sert bir şekilde " Sinemadaydım.Oradan da eve geldim.Geliş saatimi biliyorsun"dedim.Hatta film arasında sinemanın sahibi Ahmet Dönderdi ile sohbet ettiğimi de ilave ettim.
Emniyet Müdürü bana dönerek babamla böyle sert konuşmamam gerektiğini,hakkımda ihbar olduğunu ve dün gece 52 evler semtinde yollara "6.ncı Filo Go Home" yazan kişinin ben olup olmadığını bu ihbar yüzünden araştırdıklarını söyledi.
İyice sinirlenmiştim.
Ben Mülkiyeli'yim dedim.Sonra da Ankara'da öğrendiklerimi sıralamaya başladım.
"Ben Ankara'da yollara yazılar,duvarlara afişler yapıştırdım.Bunun cezası belediyeye ödenecek bir temizlik parasıdır.Eğer gerçekten yapsaydım söylerdim.Hele haklı bir konuda yazılmış bir yazıyı yazan ben olduktan sonra katiyetle inkar etmem,bilakis şeref duyar cezamı da öderim" dedim.
Emniyet müdürü babama baktı.Babam titrek bir sesle "benim oğlum yalan söylemez"dedi.
Emniyet müdürü gürledi.
"Rasim bey o senin oğlun olduğu için değil Mülkiyeli olduğu için böyle bir basit konuda yalan söylemez"
Arkasından masanın üzerinde duran bir zarfı aldı,açtı ve içinde ki fotoğrafları benim önüme sürdü.
Cengiz Özkan afiş yapıştırırken,bir mitingde bağırırken,yürürken,Tuslogu taşlarken.....
"Biz senin Ankara'daki yaşamını biliyoruz."
Ankara'da duvarlara afiş yapıştırdığımı söylememin ne kadar önemli olduğunu o anda anladım.
Emniyet Müdürü bana 'ben de Mülkiyeliyim.Mülkiyeli ülkesi için iyi olduğuna inandığı şeyleri yapar ve bundan dolayı da pişman olmaz,yalan söylemez.bravo sana' dedi.Sonra babamın beni yalnız bırakmasını istedi.Bize çay söyledi.Gördüğüm gibi hakkımda dosyalar olduğunu,takip edildiğimi dolayısıyla dikkatli olmam gerektiği hususunda bana tavsiyelerde bulundu.Başım sıkışırsa Ankara'da temas kurabileceğim yine Mülkiyeli bazı polis şeflerinin ad ve adreslerini vedi ve beni uğurladı.
Bayağı duygulanmıştım.Bizim Ankara'da tanıdığımızı zannetiğimiz polislere hiç benzemiyordu.Babama ismini sordum ve adını Hüseyin Talu olduğunu öğrendim.
Daha sonra Ankara'da ya valilik ya da Emniyet Müdürlüğü yaptığını hatırlıyorum.
Daha sonraları beni ihbar edenin bizim eve girip çıkan ve babamın yanında çalışan bir sivil polis olduğunu babamdan yıllar sonra öğrendim.Niye beni ihbar ettiğine gelince gerçekten yazıları yazanlar hakkında bir fikir sahibi olmayan bu şahıs benim Mülkiyeli ve her Mülkiyelinin de potasiyel bir komünist olduğundan hareket etmiş.Her halde babama karşı da bir problemi vardı ki buna cesaret etmiş.Neyse benim olaydan sonra uzak bir yere tayin etmişler.
Yine babamın ifadesiyle emniyet Müdürü çok erkek adammış.İsteseymiş bu araştırmalara girmez ve bana çok çektirir ve istikbalimle oynayabilirmiş.Doğrudur seneler boyunca neler gördük.
İşte sevgili arkadaşlar.Bu da Mülkiyeli bir emniyet Müdürü.....
Sevgilerimle.
Cengiz Özkan
***
MÜLKİYELİ OLMAK (2)

1971 yılının kabuslu günleri devam ediyordu.Yurt kapatılmış,bizlerde bekar evlerinde sığınabildiğimiz yerlerde yaşama savaşı veriyorduk.Protesto amacıyla alınan karar gereğince yıl sonunda birçok arkadaşım gibi bende sınavlara girmedim ve tabi olarak bütün derslerden güz dönemine kaldım. Her neyse güz dönemi geldi,sınavlara girdik ve bende mezun olmuş oldum.

Okulu bizden önce bitirmiş arkadaşlar bize hemen müfettişlik sınavlarına (Hesap uzmanlığı,kontrolörlükler dahil) girmemizi ve en iyi oralarda para kazanıldığı tavsiyelerinde bulundukları için gözü kapalı olarak o arada hemen hemen birkaç gün arayla açılan Maliye ve Çalışma Bakanlığı müfettişliği sınavlarına girdim ve derhal aklımda olan bilgilerle bu tür sınavların kazanamayacağımı da anladım.

Ders çalışmak bahanesiyle hazır oluncaya kadar bu tür sınavlara girmemeye karar verdim.Uzun sözün kısası zamanımın büyük bir kısmını Mülkiyeliler Birliğinde geçirmeye başladım.Memur olan babam normal geçim standartının altında bir para havale edebiliyordu ve ben de onunla yaşamaya çalışıyordum.

Hangi nedenle bilmiyorum ama kız arkadaşlarımdan Ayşegül Özbay' la da işsiz olduğumu konuşmuş olmalıyım ki birgün bana babasından randevu aldığını ve ertesi gün Maliye Bakanlığında olmam gerektiğini söyledi.Babası Muhsin Özbay Bakanlık müşaviriymiş.Sonradan öğrendim o devirde Bakanlık Müşavirliği neredeyse Müsteşar düzeyinde ve sadece iki kişi bakanlık müşaviri.Bakanlıkta bir müsteşar, bir Hazine genel sekreteri ile üç tane de müsteşar yardımcısı var. Yani Müşavirlik makamı sonradan gördüğümüz kızak makamı değil.Buradan hareketle de Kurullarda niye Müsavir Müfettiş,Müşavir Hesap uzmanı,Müşavir Murakıp olduğu anlaşılıyor.Sonradan müşavirlik teriminin ayak altına düşmesi nedeniyle Kurullarda da bu ünvan kaldırıldı. Neyse biz hikayemize dönelim.

Denilen saatte Bakanlığa gittim ve hepimizin tanıdığı o eski Maliye Bakanlığı binasının haşmeti karşısında ilk defa görenlerde olduğu gibi ben de çok etkilendim. Neyse beni Muhsin Bey'in odasına soktular.Yaşlı ve haşmetli bir adam büyük ve işlemeli,cilalı tahtadan yapılmış bir masada oturuyor ve bazı kağıtları imzalıyordu.Odada eski tarzda deri koltuklar,büyük bir toplantı masası, Atatürk resmiyle birlikte duvarlara asılmış birkaç tablo ve bir de kütüphane vardı.

Musin Bey bana oturmamı işaret etti ve imzaladığı kağıtları bana göstererek ne olduğunu hakkında bir bilgim olup olmadığını sordu.

Kağıtların üzerinde resime benzeyen bazı şeyler vardı ve Fransızcaydı.Tabi ki ben hiçbirşey anlamadığımı dürüstlükle ifade ettim.O da bunların Fransızlardan alınan bir borç için hazırlanan senetler olduğunu izah etti.Sonra odacı için bir zile bastı ve gelen odacıya bize çay getirmesini söyledi.Çaylar hemen geldi,bu arada o da imza işlemlerini bitirip kağıtları odacıya verdi.Bu zamana kadar benim orada bulunma sebebim ile ilgili hiçbirşey konuşmamıştık.Bana şöyle derinden süzücü bir bakışla baktı ve "demek işsizsin" dedi.Daha ben ağzımı aşıp tek kelime söyleyinceye kadar masanın yan tarafında bulunan birkaç telefondan birini aldı ve bir düğmeye bastı ve hemen konuşmaya başladı.

"Nasılsın Feyyaz'cığım."
Herhalde karşıda ki şahıs bir cevap verdi.Muhsin Bey devam etti.

"Azizim bu ülke batıyor.Yanımda bir Mülkiye mezunu var.İşsiz.Düşünebiliyor musun nereye gidiyoruz."

Ben hiçbirşey söyleyemeden dediklerini dinliyor ve ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.Ne de olsa körü körüne girdiğim müfettişlik sınavları haricınde iş arama ile ilgili hiçbir çaba göstermemiştim ve bu konuşma beni bu bakımdan biraz sıkıntıya sokmuştu.

Muhsin Bey konuşmasını bitirdi ve bana konuştuğu kimsenin Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürü Feyyaz Sancar olduğunu ve hemen beni beklediğini söyledi.(Genel Müdür Başyardımcısı da olabilir.Tam hatırlıyamıyorum)

Odacısını çağırdı ve odacı beni Feyyaz Bey'in odasının önünde Feyyaz Bey'in odacısına teslim etti.Kapıyı çaldık.Orta boylu gözlüklü bir beyefendi beni ayakta karşıladı ve oturacağım bir koltuk gösterdi.Oda Muhsin Bey'in odasına benziyordu.Burada da çay söylendi ve ben yine hiçbirşey söyleyemeden Feyyaz Bey aynı Muhsin Bey gibi yandaki telefonlardan birisini alarak karşısında ki kişiye aynen<_script /><_script />

"İnanmayacaksın Behiç Bey ama yanımda Mülkiye mezunu bir genç var iş bulamamış.Nereye gidiyoruz.Kasıtlı olarak bizim gençlere iş vermiyorlar.Mülkiyeyi yok etme çalışmaları bayağı hızlanmış."

Telefonu kapattıktan sonra bana döndü ve Behiç Bey'in Genel Müdür Yardımcısı olduğunu şimdi beni onun yanına göndereceğini söyledi.Bu arada kapıdan biri girdi.Ona da Mülkiyeyi bitirenlerin artık iş aramak zorunda kaldıklarını ve durumun kötüye gittiğini söyledi.Sonradan bu kişinin de o tarihlerde Bütçe Genel Müdür Yardımcısı olan Ertuğrul Kumcuoğlu olduğunu öğrendim.

Feyyaz Bey'in odacısı beni birkaç koridordan geçirdikten sonra üst katlarda bir odaya götürdü.Herhalde ortada diğer odacıyı göremediğinden olacak kapıyı çaldı ve Feyyaz Beyin misafirini getırdiğini söyledi.

Uzunca boylu,ince,gözlüklü bir kişi benim elimi sıktı.Kendini takdim etti.Adının Behiç Erdem(soyadın da yanılmadığımı tahmin ediyorum.Sonradan Sayıştay Üyeliğine seçilmişti.)olduğunu ve benim ona bağlı Emeklilik Şubesinde çalışacağımı söyledi.Ben şaşkın bir şekilde ne zaman çalışmaya başlayacağımı sordum.Birisini çağırdı.Benden birkaç evrak istediler ama önemli olan iki tanesini(zannediyorum birisi nüfus örneği öbürü de mezuniyet belgesi idi) hemen getirmemi böylece ertesi gün işe başlayacağımı söylediler.Aylardan Şubattı ve 29 çekiyordu.Ayın 27 sindeydik.29 unda işe başladığım takdirde Mart ayının maaşını hemen alabilecektim.Aksi halde yeni mali yıl 1 martta başladığından maaşımı ancak Nisan başın da alabilecektim.

Belgeleri getirip teslim ettim.Behiç Bey beni odasına çok yakın bir odaya götürdü kapıyı açtı.Oda da 5 kişi vardı.(bunlardan birisi Bizim Ertuğrul Tiftikçioğlu idi).Onlara beni takdim etti ve beraber çalışacağımızı söyledi.Odadakilerle tanıştıktan sonra çıktık.Ben odada bana masa olmadığını söyledim.Cevabı aynen şu oldu." Bir Mülkiyeli burada da memur olarak çalışmaz.Yarın seninle devre arkadaşı olanlar Maliye müffettişliğinden,hesap uzmanlığından buraya genel müdür yardımcısı olarak gelirler.Onların altında ilerleme imkanı olmadan burada kalman seni ezer.Onun için masaya filan gerek yok.Arada bir görün.Diğer zamanlarında evinde ders çalış ve müfettişlik sınavlarına hazırlan."

Böylece Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü Emeklilik Şubesi 1 inci mümeyyizi olarak çalışma hayatına başlamış oldum.Ünvanın haşmeti çok hosuma gitmişti.Gerçi netice olarak memurluktu ama ünvan çok güzeldi.

Gel zaman git zaman çok kısır bir döneme girmiştik ve doğru dürüst bir sınav açılmıyordu.Açıkçası evde de canım sıkılmaya başlamıştı.Behiç Bey'e çok ısrar ettim.Netice de odaya bir masa daha ilave edildi ve bende emeklilik şubesinde bizzat çalışmaya başladım.Çalışma dediysek haftada bir on-obeş dosyaya bakıyordum.Emeklilik şubesi Emekli sandığı ile birlikte çalışıyordu.Benim yaptığım iş 25 yıllık emeklilik süresini doldurmadan vefat edenlerin eş ve yetimlerinden gelen dilekçelerini bir dosya açarak üstüne hak sahibinin ismini yazmaktan ileri gitmiyordu.Bu dosya daha sonra TBMM ye gidiyor ve Dilekçe komisyonunda çalışma süresinin emeklilik tarihine yakınlık dercesine göre hak sahibine emekli,dul ve yetim maaşı bağlanmasını sağlıyordu.

Bir gün Kaya Bey (Mülkiyeli olmayan bir diğer Genel Müdür Yardımcısı) beni çağırdı ve telaşlı şekilde Müsteşar yardımcısı(Maalesef şu anda ismi aklıma gelmiyor.Maliye Müfettişi kökenli ve Sıvaslı bir Mülkiyeliydi.Kızı da bizim zamanlarımızda bizim okuldaydı.İsmide galiba Şule idi.) nın beni çağırdığını söyledi.Hemen gittim.Kapıdan girer girmez kükredi."İki tane dosyayı düzenlemekten acizsiniz.Hazırladığınız dosya ile hak sahiplerinin dilekçeleri birbirini tutmuyor.Bu ne biçim iş yapmak..."

Ben birşey söyleyemedim.O yine bağırarak bu dosyaları alıp gözden geçirip düzelterek akşama kadar geri getirmemi,hata olursa ne yapacağını bildiğini söyledi.

Ben dosyaları alıp dışarı fırladım ve doğru eve gittim.Mülkiye rozetimi takıp dosyaları da düzenledikten sonra akşam 5 civarında odasına gittim.Odacısı biraz sonra geleceğini ve beklemem gerektiğini söyledi.Zannediyorum saat 7 ye doğru geldi.Paltosunu çıkartırken beni gördü ve aynı anda gözünün rozetime takıldığını farkettim.Odacısına bize çay getirmesini söyleyerek beni kolumdan tutarak odasına soktu ve bir koltuğa oturttu.

İlk sözü "demek Mülkiyelisın. Ne işin var emeklilik şubesinde " oldu.Arkasından aynı Behiç Bey'in bana sözlerini tekrarladı ve eğer üç ay içerisinde beni yine memur olarak görürse her bakımdan beni hiç affetmeyeceğini ve de benden utanç duyacağını söyledi.Ben cesaret bularak sınavlara hazırlandığımı ifade edince telefon açıp birisiyle konuştu ve Bakanlıkta iki ay sonra Bankalar Yeminli Murakıplığı,daha sonra da Hesap Uzmanlığı ve Maliye Müfettişliği sınavlarının açılacağını,kendisinin Maliye Müfettişliğinden geldiğini benimde Müfettiş olmamdan memnun olacağını ama Hesap Uzmanlığı ve Yeminli Murakıplığın da fena olmadığını izah etti.

Ben cevap olarak muhakkak bunlardan birisini başaracağıma dair söz verdim.O zaman getirdiğim dosyalara bakmadan hepsini bana geri verdi ve iyi şanslar dileyerk bana güvendiğini belirtti.

Artık yapacak birşey kalmamıştı.Eve kapanıp çalışmaya başladım ve ilk açılan Bankalar Yeminli Murakıp Muavinliği sınavına girdim ve kazandım.

Bugün bilmiyorum.Eğer yukarıda bahsettiğim kişiler bana Mülkiyeli olduğum için bu destekleri vermeselerdi acaba şimdi olduğum yerelere gelebilirmiydim? Herhalde hayır.Belki başka bir yöne giderdim ve başka bir hayatım olurdu.

Evet Mülkiyeli olmak çok güzel.Size kapılar açıyor ama sorumluluklar da yüklüyor.En azından size kapıları açan,yol gösteren abilerinize mahçup olmamak gibi.
C engiz Özkan, 13.2.2008

***
Mülkiyeli olmak kuşaktan kuşağa hiç değişmedi.

Yıl 1995 Muhsin Özbay ın kızı sizin dönemin Ayşegülü genel müdürlüğümüze uzman olarak geldi.Kendisini tanımıyordum sadece Osman Birsenin danışmanıyken bir kaç kez karşılaşmış hazine bürokrasisine hiç uymayan tipi ve tarzıyla dikkatimi çekmiş ve onun o binada bulunması hoşuma gitmişti.Odasına hoşgeldine gittiğimde ayağı kırık bir koltukta oturuyordu.Çok utandım koşarak odama gidip bir koltuğu iterek ona getirdim çok şaşırdı kimseyi tanımadığı bir yerde mülkiyeli bir kardeşinin olduğunu hatırlatmıştım .Ayşegül bunu hiç unutmadı hep anlatırdı.Sonra onunla dost oldum iş arkadaşı oldum ve 2003 yılında kaybedene kadar hep birlikteydik. Birkere çok güzeldi sadece fiziği değil ruhuda güzel ve doğaldı çok zekiydi aynı anda ingilizce fransızca müzakere yapabilirdi ,hırsı da hiç yoktu.Sonra o daire başkanı ben gen müdür yardımcısı olarak 1998 e kadar keyifle çalıştık.Çok kültürlüydü bana çok şey oğretti bardak deseniz size yarım saat bardağın tarihini anlatabilirdi .
Dönem arkadaşınız şimdi Muhsin beyle birlikte cebecide yatıyor ,hala cebeciye gidince onu ziyaret etmeden ayrılamam .Sevgili Ayşegülü sevgi ve saygıyla anıyorum.
Aynur Ataklı, 15.2.2008

***
1971-1979 ARASI FAZIL KAFADAR BASKANLIGINDAKI MULKIYESPOR YONETIM KURULUNDA GOREV ALMISTIK. BASKET VE VOLEYBOL MACLARINA YONETICI OLARAK FAZIL ABIYLE BIRLIKTE, BAZEN DE YALNIZ GIDERDIK.MAC SIRASINDA PEK DE KIMSENIN OLMADIGI SELIM SIRRI TARCAN SPOR SALONUNUN KARSI TRIBUNLERINDE CILIZ BIR SEY DUYARDIK
- MULKIYE-MULKIYE
DIYE
DORT BES SEVIMLI UFAKLIK (7-8 YASLARINDA )BIZE CILGINCA TEZAHURAT YAPARDI...
BU SEVIMLI UFAKLIKARI FAZIL ABI COK IYI BILIRDI....
KULUBUMUZUN KAYAK SUBESININ KARTALKAYADAKI ETKINIGINE ILK DEFA KATILAN BIR BEY OTELDE AKSAM YEMEGI SIRASINDA BIZIM MASADA OTURDU. VE MASANIN UCUNDAN COK HAFIF BIR SESLE TEZAHURAT YAPTI
-MULKIYE - MULKIYE
-BEN COCUKKEN BIZIM EV SELIM SIRRI TARCANNIN YANINDAYDI. HEP SIZIN MACLARA GELIR MULKIYE MULKIYE DIYE TEZAHURAT YAPARDIK.MULKIYENIN NE OLDUGUNU DA BILMEZDIK .KADERE BAK 28 YIL SONRA MULKIYELI OLMAK VARMIS..
DEDI
MURAT ARKADASIMIZ KULUBUMUZUN YENI KAYAKCILARINDANDIR..YESILYURT DEVLET HASTANESINDE DOKTORDUR.
Akın özçekirge 18.2.2008
**

İlk Mektup-Mülkiyelilik
Mektubuma başlamadan önce büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden öperim.
Bana da sabah sabah yukarıdan bir meyil geldi. bu mil zaten bana sık sık gelir. çok eminim size de geliyordur. ama ben yine de yazıya döküp, sizlerle paylaşıyım dedim. meyil şöyle;
MÜLKİYE sadece bir sevda,bir mektep adı degil, bir yaşam biçimidir.
MÜLKİYELİ'lik sadece bir mektep arkadaşlığı yahut sadece tanışık insanların aradabir sosyal tatminine yönelik çay ve sempati (muhabbet)zemini değil,
MÜLKİYELİ'lik asırlık köklü bir çınar'ın bir minik parçası olan minik bir yaprak misali, kökü çok derinlerde bir aidiyet,bir gurur,bir dünya görüşüdür.
Son zamanlarda,bana göre verdiği (veya vermediği) görüntü ile mülkiye'yı giderek köklerinden ve felsefesinden uzaklaştıran bir davranış sergileyen bazı mülkiyeli yöneticiler bizleri şaşkınlığa ve karamsarlıga iterken, MİLLİYET gazetesinde cıkardıgı yazı ile mülkiyenin yurdum insanına hatırlatılmasını, mülkiyenin aynı zamanda bir avuç insanın degil tüm türk insanınında tarihi,geçmişi oldugunu bildiren , dolayısıyla bize de ait olduğumuz kaynagı bir kez daha anımsatan Degerli hocam, Sn başkanımız İ.FEVZİBEYOĞLU'na (soyisme bakarmısınız?harflerini tuğla yapsan bir gökdelen çıkar) VEEE... bu konuda yıllardır bıkmadan, usanmadan, aglaşmadan maddi ve manevi zorluklara rağmen ugraş veren KEL MUZO'muza yürekten selamlar....(bana bak muzo! senin şimdi bana " selam verecegine para ver... gel yardım et oğlum " dedigini biliyorum.oglum benim selamım yürekten, benim yüregim de çooook büyük bunu ben söylemiyorum.- Nur içinde yatsın- annem meryem hanım söylerdi. "10 yavrumun en gözeli koca yürekli yamuk mekan'ım" diye beni severdi. yaaaaa...

Mekan

***

Trenci Müfettiş

1986 yılı yaz teftiş programı ne zaman belli olacak diye heyecan içinde bekliyorduk.

Müfettişliğin en zevkli taraflarından biridir, memleketin değişik yerlerini görmek heyecanı.
Her yıl başka bir memleket köşesini görmek, ayrı bir zevk verir insana. Müfettişler dört gözle beklerler teftiş programını.
O yıl yaz teftiş programımda bana, Kars ve Akyaka Gümrük İdarelerinin teftişi verilmişti. Genelde böyle uzak yerlere giden müfettişlerin yanına bir de Muavin verirlerdi. Ancak daha henüz bir görevlendirme olmamıştı. Programımdan ve halimden çok hoşnuttum doğrusu. Fakülte yıllarında Kars folklor ekibinde oynamıştım ama oyununu oynadığım yöreyi bilmiyordum. İşte şimdi bu imkanı yakalamıştım. Kars'a gidişi uçakla yaptığım için fazla bir yer görememiştim.
Kars Tayyare Meydanına indiğimde oldukça heyecanlıydım.
İşte Kars'taydım. .
Gümrük Müdürlüğü binası istasyonda idi. Ve belli ki Ruslardan kalma, mükemmel taş bir binaydı. Müdür odasındaki seramik sobayı hala unutamam. Teftişi aşağı yukarı 15 gün içinde bitirdim. Hem de Kars'ı doya doya tadarak. Her taraflarını gezerek, insanlarıyla sohbet ederek.
Programın ikinci ayağında Akyaka Gümrük Başmemurluğu vardı.
Akyaka, eski adı Kızılçakçak olan bu kasabamız, Rus hududunda idi. Ve trenle gitmek gerekiyordu.
Her gün muayyen bir saatte kalkan tren bir saat içinde Akyaka'ya varıyordu. İşin ilginci, Akyaka - Kars arasında çalışan tren, buharlı lokomotifli oldukça eski bir trendi.

Hazırlıklarımızı bitirip, trenin kalkış saatine doğru, zaten gümrüğün çok yakınında olan istasyona vardık ve o güzelim kompartımanımıza geçtik. Kompartımanda 3, 4 kişi idik. Unutmadıysam içlerinden biri de, Akyaka Nahiye Müdürü idi. Üç beş sohbet ediyor, hemen ayağa kalkıp dışarıları seyrediyordum. Ara sıra gözüme kaçan kömür parçaları ve suratıma gelen kor parçaları beni çok rahatsız ediyordu ama keyfime diyecek yoktu. İşte böyle kırk yılda bir gelip trene binersen keyif alırsın, ama sen bu keyfi bir de her gün bu trenle seyahat edenlere sor; Onlar anlatsınlar sana keyif mi eziyet mi?. Onlar için eziyet olduğunu sohbetler sırasında anladım. Meğer sıkıntıları çok büyükmüş trenden yana. Yazın ekinler yanarmış bu trenin attığı çıngılardan, kışın da soğuktan donarlarmış. Öyle işte, acıyı çeken bilir. Hamam da kimse anlamaz dışarının ne denli soğuk olduğunu, bizim ki de o hesap.
O yıl Ulaştırma Bakanımız, sınıf arkadaşlarımızdan Veysel ATASOY idi.
E, artık, sınıf arkadaşın bakan olur da insan hava atmaz mı? Kompartıman arkadaşlarıma, siz merak etmeyin. Ben bu durumu Veysel'e yazarım. Buraya bir dizel lokomotif ve pulman koltuklu vagonlar getirtirim dedim. Onlarda hadi bakalım müfettiş bey görelim seni dediler. Akyaka'ya bu şekilde vardık. Dediğim gibi gümrük hudutta olduğu için karşı tarafı da görmek, hatta yolcuların ve yolun pozisyonuna bağlı olarak, trenle bir miktar Rus topraklarına girmek te mümkün idi. Bu işi Rus trenlerine binerek yapıyordunuz. Bu iki ülke arasında, rayların farklı boyutlarda olmasından kaynaklanıyordu herhalde. Rus trenine binince, Veysel'e mektup yazma isteğim bir kat daha arttı.
Neden, çünkü adamların trenleri hem dizeldi, hem pulman koltuklu idi ve oldukça görkemli idi. Bizimkisi ise, aksıra tıksıra zor giden, hem de yolcusuna eziyet veren bildiğiniz "kara tren"idi. Neden bizde daha iyisi olmasın dı?
Biz Ruslardan neden geri olalım, diye düşüne düşüne teftişi tamamlayıp, İstanbul'a döndüğümün ertesi günü, oturdum, yıllardır kendisini görmediğim, arkadaşım Veysel ATASOY'a bir mektup yazdım. Üstümdeki emaneti yerine ulaştırdım. Gerisi ona kalmıştı artık. O mektubuma bir cevap gelmedi, gelmesine amma...
Aradan birkaç yıl geçdikten sonra; Kars'a tayin olan bir gümrük müdürü arkadaşımla İstanbul'da yaptığımız görüşmede, adımın "Akyaka'da trenci müfettiş" olarak anıldığını, herkesin bana dua ettiğini, sayemde dizel trene kavuştuklarının söylendiğini öğrendim.
Bunda sınıf arkadaşımın büyük rolü olmuştu muhakkak.
Çok duygulanmıştım.
Bu duygulanma da, Mülkiye kardeşliğinin o hiç bitmeyesi "Mülkiyelilik Ruhu"nu, ta içimde hissetmiştim.
Yaşasın "Mülkiyelilik Ruhu"
Bahri Öktem

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder