19 Ocak 2009 Pazartesi

Eski Dostlar

ESKİ DOSTLAR

Sadun Tanju bu kitabında “benim neslimin macerasını hikaye etmek istedim” diyor. Kitabın ismine uygun biçimde sanki bir dostuyla sohbet edercesine yazmış anılarını. Sait Faik, Yahya Kemal, Vala Nureddin, Kemal Tahir, Adnan Saygun, Attila İlhan, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Orhan Veli gibi değerli aydınlarımızdan yola çıkarak yakın geçmişimizi anlatmış. Gönül rahatlığıyla ve hararetle tavsiye ederim okumamış olan arkadaşlara.. Aşağıda kitaptan bazı alıntılar var.

İnsan büyük hülyalar kurmalı, der Sait Faik..
Ondan üç asır önce yaşamış İspanyol meslektaşı Servantes’in İspanyol hayalciliğinin ve erdemlerinin simgesi olarak yarattığı Don Kişot da büyük bir hayalperesttir… Peki, bunları yapabilmek için gücü nedir ki? Servantes bize, insanın büyük bir düşün peşine takılması komik görünse de en büyük güçtür der…
………….

1948’de Doktor Fikret Ürgüp Sait’e: “Bundan böyle sirozla yaşamasını öğreneceksin” demiş ve yasakları saymış: “İçmeyeceksin! Düzenli yaşayacaksın! Yorulmayacaksın! demiş ve cevabını da almış: “Senin dediğin gibi de yaşanır mı lan?

Doktor Fikret onun dünyanın anasını satmaya hazır ruh halini bir hekim olarak izliyordur. “Bak Sait, kendine acımıyorsan bari bizlere acı, öleceksin oğlum! dedikçe hep aynı cevabı alır: “Ölürsem ölürüm lan! Sen şimdi bırak onu! Çıkarabilir misin şu şarkıyı, seninle beraber söyleyelim:
Ena demek bir demek
Duo derler ikiye,
Ben gönlümü kaptırdı
Sokak kızı Kiti’ye...”
………

Yahya Kemal’e göre Nazım çok iyi bir şair, ama ne yazık ki sanatını politik hayallere adamış bir macera adamı. Daha 1928’de Nazım için şu nasihatte bulunur:

‘Hey avanak! Bana bak! Politikayı bırak!.....’
…….
Yahya Kemal’in bilinen tek aşk hikayesi, Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım’a gösterdiği ilginin dillere düşmesi sayesindedir. O sıralarda Heybeli Deniz Harp Okulunda ders vermektedir ve talebesi olan Nazım Hikmet’in annesi, genç ve güzel dul Celile Hanım ile sanat konularında sohbet fırsatlarını hiç kaçırmamaktadır. Bu ilgi çeşitli dedikodulara yol açar. Yahya Kemal birkaç derse gelmese “Celile Hanım’ın aşkı yüzünden intihara kalkışmış” rivayetleri dolaşır. Hatta bir gün talebelerden Necip Fazıl “Efendim, kibrit suyu içtiğiniz doğru mu” diye sorar. Ama bu hikaye bir sonuca varmadan unutulur gider.

Üstad, putperestliğimizden Müslümanlığımıza kadar uzanan zaman içinde ruhlarımızı sarmış olan sesi duyurmaya çalışır. Bir büyücü gibidir gaipten sesler çıkarırken. Şiirinin yarattığı musiki ile, sanki, dağılan sürüsünü kavalı ile toplayan esatiri bir çobandır. Sanki, Sultan Selim Han’ın muhteşem ordusu ile Acem mülkünü ve peygamberler diyarını fethe çıkmış bir yeniçeridir.

İnce, hınzır, insanın içine işleyen bir mizah üslubu vardır Üstad’ın. İspanya’da zengin bir Marki onu Endülüs’e davet eder. Endülüs’e gider güzel bir raks seyretmek için. Üç İspanyol güzeli gelir ortaya .. Müziğin iç gıcıklayan ritmine uygun, yelpaze sallar gibi dönüşler, işveyle açılış ve örtünüşler, al rengin şalda, etekte, göğüsteki gülde, dudakta, yanakta ve kadehteki şarapta her şeye hakim oluşu, gün batarken Endülüs semalarını saran kızıllık, her baş çevirmesi ile bakışları insanın yüreğine ok gibi saplanan kömür gözler…İşte o gece, Endülüs’te Raks şiirinin üç sihirli kelimesi doğmuştur içine: Zil, Şal ve Gül…

“O zamanın parasıyla tam 2000 papele mal oldu” diye bitirir hikayesini. Meğer Marki, o gecenin bütün faturasını Üstad’a yüklemiş.

Esin Soğancıoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder