31 Ocak 2013 Perşembe

Mülkiyeden Bir Portre





                                          MÜLKİYENİN DAVID NIVEN'İ
                            ŞÜKRÜ ESİRCİ

Şükrü Esirci’yi 1968 yılında mezuniyetten sonra Mülkiyeliler Birliği’ne üye olduğum sırada tanımıştım. 40 lı yaşlarda 1.80 m boyunda ve boynunda fuları ile çok şık giyinen bir adamdı.Yakışıklılığıyla ve temiz giyimiyle, havalı ve kendine güvenli duruşuyla dikkat çekiyordu.

Oradaki arkadaşlara kim bu adam diye sorduğumda “David Niven Şükrü” dediler. O zaman dikkatlice bakınca gerçekten Amerika sinema artisti David Niven’a çok benzediğini fark ettim. O günden beri bu ilginç adamın yaşam öyküsü hep dikkatimi çekmiştir.
Son yılları çok düşkündü. Bir ay önce bir huzurevine yatırılmıştı. Ara sıra Mülkiyeliler birliğine uğradığımda çaycı Tuncay’a “Şükrü ağabeyden haber varmı? “diye sorardım. En son dün sorduğumda Tuncay”Şükrü ağabeyi 17 ocak’ta kaybettik.”dedi.”Tuncay niye haberimiz olmadı.”dedim. Ölüm haberi Mülkiyeliler Birliği sitesinde yayınlanmış. Ben görmemişim. Tuncay”18 ocak’ta cenazesi Ankara Karşıyaka camiinden kaldırıldı. Cenaze’de oğlu, yeğeni ve Mülkiyeliler Birliğinde çalışan 3-4 kişi vardı. Başkaca da kimse yoktu.”dedi.Yaşam biçimi,dünya görüşü de dahil hiçbir ortak yanımız yoktu.Ancak renkli tipler benim hep ilgimi çekmiştir. Şükrü Esirci, Mülkiyenin yetiştirdiği çok renkli tiplerden birisiydi. Evet bu dünyadan bir Şükrü Esirci geçti.
Şükrü Esirci 1930 yılında Adana’da doğdu. İlk ve lise tahsilinden sonra Ankara’ya geldi.1953 yılında SBF’den mezun oldu. Adana’nın hali vakti yerinde bir ailesinden geliyordu.Yine GS Lisesi mezunu Mülkiye Basketbol takımı ve Milli takımın basketcisi sınıf arkadaşı Yılmaz Gündüz’le kanka olmuşlardı.Bu ikilinin yaşam öyküleri Yılmaz’ın 1997 de vefatına kadar birlikte anılmıştır. Mülkiye’nin gelmiş geçmiş en süzme insanlarıydılar. Okulda talebe cemiyeti para sıkıntısı içerisindeyken,cemiyete bir öneri götürdüler. FB ve GS’ya Ankara’da bir özel maç yaptıracaklardı.Kazancın yarısını cemiyete vereceklerdi. O yıllarda İstanbul ve Ankara ligleri ayrı yapılıyordu. Şahısların böyle bir organizasyonu yapmaları mümkün değildi. Cemiyetten aldıkları bir yazıyla FB-GS özel maçını Ankara’da oynattılar.İyi de para kazanmışlardı. Kazancı az gösterip çok azını cemiyete verdiler. Şükrü Esirci ile Yılmaz Gündüz kazancın gerisini İstanbul’a giderek kadınlarla pavyonlarda yediler. Bu olaydan sonra arkadaşlarının bir kısmı Esirci’ye sahtekar, diğer bir kısmı ise uyanık Şükrü lakabını taktılar.Yine arkadaşlarının anlattığı hikayelerden birisi de; Bu ikili yataklı vagonla İstanbul’a giderken restoranda İstanbullu bir işadamıyla tanışırlar. O gece sohbet sırasında iş adamının bir aylığına eşiyle İsviçre’ye gideceğini orada bir ay kalacağını öğrenirler. Adamın gittiğini öğrenince adamdan aldıkları bilgileri kullanarak tekrar İstanbul’a geldiklerinde firma yetkililerince garda karşılanırlar.Yeğenleri olarak Caddebostan’daki villasına yerleşirler.İşadamı İsviçre’dedir ve haberi yoktur. Evdeki Fransız mürebbiye ve hizmetçilerle aşk yaşayıp İstanbul gecelerinde eğlenirler. Bütün masrafları firma yetkililerince karşılanır.İletişim bugünkü gibi değildir.İsviçre’deki işadamının döneceğine yakın ortadan kaybolup okula dönerler. Bu ikilinin buna benzer hikayeleri çoktur.
Şükrü Esirci kısa bir süre kamu hizmetinde çalıştıktan sonra istifa ederek serbest çalışmaya başladı.Yılmaz Gündüz ile birlikte çeşitli konser organizasyonları da dahil birçok etkinliğe imza atarlar. Özellikle Yılmaz Gündüz’ün ses sanatçısı Sevim Çağlayan ile evlenmesi üzerine konserlere hız verirler. Yılmaz aynı zamanda film çevirip senaryo yazıyordu. Bir ara at besleyerek at yarışlarına girdiler.Kendisi de at besleyen ve yarışlara meraklı olan bir ağabeyimiz Şükrü’nün atı yarışlarda ya birinci gelirdi ya sonuncu. Atlara doping yapar, ya da jokeyleri ayarlardı. İyi paralar kazandı. Ancak Jokey kulübünün baskısıyla yarışlardan uzaklaştırıldı. Şükrü Esirci para gelecek her işte vardı. Zaman zaman iş takipçiliği yapardı. Gündemi çok iyi takip ederdi. Yazarlığı da vardı.

İlk kitabı “Menderes diyor ki” yi 1967 de çıkarmıştı. Çünkü Adalet Partisi tek başına iktidara gelmişti. Menderes’in idamına karşı basında sık sık yazılar çıkmaya başlamıştı. İşte bu noktada yayınlanan kitap çok ilgi görmüş ve Adalet Partisi bakanlarınca satışına özellikle yardım edilmişti. Bakanlar, kurumları dolaşması için Esirci’ye makam arabalarını bile veriyorlardı.Kitap 7-8 baskı yapmıştı. Şükrü Esirci de kitaptan epey para kazanmıştı.Yazarımız Şükrü Esirci 60 ların sonunda Almanya’ya çok miktarda Türk işçisinin çalışmak üzere gitmesini de değerlendirerek 1972 yılında “Almanya’daki Türk işçileri için Almanca” kitabını yazar.Kitabı %25 komisyon karşılığında Ticaret ve gümrük bakanlığındaki memurlara sattırır. Kitap 8-10 baskı yapar.Yine büyük paralar kazanır.Bu arada kankası Yılmaz Gündüz “Dağlar Kızı Reyhan” filmi’nin senaryosunu yazmıştır.Film çekilince görülürki, Almanya ya giden gariban işçinin elinde Esircinin Almanca kitabı vardır. Bu kitaptan almanca öğrenmektedir.

Ekşi sözlükte Şükrü Esirci için “Türkler için Almanca” cep kitabı adlı nadide eserin yazarı,demekte ve devam etmektedir.Kitabın arka kapağında şöyle bir vaad var.”Bu kitapla her yerde almanca konuşacak ve size almanca söylenen her şeyi anlayacaksınız”Yönteme dair açıklamayı ise kitabın başında buluyoruz;
Bu kitapta almanca konuşabilmek için lütfen aşağıdaki kısmı dikkatle okuyunuz….
1.Bu kitabın her sayfasında, her kelimenin veya cümlenin evvela almanca yazılışı, sonra okunuşu, sonra da Türkçe tercümesi yani, o cümlenin Türkçede ne manaya geldiği yazılıdır.
2.Kitabın içerisinde Almanya da size lüzumlu olacak bütün konuşmalar vardır. Nerede Almanca konuşmak istiyorsanız, kitabın o sayfasını açarsınız ve orada almanca konuşursunuz”
Örneğin aşık mı oldunuz, hemen 315. Sayfayı açıyorsunuz;aşık olunca söylenecek sözler. liebling-libling-sevgilim.Ich liebe dich-ih libe dih-seni seviyorum. sie gefallen mir sehr-zi gefalin mir zer-sizi çok beğendim.schatzchen-sets-hin-cicim,hazinem.
İşte bu kadar ! Buraya gelmeden önce “genç kızlarla tanışmak” “ve randevu istemek” bölümlerini başarıyla geçmiş olmak tabii.buraya kadar gerekli Almancayı sökenler için sıradaki bölüm ise;evlenme teklif etmek.
Almanya ya giden işçilere böyle bir kitap satmaz mı? Bu arada okul arkadaşları “Türk İşçiler için Almanca” kitabının yazarı Şükrü Esirci için tek kelime almanca bilmediğini söylerler.

80 lerin sonunda ise hızlı şehirleşme kırdan kentlere akın sonucu kentliler şikayetlere başlamıştır.Memleket maganda doldu.Görgü ve nezaket kalmadı diye.Şükrü ağabey oturmuş,buna da bir kitap yazmış. Bilgi yayınevinden 1989 yılında çıkardığı “Görgü ve Nezaket Kuralları
Bu kitapta oldukça satar ve Şükrü Esirci’ye iyi para kazandırır.
Kankası Yılmaz Gündüz de film çevirmeye hız vermiştir.Senaryosunu kendi yazdığı filmlerde oymaktadır,yapımcılığını da kendisi yapmaktadır.Bir müddet sonra Sevim Çağlayan’dan ayrılmıştır.Şükrü Esirci de 20 sene evli kaldığı eşinden 90 ların başında ayrılmıştır. Bir oğlu vardır,o da annesiyle oturmaktadır. Bu ayrılıktan sonra oğlu ile ilişkileri hep kötü olmuştur.Yılmaz’’la birlikte kazandıklarını gece hayatında yemektedirler.
Şükrü Esirci ayrılmadan önce eski eşinin annesine ait Kuşadası’ndaki boş araziyi bir planla iş merkezine dönüştürmüş,birinci kata çıkıp parası yetmeyince bir holdinge yüklü bir bedel karşılığı devretmiştir.oradan kazandığı para ile de Ankara Çankaya’da bir arsa almış,çok lüks 8 daireli bir apartman inşasına başlamıştır. Parası yetmeyince de tefecilerden borç almış daha sonra tefecilerle mahkemelik olmuştur. Borçları ödemek için de daireleri tek tek elden çıkarmış ve tek oturduğu daireye düşmüştür.Yılmaz Gündüz’ün ölümünden sonra yalnız kalmıştır.Son 15-20 yılı Ankara’da geçmiştir.
Şükrü ağabey eşinden ayrılınca Kuşadası’n da inşaatını yapan mütahhitin sevgilisinin kızıyla nişanlanmış, ancak annesiyle ilişkisi ortaya çıkınca nişan bozulmuştur. Şükrü Esircinin olayları anlatmakla bitmez. 90 lı yılların başında Mülkiyeliler Birliğinde oyun salonuna çıktım. Ben pek oyun bilmem ve oynamam ama bir arkadaşıma uğradım.Yan masada Şükrü Esirci arkadaşlarıyla oyun oynamaktadır.Yanında kendinden 20 yaş küçük sevgilisi olduğu söylenen frapan mini etekli bir hanım vardır.Esirci’nin şansı o gün iyi değildir. Oyunda yenilmektedir. Arkadaşları Şükrü ile dalga geçmektedirler. Esirci “şimdi siz görürsünüz”der. Şükrü’nün eline kağıt gelir. Kağıtlara hiç bakmadan sevgilisinin eteğini kaldırır. Ayy nidaları arasında bacak arasına iskambil kağıtlarını sürer. Salonda kahkaha patlar. Arka arkaya 4 el kazanır.Esirci böyle enteresan adamdır.
Ayhan Açıkalın’ın başkan olduğu bir dönem, şubat ayında mali kongre vardı. Mali kongre seçim olmadığı için 5-6 kişiyle toplanırdı. Şükrü Esirci’nin Yılmaz Gündüz ve arkadaşlarıyla birlikte kongreye gelerek yönetimi ibra etmeyip seçim maddesi koyarak birliği ele geçireceği konusunda Ayhan ağabey bir duyum almıştı. Telefon zinciri ve evlere gelen arkadaşlarla 20-25 kişi Ayhan ağabeye destek için kongreye geldik. Ama korkulan olmadı.Şükrü Esirci ve arkadaşları gelmediler.
Son 10 yıl hemen her gün Mülkiyeliler Birliğindeydi. Artık çalışma ofisi de yoktu. İşlerini okuma salonundan götürüyordu. Bu arada bir Vazo hikayesi çıkarmıştı.
Elinde Fransa Kralı 15.Louis’in Osmanlı Padişahı 2. Mahmut’a hediye ettiği 282 elmas taşlı vazo’yu, babasının 1954 yılında Sotheby’s Galerisinden satın aldığını söylemektedir.Bu vazoyu değerlendirmek istemektedir. Kimine göre vazo 5-10 milyon dolardır. Kimileri ise 30 milyon dolar edeceğini söylemektedirler. Bunun pazarlanması ve iyi değerlendirilmesi için para gereklidir .Esirci karşılığında bu vazodan komisyon verecektir. Bu vazonun peşine bir çok insan düşmüştür.Bunlardan biri de devre arkadaşımız cacık Yüksel(Yüksel Erdoğmuş) ile yine Emlak Bankalı Ertan Süslü’dür. Banka’dan 30.000 TL çekmişler,Yüksel’de kefil olmuştur.Vazo satılmayınca kefalet nedeniyle Yüksel’in evi satılmak durumunda kalmış,ancak Ertan’ın borçları üslenmesi ve Yüksel’in de hakkını devir alması sonucu Cacık kurtulmuştur.Vazo niye satılmadı.İstanbul’daki müzayede salonlarının 5 milyon dolar değerinden müzayedeye çıkarmak istemeleri Şükrü Esirci’yi kızdırmış ve satışa sokmamıştır.Bu arada vazo 2 defa mahkemelik olmuştur. Bir vatandaşın bu vazonun Siirt’ten çalındığını iddia etmesi ve mahkemenin el koyması sonucu vazo Siirt’e gitmiştir.Vazo Siirt’te bir yıl kalmış, ancak iddianın haksız olduğu ortaya çıkınca tekrar Şükrü Esirci’ye teslim edilmiştir. 2. olay ise Esirci’nin yanındaki adam tarafından çalındığını iddia ederek, 1 Eylül 2009 da Beyoğlu savcılığına başvurmuştur.O günlerdeki gazete haberleri şöyledir.

“Kral Louis’nin 282 elmaslı vazosu mahkemelik

Fransız Kralı 15. Louis’nin, Padişah 1. Mahmud’a hediye ettiği 22 ayar altın üzerine 282 elmas taş işlemeli vazo, defalarca el değiştirdikten sonra mahkemelik oldu.
Fransa Kralı 15. Louis tarafından 1740′ta yaptırılan ve 2 yıl sonra Osmanlı Padişahı 1. Mahmud’a hediye edilen 22 ayar altın üzerine 282 elmas taş işlemeli vazo, birçok el değiştirdikten sonra, “tehdit ve haksız kazanç” davasının ana konusunu oluşturdu. Olay, Yazar Şükrü Esirci’nin Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı’na 1 Eylül 2009 tarihinde yaptığı şikayet başvurusuyla ortaya çıktı.
‘EVİMDEN ÇALINDI’
Vazonun 1954 yılında babası tarafından Londra Sotheby’s Galerisi’nden satın alındığını belirten Esirci, antik vazonun yanında çalışan ve evinin anahtarının bulunduğu Burçin Hakan Baykut tarafından çalındığını ileri sürdü. Esirci’nin Şişli Adliyesi’ne yaptığı başvuru takipsizlikle sonuçlanınca, suçlanan Baykut, iftira davası açtı. Esirci hırsızlık suçlamasında ısrar ederken, Hakan Baykut ise suçlamaları reddetti ve “Kendisinin vazoyu E.T. adlı işadamına sattığını duydum” diye ifade verdi.
‘TEHDİTLE ALDI’
Bunun üzerine, Osmanlı tarihi araştırmacısı diye bilinen işadamı E.T. tanık olarak mahkemeye çağrıldı. Esirci, bu sefer vazonun Baykut tarafından evden alınıp işadamına verildiğini, işadamının da kendisini tehdit edip noterde çok düşük bir paraya satış yaparak vazoyu aldığını öne sürdü. Esirci, E.T. hakkında “tehdit” suçlamasında bulundu.
5 MİLYON DOLAR
İşadamı E.T. ise Esirci’nin borçlarını ödeme taahhüddünde bulunarak vazoyu noterde satın aldığını, 70 milyon dolar ettiği söylenen antik vazonun en fazla 5 milyon dolar edebileceğini öne sürdü. Şükrü Esirci ise vazonun 700 bin TL karşılığı elinden alındığını öne sürdü ve “Vazo en az 25 milyon dolar eder” iddiasında bulundu.
Vazonun kısa tarihi
Antik Altın Vazo İnceleme ve Araştırma Komisyonu’na göre paha biçilemeyen vazo, Fransa Kraliyet Arması ve Kral Louis’in imzasını taşıyor. 1742′de Osmanlı Sarayı’na gelen vazo, 1893′te tekrar Fransa’ya geri götürülmüş, 1954′te ise Londra’da satışa çıkartılmış. Komisyonun araştırmasına göre Fransız kraliyet geleneğinde önemli yer edinen “zambak” motifleriyle süslü vazonun değeriyle ilgili tespitte bulunulurken, Picasso’nun “Pipolu Çocuk” tablosunun 70 milyon dolara müzayedede satışa sunulduğuna dikkat çekiliyor ve daha eski olan vazonun paha biçilemez olduğu vurgulanıyor. Uzmanların Osmanlı döneminde Darphane’de bakımdan geçtiğini belirttiği vazonun “Thomas Germain’in ürünü olabileceğini” söyledikleri bildiriliyor.

10 yıllık bir hikaye

Habertürk’ün vazo ile ilgili görüşlerine başvurduğu Antik AŞ yetkilileri ise şu açıklamayı yaptı: “Son 10 senedir fotoğrafları internette dolaşan, her sene yüzlerce kişi tarafından keşfedilip tekrar tekrar fiyatı sorulan bir vazodur. Sürekli farklı farklı hikayeler ile dolaşan elmaslarla süslü ve altın olduğu söylenen bu fotoğrafın denildiği gibi yüksek rakamları yoktur. Kendisini görmedikçe ne olduğu konusunda bilgi verilmez.”
İşte o günlerin gazetelerinde Vazo böyle haber olmaktadır.
Vazo şu anda Mühendis Erdoğan Turan’ın elinde olduğu söylenmektedir.İstanbulda İlhan adlı zengin bir işadamı da finanse etmektedir.Şükrü Esirci’ye de ömür boyu bakacağını vaad etmiştir.Çünkü Esirci son oturduğu daireyi de satmış,sigortası olmadığı için emekli maaşı da alamamaktadır.Birkaç yıldır iaşesi ve barınma giderleri bu insanlarca karşılanmaktaydı.Gündüzleri Birliğin okuma salonunda geçirmekteydi.Zaman zaman uzun koltuğa uzanır ve uyurdu.Bir gün okuma salonuna geldiğimde yine Şükrü ağabey uyuyordu.Okuma salonunda 2-3 ü bayan 7-8 kişi vardı.Şükrü esirci uyurken bir yandan horlamaya bir yandan da istenmeyen sesler çıkarmaya başladı.Başta hanımlar olmak üzere herkes kıkırdamaya ve gülmeye başladılar.Orada gazete okuyan rahmetli Ahmet Dirioğlu ağabeyimiz bana dönerek”Yahu Sudi,Şükrü “Görgü ve Nezaket kuralları”nın yazarı değilmi?Bu ne hal yahu.Allah Allah “diyerek salonu terk etti.Yaz sıcaklarında gömleğini çıkarır,fanilayla dolaşırdı.Kimsenin ikazlarına da aldırış etmezdi.Duayen olduğu için fazla da bir şey söylenmezdi.Şikayetler üzerine Birlikçe okuma salonundaki Şükrü ağabeyin uyuduğu üçlü koltuk kaldırıldı.Tabii çok sinirlendi.Yönetime bağırdı,çağırdı.Sinirlendiğinde herkesi kırar geçirirdi.Üçlü koltuk kalkınca öğleden sonraları teras katın olduğu yemek salonuna çıkmaya ve sandalyeleri birleştirip orada uyumaya başladı.
Bir gün Yüksel Caddesinde yer tezgahında sergilenen kitaplar arasında Şükrü Esirci’nin “Türk İşçileri için Almanca” kitabını gördüm.Fiyatı 1 TL idi.Satın alarak Okuma salonunda oturmakta olan Şükrü ağabeye getirdim.Çok mutlu oldu.Aziz kardeşim bu kitap bende kalmadı.İçeri Tuncay’a seslendi.Tuncay benim kitaptan getir,dedi.Tuncay da yeşil kaplı çok güzel kuşe kağıda basılı bir kitap getirdi.”Kendi kendine NAMAZ NASIL KILINIR” yazarı Şükrü Esirci.”Bana dönerek senin soyadın neydi” diye sordu.Bende “Kocaimamoğlu”dedim.Kitabın 1.sayfasına” Aziz Kardeşim Sudi Kocaimamoğlu’na sevgilerimle “diye imzalayarak hayret bakışlarım arasında kitabı bana hediye etti.Bende kendisine “Şükrü ağabey namaz kılmasını biliyor musun” dedim.Çünkü hiç namaz kıldığını ve oruç tuttuğunu ne gördüm, ne de duydum.”Ninem küçükken öğretmişti.Anlıyorum ne demek istediğini.Bu ülkede Namaz kitabı yazmak için namaz kılmasını bilmek gerekmez” dedi.
Emektar çaycımız Tuncay’dan öğrendiğime göre Vazo’yu devretmesi karşılığı 100.000 TL almıştı.AKP iktidarı nedeniyle günceli yine yakalamış,”Kendi Kendine NAMAZ NASIL KILINIR” kitabını bastırmış,birkaç ilahiyatçıdan ve diyanetten tavsiye kararı almıştı.Kitap iyi satarken hızını alamamış,bir kitap daha yazmış. Kitabın ismi “İSLAM DİNİ” Yazarı Şükrü Esirci.Bakın Esirci kitabin ön sayfasında ne yazıyor;
Bu kitabı niçin Yazdım?
“Bu kitabı Allahın emrini yerine getirmek için yazdım.
Kuran-ıKerim’in 47. Suresi olan;”Muhammed Suresi”inin 7.ayetinde;
Ey iman edenler,
Eğer siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder. Ayaklarınızı sabit kılıp kaydırmaz.”
Bu suretle Allah’ın dinine(İslam dinine)yardımcı olduğum ve Allahın emrini yerine getirdiğim inancındayım diyerek bu kitabı basan Şükrü Esirci, kitabın ön yüzünde islamın şartı 5 diye yazarken, arka yüzünde imanın şartı 6 yazmış ve Diyanetle ters düşmüş. Diyanette 2. Kitabı tavsiye etmediği gibi 1. Kitaba verdiği tavsiye kararını da çekmiş. Bunun üzerine Esirci, Diyanet İşleri Başkanına çıkarak “siz bu işi bilmiyorsunuz”diye kavga etmiş. Daha sonra da Diyanet’i mahkemeye vermiş. Tabii davayı kaybetmiş. Ondan sonra da kitaplar elde kalmış.
Son günlerinde sağlık yönünden de çok kötü idi. Onun en çok kahrını çeken çaycımız Tuncay idi. Bir ay önce finansörleri tarafından özel bir huzurevine yatırıldığını Tuncay’dan duydum. Ara sıra Birliğe uğradığımda Tuncay’dan sağlık durumu hakkında bilgi alıyordum. Dün ölüm haberini duyunca hiç ortak yanımız olmamasına rağmen üzülmedim desem yalan söylemiş olurum.
Mülkiye’den ve bu dünyadan bir David Niven Şükrü geçti. Filmlere konu olacak bir hayat öyküsü.Onun için yazdım. Huzur içerisinde yatsın.


Sudi Kocaimamoğlu