2 Şubat 2012 Perşembe

haydarpaşadan son mektup




Haydarpaşa Garı’na ilk kez ne zaman gittiğimi anımsamıyorum.
Anımsamam da mümkün değil. 1950 doğumluyum, ya o yıl, ya da
1951’de annemin kucağında gitmiş olmalıyım. Babam, I. İşletme
Hareket Dairesi’nde memurdu, bebekliğim TCDD hekimlerinin
gözetiminde geçmişti.

Son kez 16 Aralık 2008’de gittim. Lemi Özgen ile birlikte. Gar
Lokantası’nda rakımızı yudumladık. Tarihi çok net hatırlıyorum. Tüm
müşteriler televizyona bakıyordu. Ekranda futbol karşılaşması değil,
Kemal Kılıçdaroğlu ile İ. Melih Gökçek’in söz düellosu vardı. Salonun
hemen tamamı Kılıçdaroğlu’ndan yana idi.

Gar lokantasına çok gitmişliğimiz vardı Lemi ile. Mezeler her zaman bildik ortalama lezzette olurdu,
mahcup etmezdi. Bir gidişimizde kıdemli barmen ağabeyimizden fena halde azar işittiğimizi
anımsarım. İsmet Baba’daki uzun öğle rakısının ardından gün batımına doğru evlerimize yola
çıkmıştık. Kısa bir mola için girdik Gar Lokantası’na. Bara tünedik. Birer duble rakı söyledik. Barmen
Ağabeyimiz yüzümüze aşina idi. Küçümser gibi baktı:

- Size yakışıyor mu? Bir duble, bir duble daha… Adam gibi bir küçük açayım, sonra ikincisini açarız…

Öyle de oldu, son trenlerden birine giderken yalpalıyorduk ikimiz de…

Haydarpaşa Garı’ndaki anılarım üç döneme ayrılır: Çocukluk, gençlik ve Lemi ile olanlar.

İlk gençlik yıllardakilerden biri yaşamımda önemlidir. Mülkiye’ye
girme hakkını kazandığımı öğrenmiştim. Babam, çalışma arkadaşı
TCDD I. İşletme Başveznedarı Hüseyin Bey’in oğlunun da Mülkiye
öğrencisi olduğunu, kayda gitmeden onunla tanışıp görüşmemi
önerdi. İlhan (Yargan) Ağabeyimle o gün tanıştım, gar binasının
güney doğusundaki kubbenin zemin katındaki Başveznedar makam
odasında. Sonra 2. Peronu baştan sona birkaç kez voltaladık.
Kararımı vermiştim, yolculuk Ankara’ya idi.

Şimdi o gardan tren kalkmayacak. O lokantada Lemi ile kadeh kaldıramayacağız. Geçen yıl gitmeye
niyetlendiğimizde Ramazan ayı idi ve lokanta
“bakıma” alınmıştı.

Sevgili Lemi,

Elimizi çabuk tutalım, iki kadeh de olsa bir kez
daha içmeye gidelim, o güzelim yere. Son trene
yetişemezsek yürürüz Pendik’e kadar, belki de
Kurtköy’de tereyağı ararız halisinden. 

 Vecdi Seviğ


Kurtköy’e tereyağı almaya gideni hicvettiği
öyküsünü anımsadığımız Ozan’ın dizeleri dökülür
dudaklarımızdan:



Haydarpaşa garında
1941 baharında
saat on beş.
Merdivenlerin üstünde güneş
yorgunluk ve telâş
Bir adam
merdivenlerde duruyor
bir şeyler düşünerek.
Zayıf.
Korkak.
Burnu sivri ve uzun
yanaklarının üstü çopur.
Merdivenlerdeki adam
-Galip Usta-
tuhaf şeyler düşünmekle
meşhurdur:
"Kâat helvası yesem her gün" diye düşündü
5 yaşında.
"Mektebe gitsem" diye düşündü
10 yaşında.
"Babamın bıçakçı dükkânından
Akşam ezanından önce çıksam" diye düşündü
11 yaşında.
"Sarı iskarpinlerim olsa
kızlar bana baksalar" diye düşündü
15 yaşında.
"Babam neden kapattı dükkânını?"
Ve fabrika benzemiyor babamın dükkânına"
diye düşündü
16 yaşında.
"Gündeliğim artar mı?" diye düşündü
20 yaşında.
"Babam ellisinde öldü,
ben de böyle tez mi öleceğim?"
diye düşündü
21 yaşındayken.
"İşsiz kalırsam" diye düşündü
22 yaşında.
"İşsiz kalırsam" diye düşündü
23 yaşında.
"İşsiz kalırsam" diye düşündü
24 yaşında.
Ve zaman zaman işsiz kalarak
"İşsiz kalırsam" diye düşündü
50 yaşına kadar.
51 yaşında "İhtiyarladım" dedi,
"babamdan bir yıl fazla yaşadım."

Şimdi 52 yaşındadır.
İşsizdir.
Şimdi merdivenlerde durup
kaptırmış kafasını
düşüncelerin en tuhafına:
"Kaç yaşında öleceğim?
Ölürken üzerimde yorganım olacak mı?"
diye düşünüyor.
Burnu sivri ve uzun.
Yanaklarının üstü çopur.

Denizde balık kokusuyla
Döşemelerde tahtakurularıyla gelir
Haydarpaşa garında bahar
Sepetler ve heybeler
merdivenlerden inip
merdivenlerden çıkıp
merdivenlerde duruyorlar. 
nazım hikmet



(*) 1 Şubat 2012