30 Nisan 2014 Çarşamba

Bir Kısa Hikaye - BAHA

Öncelikle size bir teşekkür edeyim.
Yırtık bir kâğıdı  yapıştırdıktan veya bir koliyi hazırlarken kullandığınız koli bandı için,
-Hay Allah bunu yapandan razı olsun' demişseniz; işte o ettiğiniz dua büyük bir ihtimalle sevgili arkadaşım Baha'ya gitmiştir. Teşekkürüm, canım kadar aziz arkadaşıma ettiğiniz bu dua içindir.
Kartvizitinde 'mühendis' yazar.
Kartını verdiği kişilerin elektrik işlerini yapıyorsa onlar Baha'nın elektrik mühendisi olduğunu düşünürlerdi.  Makine mühendislerinin yapamadığı yapışkan kâğıt, bant, çıkartma gibi ürünleri üreten makinaları ona ısmarlayanlar Baha'yı makine mühendisi sanıyorlardı. Ama kendileri inşaat mühendisidir!
*
Oğlunun okulundan telefon ediyorlar:
-Baha bey telaşa mahal yok ama, yine de bilesiniz oğlunuz ufak bir kaza geçirdi, şu anda falanca hastanede....' dediklerinde,
-Benim işim var, eşime telefon edin, o ilgilensin' diyecek kadar iş manyağı bir adam. (İş manyağı, arkadaşımın kendisi için kullandığı sıfattır.)
*
Baha ünlü bir kişidir. Bu ünün yarısı kendi üstün kişilik ve yeteneklerinin karşılığı; diğer yarısı, benim hayranlık duygularıyla her önüme gelene onu anlatmalarımın sonucudur. İşime yarayan şeylerin yarısını  ondan öğrendiğimi sanıyorum. (Baha'nın bilgisayarı benim kadar bile kullanamaması ise en büyük moral nedenimdir.)
*
Almanya'dan sipariş ettiğim makine, konuşulandan erken geldi. İki yakamın bir araya geldiği hiç olmadı ama  büsbütün kamandım. Ben bütün bu sıkıntıları çekerken birinizden olsun beş lira borç istedim mi?
Ama Baha'dan istedim. Telefon ettim,
-Baha yavrum sıkıntıdayım. Durumun nasıl? Paran var mı?
-Var.
-Nasıl var? Sormayacak mısın 'ne kadar' diye?
-Çok şükür, kötü bir çantacının ihtiyaç duyacağı kadar para bende her zaman vardır.
*
Yukarda, Baha ünlü bir kişidir. Bu ünün yarısı kendi üstün kişilik ve yeteneklerinin karşılığı; diğer yarısı, benim hayranlık duygularıyla her önüme gelene onu anlatmalarımın sonucudur dediğimi hatırlatayım.
Bir gün Baha dükkânıma geldi. Oturuyorken telefon çaldı, Gayyur adlı tembel bir arkadaşım kahve içmeye çağırdı.
-Gayyurcuğum, hani Baha isimli bir arkadaşım var ya, onunla oturuyoruz, kusura bakma şimdi gelemem' dedim.
Biz konuşuyorken  Gayyur göründü, şaşkınlık belirtileri gösterdi ve duyduğum ama anlayamadığım şeyler mırıldandı.  
Baha aniden fırladı, gitmekte olan Gayyur'un önüne dikildi.
-Göster ulan ayak baş parmağını, nasıl ayak baş parmağıymış ben de göreyim!
Gayyur mahvolmuş... Gayyur perişan... Gayyur çaresizlerin en çaresizi...
-Nedir yahu Baha ne yapıyorsun? N'oldu?' dedim.
Baha'nın beni de, ayırmak isteyen diğerlerini de dinlediği yok. Hemen epeyce insan toplandı. Gayyur'u Baha'nın elinden kurtarmaya çalışıyorlar.  Neyse sonunda anlaşıldı: Gayyur,  kendisinden çokça bahsettiğim arkadaşımı merak etmiş, görmeğe gelmiş ve fakat boyunu beğenmemiş!
-Emin'in Baha Baha dediği de bu muymuş? Ayak başparmağım kadar bir şey bu yahu!' demiş.
Dünyanın bütün seslerine açık olan Baha'nın kulaklarından kaçar mı bu?
-Göstereceksin ulan' diyor. Madem ayak başparmağın boyum kadar, ben Bursalıyım ulan, bana göstereceksin...' diye yırtındı durdu.
Hakarete uğrayan Baha. Ama inanın Gayyur için üzüldüm. Bu duruma düşmüş insan gördüğümü hatırlamıyorum.
*
-Yahu Baha bırak artık... Boşver ya!  Hem adamın ayağının başparmağını göreceksin de ne olacak ?' dedim.
-Öpecem yahu, öpecem. Bizim büyüklere saygımız var.' dedi.
*
Baha'yı ben on forma da anlatırım, ama sizin şu sabırsızlığınız yok mu ya, serçe parmak kadar anlatımlara bile tahammülünüz yok, poflayıp duruyorsunuz!
Baki selam ve sevgiler.

Emin ERDEM

Bir Kısa Hikaye - Muavin Bey

Şükür, şimdi de hepten gözümü yumup başımı çevirmiyorum ama anlatacaklarım, aşkî durumlara biraz daha mütemayil olduğum gençlik yani 8-10 yıl öncelerine ait. Kesinlikle aynen vaki. Belki az biraz süslenmiştir; ki bunu da inkâr eden yok.
*
Sıcak bir yaz günü,  minibüsümüz ayakta dikilecek yolcuları da aldıktan sonra yola koyuldu.
Yeniyetme muavin 'paralar' diye seslenince, yolcular inecekleri yeri söyleyip ödeme yapıyorlar.  Ücretler ödenirken,
-Şşşşşt, şurdan bir Topkapı alsana...
-İki Çobançeşme alsana.......               
-Hey ufaklık, İncirli kaç para?
-Baksana! Üç Şirinevler al şurdan...' denilerek hitap edilen muavine birinin,
-Muavin bey, iki Merter alır mısınız?' dediğini duyduk.
Muhtemelen annesi olan bir kadınla beraber önümdeki koltukta oturmakta olan, en fazla en fazla 'muavin bey' ile yaşıt, cici mi cici bir genç kız adayı, hepimizinkinden farklı, kulağa hoş gelen âhenkli bir sesle söylemişti 'Muavin bey, iki Merter alır mısınız?' diye. Hadi bakalım şimdi de para üstünü aldıktan sonra,
-Teşekkür ederim' demez mi?
De varın kendinizi o yeniyetme oğlanın yerine koyun. (Elinizde ise gerçekten koyun ve lütfen hayata ordan devam edin. Söylemeye gerek yok, hanımlar da....)
Oğlan, her baktığında güzel bir yüz görmekten memnun;  kızımız, göya dışarıya bakıyormuş gibi ama.... hissediyor dönüp dönüp kendine bakan gözleri.
*
(...)
Muavine kalsa, Topkapı'ya Edirne üzerinden gidilsin ister!
Ama işte Merter'e geldik bile.
Kızımız -muhtemelen annesi olan kadınla- inme hazırlığında. Muavin gözlerini artık hiç ayırmıyor kızımızdan. Şoföre,
-Merter'de inecek var' diyor, muhtemelen içi kan ağlayarak.
Ve Allah sizi inandırsın, minibüs durunca muavin ayaktaki tüm yolcuları indirdi, genç kız ve yanındaki kadın, kimseye değmek zorunda kalmasın diye...
Kız oğlana şöyle bir baktı...

*
(Gültekin Emre ''Bir kadın kendini bırakarak geçti gitti yanımdan'' diye yazmıştı.)




Emin ERDEM

1.DÜNYA VE KURTULUŞ SAVAŞI YILLARINDA BAFRALI RUMLAR VE DEDEM



Osmanlı İmparatorluğu’nun son yılları, Anadolu’da yaşayan halklar için çok acılı geçmiştir. Savaş, her zaman insanlara acı, gözyaşı ve sefalet getirir. Halklar, geçmiş olayları değerlendirirken, karşılıklı olarak birbirlerini suçlamışlardır. Hepsinin de haklılık payı vardır, ama olayları o günün koşulları içerisinde değerlendirmek gerekir. Yaşananları sağlıklı değerlendirebilirsek halklar arasındaki kardeşliği ve geleceği daha sağlam kurabiliriz.

1912 Balkan savaşında Osmanlı’nın yenilgisi sonucu Balkanlar’da yaşayan 1.500.000’a yakın Müslüman Türk, Arnavut, Pomak, Bosnalı ve benzer gruplar, göç yollarına düşmüş, Trakya, İstanbul ve Anadolu’ya sığınmışlardır. Bu zorunlu göçler sırasında binlerce insan saldırı sonucu mal ve canlarını kaybetmiş, binlercesi de yollarda yakalandıkları çeşitli hastalıklardan veya açlıktan kırılmışlardır.

1.Dünya Savaşı’na Osmanlı Devletinin sokulması, bugün bile büyük hata olarak kabul edilmektedir. Çünkü o günlerde Anadolu, içerisinde çeşitli halkları barındırmaktadır. Özellikle, Marmara ve Ege bölgesi ile orta ve doğu Karadeniz bölgesinde Rumlar,  İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’da ise Ermeniler yoğun olarak yaşamaktadırlar. Dünya savaşı ile beraber Müttefik Devletler, Anadolu’da yaşayan halkları Osmanlı İmparatorluğu aleyhine kışkırtmaya ve silahlandırmaya başlamışlardır. Özellikle doğuda Rus Ordusu ile çarpışan Osmanlı Ordusu, iç kesimlerde örgütlenen ermeni çetelerin yer yer baskınlarına uğramıştır. Bu çeteler bazen Müslüman köylerini de basarak masum insanları öldürmekte, mallarını yağmalamaktadır. Erzurum’da 1981 yılında, Pasinler Kaymakamlığım sırasında toplu mezara gömülmüş, Türk köylülerinin mezarlarını gördüm. Ermeni çetelerinin katliamından kurtulan bir yaşlı adamla konuştum. Acıklı hikayesini kendi ağzından dinledim. Hiçbir olay tek taraflı değildir. Ancak hiçbir neden de insan katliamlarının mazereti olamaz.

Osmanlı bu durumlar karşısında, Ruslar’a karşı arkasını garantiye almak amacıyla 1915 yılında Ermeniler için tehcir kararı almıştır. İç Anadolu ve Doğu Anadolu’daki 1.500.000’a Ermeni tehcir kararıyla, topluluklar halinde Güney’e, Suriye topraklarına göç ettirilmişlerdir. Bu göçler sırasında zaman zaman intikam duygusuyla veya çeşitli nedenlerle saldırılara, bunun sonucu olarak da can ve mal kaybına uğramışlardır. Bir kısmı da yollarda çeşitli hastalıklara yakalanarak veya açlıktan hayatlarını kaybetmişlerdir. Göç eden Ermeni halkının bir bölümü Suriye ve Lübnan’da kalmış, diğerleri ise başta Fransa ve Amerika olmak üzere dünyanın dört bir yanına dağılmıştır.
Dünyaya dağılmış olan Ermeniler, Ermeni Diasporası aracılığı ile 1915 olaylarını, her zaman gündemde tutmaya çalışmakta, Türkleri soykırım yapmakla suçlamakta ve bunu Türk devletine kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Bu ülkede yaşayan hiç kimse yaşananları inkar etmemektedir. Ancak bizim itirazımız soykırım’adır. Soykırımda, kasıt unsuru esastır.1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesinin öngördüğü ve son Bosna Mahkemesi kararında açıkça belirtildiği gibi, soykırım suçunun gerçekleşmesi, bir grubu kısmen ya da tümüyle yok etme kastına bağlıdır. Diğer bir ifadeyle, uluslararası hukuka ait bir kavram olan soykırım, 1915 olaylarına uygulanamaz.
Ermeni Diasporasının kışkırtması ile Yunanistan’a göç etmek zorunda kalan Pontus Rumları da ara ara soykırım iddialarını dile getirmektedir. Bu tümden yalandır. Evet, o bölgelerde de ölümler yaşanmıştır ama Pontus Rumlarının iddia ettiği gibi değildir. Bu haksız ithamlar karşısında, yıllardır aile içerisinde bilinen zaman zaman da kitap ve yerel gazetelere konu olan Dedem’in hikayesini anlatmak, zorunlu hale gelmiştir.

1.Dünya savası çıktığında Dedem Kocaimam’ın İsmail Efendi,  eşi ve 4 çocuğu ile Bafra’da yaşamakta, 5.000 ‘e yakın küçük ve büyükbaş hayvan beslemektedir. Babası iri yarı bir adam ve zaman zaman da imamlık yapması nedeniyle aileye Kocaimam lakabı takılmıştır. Kendisi de babası gibi 1.90 boylarında iri cüsseli bir adamdır. Yazları, Nebiyan yaylasındaki otlaklarına çıkmakta, kışları ise Kızılırmak deltasındaki bugün Sarıköy olarak adlandırılan bölgede konuşlanmaktadırlar. Ayrıca Bafra Tabakhane mahallesinde de evleri bulunmaktadır. Hayvancılıkla uğraştığı için 25 civarında silahlı çalışan adamı vardır. Bu çalışanlar ve aileleri, Kocaimam ailesi ile birlikte yaşamaktadırlar. Bafra’nın o yıllardaki yapısı oldukça karışıktır. Sinop’tan Batum’a kadar Doğu Karadeniz’de 450.000 civarında Pontus Rum’u yaşamaktadır. Bafra nüfusunun 2/5’i Gayrı Müslim’dir. Gayrı Müslim nüfusun %90’ı Pontus Rumları, geri kalanı da Ermenilerdir. Bafra’nın merkezinde Rum ve Ermeni mahalleleri vardır. 1917 yılına kadar Bafra kaymakamı Ermeni Karabet’tir. Rumlar ve Ermeniler ticarette zengin olmuşlardır. Çok iyi evlerde oturmaktadırlar. Bafra’da ayrıca birçok Rum köyü vardır. Özellikle Nebiyan bölgesinde yerleşmiş 17 Rum köyünün resmi nüfus kayıtlarına göre nüfusu 8612’dir. Aralarında 5-6 civarında Müslüman köyü vardır. Bafra ve Alaçam bölgesinin %60‘ını teşkil eden Müslümanlar ise, Türkler, Arnavutlar, Lazlar, Gürcüler, Abaza ve Çerkezler ile 50-60 yıl önce bölgeye, Osmanlı tarafından Kars’tan getirilen Kürtlerden oluşmaktadır. Çok çeşitli din ve milletten oluşan Bafra halkı 1. Dünya Savaşına kadar barış içerisinde kardeşçe yaşamıştır.

1.Dünya Savaşı başladığında Osmanlı İmparatorluğu ilk başlarda tarafsızlığını ilan etmiştir. Ancak Almanların Karadeniz’e gönderdiği Yavuz ve Midilli zırhlılarının Sivastopol’u bombalamaları ile kendini savaşın içinde bulmuştur. Bu arada Osmanlı tebaası olan Rum ve Ermeni gençleri, seferberlik ilanıyla askere alınmış, amele taburlarında çalışmaya zorlanmışlardır. Askere alınma kararına bir kısım Rumlar karşı çıkarak, kaçak durumuna düşmüşlerdir. Savaşın ilk yıllarında bu taburlardan kaçarak memleketlerine dönen gayrı müslimler ve seferberlik emrine uymayan kaçaklar ile birlikte Samsun Metropoliti Germanos’un da yardımlarıyla silahlı birlikler halinde örgütlenmişlerdir. Önceleri Vasilis Anthopous (Halk arasında Vasil Usta olarak adlandırılan) bir Rum milliyetçisi Bafra ve Samsun bölgesinden topladığı 1500’e yakın kaçakla ve köylülerle silahlı güç oluşturmuş, Rusların desteğini almak için Sivas’a kadar giderek esir düşen bir Rus Generalini Sivas cezaevinden kurtarmış ve Samsun’a getirmiştir. Hükümete bağlı birlikler Vasil Usta’nin üzerine yürüyünce çarpışmalarda yenilgiye uğramış ve sağ kurtulan 9 adamı ile Trabzon’a sığınmıştır. Pontus Rumlarının ilk başkaldırı yeri Bafra’dır. Sonraları Sinop’tan Giresun’a kadar yayılmıştır. Çeteler halinde faaliyet gösteren bu gruplar, yer yer soygunlar yapmaya ve adam öldürmeye başlamışlardır. Bunlarla başa çıkmakta devletin güvenlik güçleri yetersiz kalmaktadır. Bir çok yerde Rum çetelere karşı mücadeleyi yürütmek üzere yöneticilerin de teşvikiyle sivil örgütler kurulmuştur. Bu arada Bafra’nın ileri gelenleri bir araya gelerek Bafra Cemiyeti Hayriye’yi İslamiye’yi kurmuşlardır. Amaçları Müslüman halkı bu çetelerden korumaktır.
Kurucuları;
-Cennetlik Zade İbrahim Efendi; SBF’de öğretim üyeliği yapan Em.Prof.Dr. Üren Arsan’ın Em.Yargıtay Hakimi Üren Arsan ve İş Bankası Müd.Hasan Arsan’ın dedeleri,
-Kocaimam Zade İsmail Efendi; Kocaimamoğlu ailesinin dedesi,
-Kolaylı Hacı Hafız Mustafa Önder Efendi; Bir dönem milletvekilliği, iki dönem de Samsun Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapan Muzaffer Önder’in dedesi,Önder ailesinin dedesi,
-Tireli Zade Mehmet Bey, Tiralioğlu ailesinin dedesi,
-Hacı Kadı Zade İsmet Bey, Kadızadelerin dedesi,

Atatürk’ün 19 Mayıs 1919 da Samsun’’a çıkmasından sonra yayınladığı Amasya Tamimi ile Bafra Müdafai Hukuk Cemiyeti ismini alan bu cemiyetin Başkanlığı’na Cennetlik Zade İbrahim Efendi, 2. Başkanlığı’na Kolaylı Hacı Hafız Mustafa Önder Efendi,  oluşturulan Milis Kuvetlerinin başına da Kocaimam Zade İsmail Efendi getirilmiştir. Kocaimam Zade İsmail Efendinin zaten 25’e yakın silahlı adamı vardır. Diğer çiftliklerden toplanan kişilerle müfrezenin mevcudu 250, hatta bazen de 400-500 kişiye çıkmaktadır. Bu arada Ruslar da Osmanlı Ordusu arkasında ikinci bir cephe açmak için Bafralı Rumları silahlandırmaktadır. Nebiyan Dağı mağaraları Rumların silah yığınağı yaptığı yerlerin başında gelmektedir. Bafra ve çevresinde otuza yakın Rum çetesi faaliyet göstermektedir.. Kısa süre içinde yol kesmeler, köy baskınları başlamış, bir çok insan bu çetelerin saldırısına uğrayarak hayatlarını kaybetmiştir. Bunların arasında Rum tüccarlarla Rum köylüler de vardır. Bölgede faaliyet gösteren Rum çetelerin en önde gelenleri; Bafra’nın Killik Köyünden İstavri(Çete reislerinin en acımasızı), Nebiyan’ın Alan Köyünden Anastas, Kapıkaya köyünden Taşçıoğlu Sava, Samsun’un Taflan Köyünden Lefter, Kurugökçe köyünden Andon, Eğribel köyünden Anastas ve dayısı Anastas, Benlik köyünden Sarı İstil, Kirazlı köyünden Taşçıoğlu Kara Sava, Yayla köyünden Kel Sava.

Rum çetelerin saldırıları karşısında Kocaimam’ın  İsmail Efendi’ye bağlı kuvvetler, zaman zaman da birkaç kola ayrılarak, çetelerin peşine düşerler, yer yer şiddetli çarpışmalarda zayiatlar verdirirler. Kocaimam’ın İsmail Efendi, Milisleri ile birlikte uzakta Rum çetelerin takibinde olduğu bir sırada Kapıkaya köyünden Taşçıoğlu Sava çetesi, korunmasız olduğunu anladığı Nebiyan yaylasındaki Kocaimam’ların obasını basmaya karar verir.  Obada ailenin 2 ila 11 yaşları arasında 4 çocuğu ile elliye yakın kadın ve çocuk bulunmaktadır. Bunları korumak için eli silah tutan beş yaşlı adamla, çok küçük yaşta yetim kaldığı için aileye teslim edilen ve kahyalığını yapan, atıcılığı ile ünlü 18 yaşındaki Çoban Mehmet vardır. Taşçıoğlu Sava, ani bir baskınla aileyi ortadan kaldırarak, Kocaimam’ın İsmail Efendi’den baskınlarda uğradıkları kayıpların intikamını almak istemektedir. Çoban Mehmet, baskını önceden haber alır ve bütün kadın ve çocuklarla hayvanları mağaralara saklar. Beş yaşlı adamla ve eli silah tutan bir-iki kadınla Sava’ya pusu kurarlar. 4-5 saatlik çarpışmalardan sonra Sava’nın beş adamı öldürülür. Türklerin yardıma gelmekte olduğu haberini de alan Sava bir kaç yaralı adamını da yanına alarak kaçmak zorunda kalır. Başta babam olmak üzere tüm aile, Çoban Mehmet’e, aileyi katliamdan kurtardığı için çok saygı gösterir ve manevi ağabeyleri kabul ederler. Çoban Mehmet vefatına kadar ailesi ile birlikte Bafra’nın Elalan Köyünde yaşamıştır.
Rum Pontus çetelerinin 1914 yılından sonra Müslüman halka yaptığı saldırı ve toplu öldürmelerin en korkuncu 5 Kasım 1916 tarihinde Çağşur Köyü’nde yaşanmıştır. Çağşur köyü, Nebiyan Dağı çevresinde bulunan Rum köylerinin arasına sıkışmış, 150 haneli bir Müslüman köyüdür. Daha önceleri Rumlar tarafından tehdit alan bu köy, gecenin birinde hiçbir şeyden habersiz abluka altına alınmış ve saldırıya uğramıştır. Saldırı sonucu köy tümüyle yakılmış, 367 insan yaşlı, çoluk çocuk, kadın demeden katledilmiş ve çok az insan köyden kaçarak hayatını kurtarabilmiştir. Çevrede bulunan 10’a yakın köy kısmen yakılmış, bazıları ise tümüyle tahrip edilmiştir. Yakın köylerden Ayazma ve Düzköy köylüleri, Kızılırmak’ın karşı yakasındaki Kolay Kasabası’na ve Bafra merkeze göç ederek hayatlarını kurtarabilmişlerdir.

Çağşur katliamını, katliamdan kurtulan Mehmet Çan; “Ali Ak’ın Kurtuluş Savaşı Yıllarında Bafra” kitabında şöyle anlatır; “Bir gece aniden kurşunlar patladı. Gece gündüz gibi aydınlandı. İnsanlar camiye doluştular. Annem beni kaptığı gibi tarlalara koştu. Otların arasında saklandık. Köyün ve caminin cayır cayır yanışını gördük. Gece karanlığında sürünerek kaçtık.” Yine aynı kitapta, Cemil Aydın adlı Sarpun köylüsü; “Bu Çağşur’un yakılması sırasında bize de saldırdılar. Bafra Mıntıkasının Koca İmam’dan, Vezirköprü’nün de Molla Hasan’dan sorulduğu zamanlarda…uzun çarpışmalardan sonra köyü boşaltarak geri çekildik. Çok zayiat verdik.” O günlerde çok fazla kan dökülmüştü.

Samsun-Bafra yolu uzun süre Rum çetelerin kontrolünde kalmıştır. Yol kesme ve soygun olayları nedeniyle ulaşım, posta muhafızlığı yapan jandarmaların ve milislerin nezaretinde konvoylar halinde sağlanabiliyordu.

Çağşur yangınından sonra çarpışmalar daha da hızlanmış, Kocaimam’ın İsmail Efendi’ye bağlı milisler, çarpışmalarda Rum çetecilere ağır kayıplar verdirmişlerdir. Kapıkaya ve Asar köyleri çarpışmalarında ise, milisler pusuya düşürülmüş, birçok milis hayatını kaybetmiştir. Arkadan gelen kuvvetlerle Asar köyü mağaralarına sıkıştırılan çeteler, imha edilememiş, geceden istifade ederek kaçmışlardır. Asar çatışmalarında 20 şehit, 15 yaralı vardır.

Kocaimam’ın İsmail Efendi’nin milisleri bazen yalnız, bazen de hükümet kuvvetleri ile birlikte çetelerin büyük çoğunluğunu ortadan kaldırmış, bir kısmı da dağılarak kaçmak zorunda kalmışlardır.
Yıllar önce bir gün teyzemle sohbet ederken bana dedemle ilgili bir konu anlatmıştı. “ İki gavur çetebaşının vurulduğu ve cesetlerinin hükümetin önüne atıldığı haberini aldık. Mahalleden 2-3 kız birlikte hükümet meydanına gittik. Hükümetin bahçesinde vurulmuş iki ceset gördük. Üzerinde boş fişekleri ve kanlı elbiseleri ile yerde yatıyorlardı. Halk toplanmış kendi aralarında konuşuyorlardı. “Kocaimam’ın adamları vurmuş, Allahın belası İstil ile Lefter’i” diyorlardı. Aynı mahallede oturmamıza rağmen dedeni pek göremezdik. Adamlarıyla hep dağlardaydı, arada bir atların üzerinde, 50-60 silahlı adamıyla nal şakırtıları arasında Bafra’ya inip evine giderken kendisini, hem çekinerek hem de hayranlıkla izlerdik.” demişti.

Amansız takip ve çatışmalar sonucu Rum çetelerin büyük çoğunluğu bertaraf edilmiştir. Son kalan Andon, Anastas ve Sava’ya bağlı çeteler, hükümet kuvvetleri ile Kocaimam’ın İsmail Efendi’nin milislerinin takibi ile Nebiyan mağaralarında sıkıştırılmışlardır. Seksene yakın çeteci üç yüze yakın kadın ve çocuklardan oluşan Rumlar 60 günlük kuşatmaya ve şiddetli çarpışmalara rağmen teslim olmamışlardır. 1 yıllık gıda depolamışlardır. Cephaneleri de oldukça boldur.  Yayladan Çoban Mehmet getirilir. Çok iyi atıcı olduğundan mağralardan kafasını uzatanı vurur. Mağaralara yaklaşarak el bombaları atmaya başlar. Bu durum sonuç vermiş, çatışmalarda 17 Rum öldürülmüştür. Ölenler arasında çete reisleri Andon ve Anastas da vardır. Rumlar teslim olmuşlardır. Kadın ve çocuklar dahil Bafra’ya getirilmişler, kadın ve çocuklara dokunulmayarak 18 yaşından büyük erkekler istiklal mahkemelerinde yargılanmak üzere Samsun’a sevk edilmişlerdir. Büyük çoğunluğu devlete başkaldırmaktan idam edilmiştir.

Bafra merkezdeki Rumlar, 15 Mayıs 1919’Yunan ordusunun İzmir’e çıkmasından sonra çeşitli gösteriler yapmış olsalar da, Ermeniler ve Rumlar silahlı çatışmalara karışmamışlardır. Merkezde hiç can kaybı olmamıştır.

Birçok köyün kurtarılmasında ve Rum çetelerden temizlenmesinde büyük yararlılıklar gösteren Kocaimam’ın  İsmail  Efendi komutasındaki Bafra Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Müfrezesi, daha sonra gençlerini Kurtuluş Savaşına göndermiştir.

Lozan antlaşmasından sonra Yunanistan’la mübadele anlaşması yapılması üzerine Samsun’a götürülmek üzere Rumlar toplanmış, Bafra Samsun yolunda Rum kafilenin her hangi bir saldırıya uğramaması için de hükümet kuvvetleri yanında, Müfreze son koruma görevini yapmıştır. Rumlar, sağ salim Samsun’dan gemilere bindirilerek Yunanistan’a gönderilmişlerdir. Samsun’dan giderken Rum ileri gelenlerinin “Bir gün inşallah döneceğiz. Biz gelinceye kadar bütün mallarımız sana emanet Kocaimam”,demeleri üzerine, Dedemin de onlara “ Ben ölümlüyüm. Kabul edemem. Sizin mallarınız devletin emanetindedir”, dediği söylenir. Rumları götüren gemiler Yunanistan’dan da Türkleri alarak Samsun’a getirmiş ve Türkler, Bafra’da Gazipaşa mahallesi olarak adlandırılan Rum evlerine yerleştirilmişlerdir. Her harp sonrası olduğu gibi fırsatçılar, bir iki yıl içinde Rum mallarının üzerine oturmuşlar ve savaş sonrası zengini olmuşlardır. Rumlar mübadelede göç ettiklerinde, Gazipaşa mahallesinde çift katlı taş evleri ile çok güzel bir kilise bizlere miras kalmıştı. Önce Yunanistan’dan gelen muhacirlere tahsis edilen bu evler, daha sonra Samsun ve İstanbul’a göç etmeleri nedeniyle satılmıştır. Yap satçı mütahitlerin eline geçen evler, rant elde etmek için çirkin birer beton yığınına dönüşmüştür. Geride kalan 5-6 eve şimdi koruma kanunu uygulanmaktadır. Kilise ise Cumhuriyet’in ilk yıllarında korunmuş, hatta ilkokul ve ortaokul öğrencileri ile Halkevleri’nin müsamere ve tiyatro gösterilerine sahne olmuştur. 50’li yıllara doğru Kilise, kendi haline bırakılarak önce harabeye dönüşmüş, sonra da yıkılmıştır. Yanılmıyorsam 2000’li yıllara doğru, hemşerimiz Sayın Metin Bostancıoğlu’nun Milli Eğitim Bakanlığı sırasında, yerine İlk Öğretim Okulu yapılmıştır. Benim hoyrat halkım sadece Rum kültürel mirasını korumadığı gibi, Osmanlı’dan kalan 300 yıllık tarihi çarşı hamamını da yıkarak Ziraat Bankasını inşa etmiştir.

1950 yılına kadar Bafra’da 500-600 Ermeni yaşamıştır. 1950 den sonra büyük çoğunluğu Samsun ve özellikle İstanbul’a göç etmişlerdir.

1970’lerde babamla birlikte Bafra’nın Elalan köyünde Çoban Mehmet amcamızı ziyaret ettiğimizde, gözleri yaşararak, birçok arkadaşını ve dostunu Çetelerle çatışmalarda kaybettiğini anlatıyordu. “Müslüman halktan 2000’den fazla kayıp oldu. Biz de çok çeteci öldürdük. Onlar gibi zalim değildik. Kadına kıza ve çocuklara dokunmadık.” Dedeme, Kocaimam baba diyordu. “Kocaimam baba çok inançlı bir adamdı. Adamlarına, eğer masum insanlara zarar verirseniz, hepinizi kendi ellerimle asarım” derdi. Giresun-Ordu-Samsun arasındaki çeteleri de Topal Osman’ın çok kanlı bir şekilde temizlediğini, duyduğunu söyledi.

Bir gün, televizyonda, mübadelede Türkiye’den Yunanistan’a göç etmek zorunda kalan ailelerle yapılan bir haber programa rastladım. Muhabir, 35 yaşlarında Yunanlı bir hanımla röportaj yapıyordu. Hanım, çok güzel bir Türkçe ile ailesinin mübadelede Bafra’dan Kavala’ya göç etmek zorunda kaldığını, ilk yıllarda büyük güçlüklerle karşılaştıklarını arı bir Türkçe ile anlatıyordu. Kendisinin ve annesinin Yunanistan’da doğmasına rağmen aile içinde hala Türkçe konuşulduğunu, anneannesi ile dedesinin ölünceye kadar hep Bafra hayaliyle yaşadıklarını, Bafra’yı ve Türkleri çok sevdiklerini, onlardan hep iyi insanlar olarak bahsettiklerini ve Bafra’ya hasret gittiklerini söylüyordu. “Biz burada doğduk. Anneanneme ve dedeme nereli olduğu sorulduğunda, Anadolu’lu ve Bafra’lı olduğunu söylerlerdi. Dedem, biz küçükken hep Bafra’daki evlerini, Türk ve Ermeni komşularını, Kızılırmak kıyısındaki bahçelerini, gözleri yaşararak anlatırdı.”  

Bafra’dan Yunanistan’a göç eden Rumlar, Kavala ve Selanik bölgesine yerleştirilmişlerdir. Kavala yakınlarında Bafra kasabasını kurmuşlardır. Hayatta olmayan o günkü kuşakların torunları, bugün Bafra ile Kavala arasında dostluk köprüsü kurmuşlar, karşılıklı gidip gelmeye başlamışlardır. Keşke acı olaylar yaşanmasaydı da Rumlar, Ermeniler ve Müslüman halklar, birlikte horon ve sirtaki oynasaydı. Maalesef geçmişi geri getirmek mümkün değil. Dedem ise 1944 yılında vefatına kadar hayatının geri kalan kısmını Bafra Tabakhane mahallesindeki evinde geçirmiştir. Dedeme yetişemedim. Aileden ve çevreden duyduğum hikayeleri ile büyüdüm. Her zaman dedemi saygıyla anarım. Zaman zaman televizyon programlarına çıkan kendini bilmez bir takım insanlar, Cumhuriyetin kurucularına ve kurtuluş savaşçılarına dil uzatmaktadırlar. O günlerin hangi koşullarda yaşandığını bilen bir ailenin ferdi olarak, tarihe not düşmek amacıyla dedemin hikayesini anlattım.

 1970 yılında ilk görev yerim olan Aydın Karacasu Kaymakamlığım sırasında Yunanlı ünlü yazar Dido Sotiriyu’nun Benden Selam Söyle Anadolu’ya romanı elime geçmişti. Konusu görev yaptığım bölgede geçiyordu. Yüzyıllardır aynı köyde kardeşçe birlikte yaşayan iki halkın, savaşlar sonucu nasıl düşman haline getirildiklerini anlatır.  Bu romanı okurken Bafra’da dedemin yaşadıkları, bana anlatılanlar, bir sinema şeridi gibi gözlerimin önünden akıp geçti. Benzer hikayenin karşı taraftan anlatımıdır. Dido Sotiriyu, Yunanlı’ların Anadolu macerası sonucu, Anadolu’yu terk etmek zorunda kalan bir aileye mensuptur. Aydın’ın Selçuk ilçesine bağlı, bugün turizm ve şaraplarıyla ünlü Şirince, yunanca adı ile Kirlice köyünde doğan Manoli Aksiyotis adlı Rum köylüsünün kendi ağzından hayat öyküsü’nü romanlaştırmıştır. Manoli Aksiyotis, 1914-1918 yılları arasında Osmanlı amele taburunda bulunmuş, Anadolu’ya Rum istilası ile birlikte Elen üniformasını sırtlamış, esaret görmüş ve nihayet kendi ifadesiyle Yunanistan’da mülteciliğin zehirli ekmeğine ortak olmuştur.

Manoli, Yunan ordusu Dumlupınar meydan savaşında Türk ordusuna yenilip, İzmir’e doğru geri çekilirken esir düşen 40.000 Rum askerinin arasındadır. Esirler götürülürken bir arkadaşı ile birlikte kaçarlar, bin bir zahmetle ve yakalanıp öldürülme korkusuyla, dağları aşarak Kuşadası’na varırlar. Daha sonra bir gemiye binerek Anadolu’dan ayrılırken ve bir daha dönemeyeceği topraklara bakarak, güvertede yaşlı gözlerle söylediği sözler çok anlamlıdır.

“Dipsiz gecenin içinden tanıdık gölgeler kayıp geliyor. Kirlice’liler ve Şevket. İsmail Bey, Kerim Efendi, Şükrü Bey…ve Ali Dayıyla kızı…Boşuna! Hiç biri imdada koşmaz artık. Yıkılıp gitti her şey..
Şevket!  tanımadın mı yoksa beni? Ben senin dostun. ben senin arkadaşın! Yıllarca birlikte gülüp, beraber ağladık. Ne yapıyor Şevket? Ah Şevket; Şevket! Vahşi birer hayvan kesildik! Karşılıklı hançerledik, paramparça ettik yüreğimizi! Durup dururken!...
Ve sen kör Mehmet’in damadı. Hele sen! Niye öyle tiksinerek bakıyorsun yüzüme? Öldürdüm evet seni, ne olmuş! İşte ağlıyorum. Sen de öldürdün! Kardeşler, dostlar, Hemşeriler. Koskoca bir kuşak, durup dururken katletti kendi kendini!.
Bütün bu çekilen acı, bir kötü rüya olsaydı ah!  Ve yan yana… omuz omuza verip yürüseydik tarlalara doğru yeniden!.. Saka kuşlarının türküsüyle şenlenen ormanlara doğru yürüyebilseydik! Ve her birimizin sevdiceği kendi kolunda, çiçeklere bürünmüş kiraz bahçelerinden gülümseyerek çıkıp, yan yana eğlenmek üzere, şenlik meydanlarının yolunu tutabilseydik!
Anayurduma selam söyle benden Kör Mehmet’in damadı! Benden selam söyle Anadolu’ya. Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin…Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların, Allah bin belasını versin!”
 
Sudi Kocaimamoğlu
Kaynakça;
1.Ali Ak-Kurtuluş Savaşı Yılarında Bafra,
2.Doğan Avcıoğlu-Milli Kurtuluş Tarihi,
3.TC.Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı-İstiklal harbinde Ayaklanmalar(1919-1922),
4.Ahmet Selahattin Ayan-İşgal Yıllarında Bafra,
5.Bafra Haber gazetesi-Bafra tarihi,
6.Sururi Kocaimamoğlu ve Mehmet Kocaimamoğlu’nun Anıları,                                         

--