Osmanlı
İmparatorluğu’nun son yılları, Anadolu’da yaşayan halklar için çok acılı
geçmiştir. Savaş, her zaman insanlara acı, gözyaşı ve sefalet getirir. Halklar,
geçmiş olayları değerlendirirken, karşılıklı olarak birbirlerini suçlamışlardır.
Hepsinin de haklılık payı vardır, ama olayları o günün koşulları içerisinde
değerlendirmek gerekir. Yaşananları sağlıklı değerlendirebilirsek halklar
arasındaki kardeşliği ve geleceği daha sağlam kurabiliriz.
1912
Balkan savaşında Osmanlı’nın yenilgisi sonucu Balkanlar’da yaşayan 1.500.000’a
yakın Müslüman Türk, Arnavut, Pomak, Bosnalı ve benzer gruplar, göç yollarına
düşmüş, Trakya, İstanbul ve Anadolu’ya sığınmışlardır. Bu zorunlu göçler
sırasında binlerce insan saldırı sonucu mal ve canlarını kaybetmiş, binlercesi
de yollarda yakalandıkları çeşitli hastalıklardan veya açlıktan
kırılmışlardır.
1.Dünya
Savaşı’na Osmanlı Devletinin sokulması, bugün bile büyük hata olarak kabul
edilmektedir. Çünkü o günlerde Anadolu, içerisinde çeşitli halkları
barındırmaktadır. Özellikle, Marmara ve Ege bölgesi ile orta ve doğu Karadeniz
bölgesinde Rumlar, İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Güneydoğu
Anadolu’da ise Ermeniler yoğun olarak yaşamaktadırlar. Dünya savaşı ile beraber
Müttefik Devletler, Anadolu’da yaşayan halkları Osmanlı İmparatorluğu aleyhine
kışkırtmaya ve silahlandırmaya başlamışlardır. Özellikle doğuda Rus Ordusu ile
çarpışan Osmanlı Ordusu, iç kesimlerde örgütlenen ermeni çetelerin yer yer
baskınlarına uğramıştır. Bu çeteler bazen Müslüman köylerini de basarak masum
insanları öldürmekte, mallarını yağmalamaktadır. Erzurum’da 1981 yılında,
Pasinler Kaymakamlığım sırasında toplu mezara gömülmüş, Türk köylülerinin
mezarlarını gördüm. Ermeni çetelerinin katliamından kurtulan bir yaşlı adamla
konuştum. Acıklı hikayesini kendi ağzından dinledim. Hiçbir olay tek taraflı
değildir. Ancak hiçbir neden de insan katliamlarının mazereti olamaz.
Osmanlı bu
durumlar karşısında, Ruslar’a karşı arkasını garantiye almak amacıyla 1915
yılında Ermeniler için tehcir kararı almıştır. İç Anadolu ve Doğu
Anadolu’daki 1.500.000’a Ermeni tehcir kararıyla, topluluklar halinde Güney’e,
Suriye topraklarına göç ettirilmişlerdir. Bu göçler sırasında zaman zaman
intikam duygusuyla veya çeşitli nedenlerle saldırılara, bunun sonucu olarak da
can ve mal kaybına uğramışlardır. Bir kısmı da yollarda çeşitli hastalıklara
yakalanarak veya açlıktan hayatlarını kaybetmişlerdir. Göç eden Ermeni halkının
bir bölümü Suriye ve Lübnan’da kalmış, diğerleri ise başta Fransa ve Amerika
olmak üzere dünyanın dört bir yanına dağılmıştır.
Dünyaya
dağılmış olan Ermeniler, Ermeni Diasporası aracılığı ile 1915 olaylarını, her
zaman gündemde tutmaya çalışmakta, Türkleri soykırım yapmakla suçlamakta
ve bunu Türk devletine kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Bu ülkede yaşayan hiç
kimse yaşananları inkar etmemektedir. Ancak bizim itirazımız soykırım’adır.
Soykırımda, kasıt unsuru esastır.1948 Birleşmiş Milletler Soykırım
Sözleşmesinin öngördüğü ve son Bosna Mahkemesi kararında açıkça belirtildiği
gibi, soykırım suçunun gerçekleşmesi, bir grubu kısmen ya da tümüyle yok etme
kastına bağlıdır. Diğer bir ifadeyle, uluslararası hukuka ait bir kavram olan
soykırım, 1915 olaylarına uygulanamaz.
Ermeni
Diasporasının kışkırtması ile Yunanistan’a göç etmek zorunda kalan Pontus
Rumları da ara ara soykırım iddialarını dile getirmektedir. Bu tümden yalandır.
Evet, o bölgelerde de ölümler yaşanmıştır ama Pontus Rumlarının iddia ettiği
gibi değildir. Bu haksız ithamlar karşısında, yıllardır aile içerisinde bilinen
zaman zaman da kitap ve yerel gazetelere konu olan Dedem’in hikayesini anlatmak,
zorunlu hale gelmiştir.
1.Dünya
savası çıktığında Dedem Kocaimam’ın İsmail Efendi,
eşi ve 4 çocuğu ile Bafra’da yaşamakta, 5.000 ‘e yakın küçük ve büyükbaş
hayvan beslemektedir. Babası iri yarı bir adam ve zaman zaman da imamlık yapması
nedeniyle aileye Kocaimam lakabı takılmıştır. Kendisi de babası gibi 1.90
boylarında iri cüsseli bir adamdır. Yazları, Nebiyan yaylasındaki otlaklarına
çıkmakta, kışları ise Kızılırmak deltasındaki bugün Sarıköy olarak adlandırılan
bölgede konuşlanmaktadırlar. Ayrıca Bafra Tabakhane mahallesinde de evleri
bulunmaktadır. Hayvancılıkla uğraştığı için 25 civarında silahlı çalışan adamı
vardır. Bu çalışanlar ve aileleri, Kocaimam ailesi ile birlikte yaşamaktadırlar.
Bafra’nın o yıllardaki yapısı oldukça karışıktır. Sinop’tan Batum’a kadar Doğu
Karadeniz’de 450.000 civarında Pontus Rum’u yaşamaktadır. Bafra nüfusunun 2/5’i
Gayrı Müslim’dir. Gayrı Müslim nüfusun %90’ı Pontus Rumları, geri kalanı da
Ermenilerdir. Bafra’nın merkezinde Rum ve Ermeni mahalleleri vardır. 1917 yılına
kadar Bafra kaymakamı Ermeni Karabet’tir. Rumlar ve Ermeniler ticarette
zengin olmuşlardır. Çok iyi evlerde oturmaktadırlar. Bafra’da ayrıca birçok Rum
köyü vardır. Özellikle Nebiyan bölgesinde yerleşmiş 17 Rum köyünün resmi nüfus
kayıtlarına göre nüfusu 8612’dir. Aralarında 5-6 civarında Müslüman köyü vardır.
Bafra ve Alaçam bölgesinin %60‘ını teşkil eden Müslümanlar ise, Türkler,
Arnavutlar, Lazlar, Gürcüler, Abaza ve Çerkezler ile 50-60 yıl önce bölgeye,
Osmanlı tarafından Kars’tan getirilen Kürtlerden oluşmaktadır. Çok çeşitli din
ve milletten oluşan Bafra halkı 1. Dünya Savaşına kadar barış içerisinde
kardeşçe yaşamıştır.
1.Dünya
Savaşı başladığında Osmanlı İmparatorluğu ilk başlarda tarafsızlığını ilan
etmiştir. Ancak Almanların Karadeniz’e gönderdiği Yavuz ve Midilli zırhlılarının
Sivastopol’u bombalamaları ile kendini savaşın içinde bulmuştur. Bu arada
Osmanlı tebaası olan Rum ve Ermeni gençleri, seferberlik ilanıyla askere
alınmış, amele taburlarında çalışmaya zorlanmışlardır. Askere alınma kararına
bir kısım Rumlar karşı çıkarak, kaçak durumuna düşmüşlerdir. Savaşın ilk
yıllarında bu taburlardan kaçarak memleketlerine dönen gayrı müslimler ve
seferberlik emrine uymayan kaçaklar ile birlikte Samsun Metropoliti Germanos’un
da yardımlarıyla silahlı birlikler halinde örgütlenmişlerdir. Önceleri
Vasilis Anthopous (Halk arasında Vasil Usta olarak adlandırılan)
bir Rum milliyetçisi Bafra ve Samsun bölgesinden topladığı 1500’e yakın kaçakla
ve köylülerle silahlı güç oluşturmuş, Rusların desteğini almak için Sivas’a
kadar giderek esir düşen bir Rus Generalini Sivas cezaevinden kurtarmış ve
Samsun’a getirmiştir. Hükümete bağlı birlikler Vasil Usta’nin üzerine yürüyünce
çarpışmalarda yenilgiye uğramış ve sağ kurtulan 9 adamı ile Trabzon’a
sığınmıştır. Pontus Rumlarının ilk başkaldırı yeri Bafra’dır. Sonraları
Sinop’tan Giresun’a kadar yayılmıştır. Çeteler halinde faaliyet gösteren bu
gruplar, yer yer soygunlar yapmaya ve adam öldürmeye başlamışlardır. Bunlarla
başa çıkmakta devletin güvenlik güçleri yetersiz kalmaktadır. Bir çok yerde Rum
çetelere karşı mücadeleyi yürütmek üzere yöneticilerin de teşvikiyle sivil
örgütler kurulmuştur. Bu arada Bafra’nın ileri gelenleri bir araya gelerek
Bafra Cemiyeti Hayriye’yi İslamiye’yi kurmuşlardır. Amaçları Müslüman
halkı bu çetelerden korumaktır.
Kurucuları;
-Cennetlik Zade İbrahim
Efendi; SBF’de
öğretim üyeliği yapan Em.Prof.Dr. Üren Arsan’ın Em.Yargıtay Hakimi Üren Arsan ve
İş Bankası Müd.Hasan Arsan’ın dedeleri,
-Kocaimam Zade İsmail Efendi;
Kocaimamoğlu ailesinin dedesi,
-Kolaylı Hacı Hafız Mustafa Önder
Efendi; Bir dönem
milletvekilliği, iki dönem de Samsun Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapan
Muzaffer Önder’in dedesi,Önder ailesinin dedesi,
-Tireli
Zade Mehmet Bey, Tiralioğlu ailesinin
dedesi,
-Hacı
Kadı Zade İsmet Bey, Kadızadelerin dedesi,
Atatürk’ün
19 Mayıs 1919 da Samsun’’a çıkmasından sonra yayınladığı Amasya Tamimi ile
Bafra Müdafai Hukuk Cemiyeti ismini alan bu cemiyetin Başkanlığı’na
Cennetlik Zade İbrahim Efendi, 2. Başkanlığı’na Kolaylı Hacı Hafız
Mustafa Önder Efendi, oluşturulan Milis Kuvetlerinin başına
da Kocaimam Zade İsmail Efendi getirilmiştir. Kocaimam Zade İsmail Efendinin
zaten 25’e yakın silahlı adamı vardır. Diğer çiftliklerden toplanan kişilerle
müfrezenin mevcudu 250, hatta bazen de 400-500 kişiye çıkmaktadır. Bu arada
Ruslar da Osmanlı Ordusu arkasında ikinci bir cephe açmak için Bafralı Rumları
silahlandırmaktadır. Nebiyan Dağı mağaraları Rumların silah yığınağı yaptığı
yerlerin başında gelmektedir. Bafra ve çevresinde otuza yakın Rum çetesi
faaliyet göstermektedir.. Kısa süre içinde yol kesmeler, köy baskınları
başlamış, bir çok insan bu çetelerin saldırısına uğrayarak hayatlarını
kaybetmiştir. Bunların arasında Rum tüccarlarla Rum köylüler de vardır. Bölgede
faaliyet gösteren Rum çetelerin en önde gelenleri; Bafra’nın Killik
Köyünden İstavri(Çete reislerinin en acımasızı), Nebiyan’ın Alan
Köyünden Anastas, Kapıkaya köyünden Taşçıoğlu Sava,
Samsun’un Taflan Köyünden Lefter, Kurugökçe köyünden
Andon, Eğribel köyünden Anastas ve dayısı Anastas,
Benlik köyünden Sarı İstil, Kirazlı köyünden Taşçıoğlu
Kara Sava, Yayla köyünden Kel Sava.
Rum
çetelerin saldırıları karşısında Kocaimam’ın İsmail
Efendi’ye bağlı kuvvetler, zaman zaman da birkaç kola ayrılarak, çetelerin
peşine düşerler, yer yer şiddetli çarpışmalarda zayiatlar verdirirler.
Kocaimam’ın İsmail Efendi, Milisleri ile birlikte uzakta Rum çetelerin takibinde
olduğu bir sırada Kapıkaya köyünden Taşçıoğlu Sava çetesi, korunmasız olduğunu
anladığı Nebiyan yaylasındaki Kocaimam’ların obasını basmaya karar verir.
Obada ailenin 2 ila 11 yaşları arasında 4 çocuğu ile elliye yakın
kadın ve çocuk bulunmaktadır. Bunları korumak için eli silah tutan beş yaşlı
adamla, çok küçük yaşta yetim kaldığı için aileye teslim edilen ve kahyalığını
yapan, atıcılığı ile ünlü 18 yaşındaki Çoban Mehmet vardır. Taşçıoğlu
Sava, ani bir baskınla aileyi ortadan kaldırarak, Kocaimam’ın İsmail Efendi’den
baskınlarda uğradıkları kayıpların intikamını almak istemektedir. Çoban Mehmet,
baskını önceden haber alır ve bütün kadın ve çocuklarla hayvanları mağaralara
saklar. Beş yaşlı adamla ve eli silah tutan bir-iki kadınla Sava’ya pusu
kurarlar. 4-5 saatlik çarpışmalardan sonra Sava’nın beş adamı öldürülür.
Türklerin yardıma gelmekte olduğu haberini de alan Sava bir kaç yaralı adamını
da yanına alarak kaçmak zorunda kalır. Başta babam olmak üzere tüm aile, Çoban
Mehmet’e, aileyi katliamdan kurtardığı için çok saygı gösterir ve manevi
ağabeyleri kabul ederler. Çoban Mehmet vefatına kadar ailesi ile birlikte
Bafra’nın Elalan Köyünde yaşamıştır.
Rum Pontus
çetelerinin 1914 yılından sonra Müslüman halka yaptığı saldırı ve toplu
öldürmelerin en korkuncu 5 Kasım 1916 tarihinde Çağşur Köyü’nde
yaşanmıştır. Çağşur köyü, Nebiyan Dağı çevresinde bulunan Rum köylerinin arasına
sıkışmış, 150 haneli bir Müslüman köyüdür. Daha önceleri Rumlar tarafından
tehdit alan bu köy, gecenin birinde hiçbir şeyden habersiz abluka altına alınmış
ve saldırıya uğramıştır. Saldırı sonucu köy tümüyle yakılmış, 367 insan yaşlı,
çoluk çocuk, kadın demeden katledilmiş ve çok az insan köyden kaçarak hayatını
kurtarabilmiştir. Çevrede bulunan 10’a yakın köy kısmen yakılmış, bazıları ise
tümüyle tahrip edilmiştir. Yakın köylerden Ayazma ve Düzköy köylüleri,
Kızılırmak’ın karşı yakasındaki Kolay Kasabası’na ve Bafra merkeze göç ederek
hayatlarını kurtarabilmişlerdir.
Çağşur
katliamını, katliamdan kurtulan Mehmet Çan; “Ali Ak’ın Kurtuluş Savaşı
Yıllarında Bafra” kitabında şöyle anlatır; “Bir gece aniden kurşunlar
patladı. Gece gündüz gibi aydınlandı. İnsanlar camiye doluştular. Annem beni
kaptığı gibi tarlalara koştu. Otların arasında saklandık. Köyün ve caminin cayır
cayır yanışını gördük. Gece karanlığında sürünerek kaçtık.” Yine aynı kitapta,
Cemil Aydın adlı Sarpun köylüsü; “Bu Çağşur’un yakılması sırasında bize de
saldırdılar. Bafra Mıntıkasının Koca İmam’dan,
Vezirköprü’nün de Molla Hasan’dan sorulduğu zamanlarda…uzun
çarpışmalardan sonra köyü boşaltarak geri çekildik. Çok zayiat verdik.” O
günlerde çok fazla kan dökülmüştü.
Samsun-Bafra yolu uzun süre Rum
çetelerin kontrolünde kalmıştır. Yol kesme ve soygun olayları nedeniyle ulaşım,
posta muhafızlığı yapan jandarmaların ve milislerin nezaretinde konvoylar
halinde sağlanabiliyordu.
Çağşur
yangınından sonra çarpışmalar daha da hızlanmış, Kocaimam’ın İsmail Efendi’ye
bağlı milisler, çarpışmalarda Rum çetecilere ağır kayıplar verdirmişlerdir.
Kapıkaya ve Asar köyleri çarpışmalarında ise, milisler pusuya düşürülmüş, birçok
milis hayatını kaybetmiştir. Arkadan gelen kuvvetlerle Asar köyü mağaralarına
sıkıştırılan çeteler, imha edilememiş, geceden istifade ederek kaçmışlardır.
Asar çatışmalarında 20 şehit, 15 yaralı vardır.
Kocaimam’ın İsmail Efendi’nin
milisleri bazen yalnız, bazen de hükümet kuvvetleri ile birlikte çetelerin büyük
çoğunluğunu ortadan kaldırmış, bir kısmı da dağılarak kaçmak zorunda
kalmışlardır.
Yıllar
önce bir gün teyzemle sohbet ederken bana dedemle ilgili bir konu anlatmıştı. “
İki gavur çetebaşının vurulduğu ve cesetlerinin hükümetin önüne atıldığı
haberini aldık. Mahalleden 2-3 kız birlikte hükümet meydanına gittik. Hükümetin
bahçesinde vurulmuş iki ceset gördük. Üzerinde boş fişekleri ve kanlı elbiseleri
ile yerde yatıyorlardı. Halk toplanmış kendi aralarında konuşuyorlardı.
“Kocaimam’ın adamları vurmuş, Allahın belası İstil ile Lefter’i” diyorlardı.
Aynı mahallede oturmamıza rağmen dedeni pek göremezdik. Adamlarıyla hep
dağlardaydı, arada bir atların üzerinde, 50-60 silahlı adamıyla nal şakırtıları
arasında Bafra’ya inip evine giderken kendisini, hem çekinerek hem de
hayranlıkla izlerdik.” demişti.
Amansız
takip ve çatışmalar sonucu Rum çetelerin büyük çoğunluğu bertaraf edilmiştir.
Son kalan Andon, Anastas ve Sava’ya bağlı çeteler, hükümet kuvvetleri ile
Kocaimam’ın İsmail Efendi’nin milislerinin takibi ile Nebiyan mağaralarında
sıkıştırılmışlardır. Seksene yakın çeteci üç yüze yakın kadın ve çocuklardan
oluşan Rumlar 60 günlük kuşatmaya ve şiddetli çarpışmalara rağmen teslim
olmamışlardır. 1 yıllık gıda depolamışlardır. Cephaneleri de oldukça boldur.
Yayladan Çoban Mehmet getirilir. Çok iyi atıcı olduğundan
mağralardan kafasını uzatanı vurur. Mağaralara yaklaşarak el bombaları atmaya
başlar. Bu durum sonuç vermiş, çatışmalarda 17 Rum öldürülmüştür. Ölenler
arasında çete reisleri Andon ve Anastas da vardır. Rumlar teslim olmuşlardır.
Kadın ve çocuklar dahil Bafra’ya getirilmişler, kadın ve çocuklara
dokunulmayarak 18 yaşından büyük erkekler istiklal mahkemelerinde yargılanmak
üzere Samsun’a sevk edilmişlerdir. Büyük çoğunluğu devlete başkaldırmaktan idam
edilmiştir.
Bafra
merkezdeki Rumlar, 15 Mayıs 1919’Yunan ordusunun İzmir’e çıkmasından sonra
çeşitli gösteriler yapmış olsalar da, Ermeniler ve Rumlar silahlı çatışmalara
karışmamışlardır. Merkezde hiç can kaybı olmamıştır.
Birçok
köyün kurtarılmasında ve Rum çetelerden temizlenmesinde büyük yararlılıklar
gösteren Kocaimam’ın İsmail Efendi komutasındaki
Bafra Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Müfrezesi, daha sonra gençlerini Kurtuluş Savaşına
göndermiştir.
Lozan
antlaşmasından sonra Yunanistan’la mübadele anlaşması yapılması üzerine Samsun’a
götürülmek üzere Rumlar toplanmış, Bafra Samsun yolunda Rum kafilenin her hangi
bir saldırıya uğramaması için de hükümet kuvvetleri yanında, Müfreze son koruma
görevini yapmıştır. Rumlar, sağ salim Samsun’dan gemilere bindirilerek
Yunanistan’a gönderilmişlerdir. Samsun’dan giderken Rum ileri gelenlerinin “Bir
gün inşallah döneceğiz. Biz gelinceye kadar bütün mallarımız sana emanet
Kocaimam”,demeleri üzerine, Dedemin de onlara “ Ben ölümlüyüm. Kabul edemem.
Sizin mallarınız devletin emanetindedir”, dediği söylenir. Rumları götüren
gemiler Yunanistan’dan da Türkleri alarak Samsun’a getirmiş ve Türkler, Bafra’da
Gazipaşa mahallesi olarak adlandırılan Rum evlerine yerleştirilmişlerdir. Her
harp sonrası olduğu gibi fırsatçılar, bir iki yıl içinde Rum mallarının üzerine
oturmuşlar ve savaş sonrası zengini olmuşlardır. Rumlar mübadelede göç
ettiklerinde, Gazipaşa mahallesinde çift katlı taş evleri ile çok güzel bir
kilise bizlere miras kalmıştı. Önce Yunanistan’dan gelen muhacirlere tahsis
edilen bu evler, daha sonra Samsun ve İstanbul’a göç etmeleri nedeniyle
satılmıştır. Yap satçı mütahitlerin eline geçen evler, rant elde etmek için
çirkin birer beton yığınına dönüşmüştür. Geride kalan 5-6 eve şimdi koruma
kanunu uygulanmaktadır. Kilise ise Cumhuriyet’in ilk yıllarında korunmuş, hatta
ilkokul ve ortaokul öğrencileri ile Halkevleri’nin müsamere ve tiyatro
gösterilerine sahne olmuştur. 50’li yıllara doğru Kilise, kendi haline
bırakılarak önce harabeye dönüşmüş, sonra da yıkılmıştır. Yanılmıyorsam 2000’li
yıllara doğru, hemşerimiz Sayın Metin Bostancıoğlu’nun Milli Eğitim Bakanlığı
sırasında, yerine İlk Öğretim Okulu yapılmıştır. Benim hoyrat halkım sadece Rum
kültürel mirasını korumadığı gibi, Osmanlı’dan kalan 300 yıllık tarihi çarşı
hamamını da yıkarak Ziraat Bankasını inşa etmiştir.
1950
yılına kadar Bafra’da 500-600 Ermeni yaşamıştır. 1950 den sonra büyük çoğunluğu
Samsun ve özellikle İstanbul’a göç etmişlerdir.
1970’lerde
babamla birlikte Bafra’nın Elalan köyünde Çoban Mehmet amcamızı ziyaret
ettiğimizde, gözleri yaşararak, birçok arkadaşını ve dostunu Çetelerle
çatışmalarda kaybettiğini anlatıyordu. “Müslüman halktan 2000’den fazla kayıp
oldu. Biz de çok çeteci öldürdük. Onlar gibi zalim değildik. Kadına kıza ve
çocuklara dokunmadık.” Dedeme, Kocaimam baba diyordu. “Kocaimam baba çok inançlı
bir adamdı. Adamlarına, eğer masum insanlara zarar verirseniz, hepinizi kendi
ellerimle asarım” derdi. Giresun-Ordu-Samsun arasındaki çeteleri de Topal
Osman’ın çok kanlı bir şekilde temizlediğini, duyduğunu söyledi.
Bir gün,
televizyonda, mübadelede Türkiye’den Yunanistan’a göç etmek zorunda kalan
ailelerle yapılan bir haber programa rastladım. Muhabir, 35 yaşlarında Yunanlı
bir hanımla röportaj yapıyordu. Hanım, çok güzel bir Türkçe ile ailesinin
mübadelede Bafra’dan Kavala’ya göç etmek zorunda kaldığını, ilk yıllarda büyük
güçlüklerle karşılaştıklarını arı bir Türkçe ile anlatıyordu. Kendisinin ve
annesinin Yunanistan’da doğmasına rağmen aile içinde hala Türkçe konuşulduğunu,
anneannesi ile dedesinin ölünceye kadar hep Bafra hayaliyle yaşadıklarını,
Bafra’yı ve Türkleri çok sevdiklerini, onlardan hep iyi insanlar olarak
bahsettiklerini ve Bafra’ya hasret gittiklerini söylüyordu. “Biz burada doğduk.
Anneanneme ve dedeme nereli olduğu sorulduğunda, Anadolu’lu ve Bafra’lı olduğunu
söylerlerdi. Dedem, biz küçükken hep Bafra’daki evlerini, Türk ve Ermeni
komşularını, Kızılırmak kıyısındaki bahçelerini, gözleri yaşararak
anlatırdı.”
Bafra’dan
Yunanistan’a göç eden Rumlar, Kavala ve Selanik bölgesine yerleştirilmişlerdir.
Kavala yakınlarında Bafra kasabasını kurmuşlardır. Hayatta olmayan o günkü
kuşakların torunları, bugün Bafra ile Kavala arasında dostluk köprüsü kurmuşlar,
karşılıklı gidip gelmeye başlamışlardır. Keşke acı olaylar yaşanmasaydı da
Rumlar, Ermeniler ve Müslüman halklar, birlikte horon ve sirtaki oynasaydı.
Maalesef geçmişi geri getirmek mümkün değil. Dedem ise 1944 yılında vefatına
kadar hayatının geri kalan kısmını Bafra Tabakhane mahallesindeki evinde
geçirmiştir. Dedeme yetişemedim. Aileden ve çevreden duyduğum hikayeleri ile
büyüdüm. Her zaman dedemi saygıyla anarım. Zaman zaman televizyon programlarına
çıkan kendini bilmez bir takım insanlar, Cumhuriyetin kurucularına ve kurtuluş
savaşçılarına dil uzatmaktadırlar. O günlerin hangi koşullarda yaşandığını bilen
bir ailenin ferdi olarak, tarihe not düşmek amacıyla dedemin hikayesini
anlattım.
1970 yılında ilk görev yerim olan
Aydın Karacasu Kaymakamlığım sırasında Yunanlı ünlü yazar Dido
Sotiriyu’nun Benden Selam Söyle Anadolu’ya romanı elime geçmişti.
Konusu görev yaptığım bölgede geçiyordu. Yüzyıllardır aynı köyde kardeşçe
birlikte yaşayan iki halkın, savaşlar sonucu nasıl düşman haline
getirildiklerini anlatır. Bu romanı okurken Bafra’da dedemin
yaşadıkları, bana anlatılanlar, bir sinema şeridi gibi gözlerimin önünden akıp
geçti. Benzer hikayenin karşı taraftan anlatımıdır. Dido Sotiriyu, Yunanlı’ların
Anadolu macerası sonucu, Anadolu’yu terk etmek zorunda kalan bir aileye
mensuptur. Aydın’ın Selçuk ilçesine bağlı, bugün turizm ve şaraplarıyla ünlü
Şirince, yunanca adı ile Kirlice köyünde doğan Manoli Aksiyotis
adlı Rum köylüsünün kendi ağzından hayat öyküsü’nü romanlaştırmıştır. Manoli
Aksiyotis, 1914-1918 yılları arasında Osmanlı amele taburunda bulunmuş,
Anadolu’ya Rum istilası ile birlikte Elen üniformasını sırtlamış, esaret görmüş
ve nihayet kendi ifadesiyle Yunanistan’da mülteciliğin zehirli ekmeğine ortak
olmuştur.
Manoli,
Yunan ordusu Dumlupınar meydan savaşında Türk ordusuna yenilip, İzmir’e doğru
geri çekilirken esir düşen 40.000 Rum askerinin arasındadır. Esirler
götürülürken bir arkadaşı ile birlikte kaçarlar, bin bir zahmetle ve yakalanıp
öldürülme korkusuyla, dağları aşarak Kuşadası’na varırlar. Daha sonra bir gemiye
binerek Anadolu’dan ayrılırken ve bir daha dönemeyeceği topraklara bakarak,
güvertede yaşlı gözlerle söylediği sözler çok anlamlıdır.
“Dipsiz
gecenin içinden tanıdık gölgeler kayıp geliyor. Kirlice’liler ve Şevket. İsmail
Bey, Kerim Efendi, Şükrü Bey…ve Ali Dayıyla kızı…Boşuna! Hiç biri imdada koşmaz
artık. Yıkılıp gitti her şey..
Şevket!
tanımadın mı yoksa beni? Ben senin dostun. ben senin arkadaşın!
Yıllarca birlikte gülüp, beraber ağladık. Ne yapıyor Şevket? Ah Şevket; Şevket!
Vahşi birer hayvan kesildik! Karşılıklı hançerledik, paramparça ettik
yüreğimizi! Durup dururken!...
Ve sen kör
Mehmet’in damadı. Hele sen! Niye öyle tiksinerek bakıyorsun yüzüme? Öldürdüm
evet seni, ne olmuş! İşte ağlıyorum. Sen de öldürdün! Kardeşler, dostlar,
Hemşeriler. Koskoca bir kuşak, durup dururken katletti kendi
kendini!.
Bütün bu
çekilen acı, bir kötü rüya olsaydı ah! Ve yan yana… omuz omuza
verip yürüseydik tarlalara doğru yeniden!.. Saka kuşlarının türküsüyle şenlenen
ormanlara doğru yürüyebilseydik! Ve her birimizin sevdiceği kendi kolunda,
çiçeklere bürünmüş kiraz bahçelerinden gülümseyerek çıkıp, yan yana eğlenmek
üzere, şenlik meydanlarının yolunu tutabilseydik!
Anayurduma
selam söyle benden Kör Mehmet’in damadı! Benden selam söyle Anadolu’ya.
Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin…Ve kardeşi kardeşe kırdıran
cellatların, Allah bin belasını versin!”
Sudi
Kocaimamoğlu
Kaynakça;
1.Ali
Ak-Kurtuluş Savaşı Yılarında Bafra,
2.Doğan
Avcıoğlu-Milli Kurtuluş Tarihi,
3.TC.Genelkurmay Harp Tarihi
Başkanlığı-İstiklal harbinde Ayaklanmalar(1919-1922),
4.Ahmet
Selahattin Ayan-İşgal Yıllarında Bafra,
5.Bafra
Haber gazetesi-Bafra tarihi,
6.Sururi
Kocaimamoğlu ve Mehmet Kocaimamoğlu’nun
Anıları,