7 Haziran 2012 Perşembe

CİDE VE VİZONTELE

CİDE VE VİZONTELE

Yıllar önce Mustafa Erdoğan’ın Vizontele filmini izlediğim zaman çok heyecanlanmıştım.Çünkü bunun gerçeğini ben Cide Kaymakamlığında yaşamıştım.

1973 Ekim ayında askerliğimin bitmesi nedeniyle Ankara’ya dönmüştüm..İki gün sonra İçişleri Bakanlığı’na uğradığımda tayinimin Kastamonu Cide Kaymakamlığı’na çıktığını öğrendim.Cide Kastamonu’nun deniz kıyısında 3500 nüfuslu şirin bir ilçesi idi.15 ekimde göreve başlamak üzere Karabük,Bartın,Amasra,ve Kurucaşile üzerinden otobüs ve minibüs aktarmasıyla Ankara’dan 6 saatte Cide’ye gelebildim.Yol oldukça bozuk ve virajlı idi.O yıllarda Kastamonu üzerinden Cide’ye gelmek daha da zordu.Cide’yi görür görmez çok sevdim.Arkasında Gebeoğlu tepesi(950 mt) ve ormanlar,önünde 11 km uzunluğunda sahiliyle Karadeniz vardı.Girintili çıkıntılı sahillerinde bir çok koy yer almaktaydı..Gideros koyu bunların en meşhuru idi.Vaktiyle Cenevizliler, Karadeniz de ticaret yaparlarken bu koyu liman olarak kullanırlarmış.Benim için Cide doğal güzellikleriyle Mavi ve yeşilin birleştiği yerdi.

Göreve başladıktan kısa bir süre sonra memur,öğretmen ve ve esnaflarla kaynaştım.Adliyeciler, başta savcı Mehmet Kılıç ve Hakim Mustafa Aydın olmak üzere uyumlu ve aydın insanlardı.Orman İşletme Müdürü İbrahim Tekinok,Doktor Yaşar Tan,Veteriner Ferhat Şenel gibi değerli arkadaşlarla çalışıyorduk.Belediye Başkanımız Memduh İmer Galatasaray Lisesi mezunu çok efendi bir büyüğümüzdü.Babadan oğula 40 yıldır belediye başkanlıkları devam ediyordu.Cide halkı da çok cana yakındı.Bütün bu olumlu yanlarına rağmen Cide ve köylerinde imkansızlıklar çok fazlaydı.Henüz İnebolu’ya bağlanacak sahil yolu açılmamıştı.Karayolları çalışmaları devam ediyordu.100 e yakın köyün büyük bir kısmının ilçeyle bağlantısı yoktu.Hastalar ve doğum yapacak hanımlar ilçeye sal tabir edilen sırtta taşınan araçlarla getiriliyordu.Köylerimiz yol,okul ve su  yönünden çok fakirdi.

Çok şaşırmıştım.Çünkü askerliğimi yaptığım Siirt ve Diyarbakır’ın yolları ve alt yapısı  çok daha iyi idi.Kastamonu ve Cide o yıllarda doğudan geri bir görünümdeydi.
Bu koşullarda göreve başladıktan sonra yaptığım ilk iş,Cide’nin köy yolu,okul,su envanterini çıkarmak oldu.Kısa sürede tanıştığım Karayolları Bölge Müdürü Murat Yenigün,Köy Hizmetleri Müdürü ve İl müdürleri ile uyumlu bir çalışma ortamı oluşturmuştuk.Hepimizi ilçenin alt yapısını nasıl tamamlarız heyecanı sarmıştı.Akşamları orman lokalinde yada TÖB-DER lokalinde sık sık toplanır, çalışmaları değerlendirirdik.Yanılmıyorsam 1974 yılının ekim ayıydı ,gazetede bir haber okumuştuk.Tek kanallı TRT Televizyonun siyah beyaz yayını Ankara,İstanbul,İzmir gibi büyük illerin dışında yoktu.Yayınlar da akşamları 18 den sonra başlardı.Cumartesi,pazarları öğleden sonra da verirlerdi.Haberde Manisa Belediye’sinin bir firmaya Manisa Sipil dağına yansıtıcı kurdurduğunu,TRT yayınlarını almaya başladıklarını,ancak TRT nin  müdahele ederek söktürmek istediğini,halkın bu durum karşısında Manisa’da yürüyüş yaptığını anlatıyordu.Ancak daha sonra yargıya başvuran Manisa’lılar bu izni almıştı.

O günlerde Cide sahillerine de ara sıra TRT yayınları yansıyordu.Bu durumu da Cide’nin Almancı vatandaşlarının yanlarında getirdiği televizyonlardan öğreniyorduk.İlçede 3-5 televizyon vardı.Onlarda daha çok Bulgar ve Romen yayınlarını izliyorlardı.Lokalde bulunan memur arkadaşlar ,”Kaymakam bey bu işe sen bir el at.İmkanı varsa Cide’ye de yansıtıcı kuralım,bunu halledersen sen halledersin” dediler.Bende yansıtıcı işini görev edinerek Manisa Vali yardımcısı arkadaşları aradım.Onlardan yansıtıcı kuran arkadaşın adını,adresini ve telefonlarını aldım.Bursa Gemlik’te Necati adında bir elektronikçi yansıtıcıyı kurmuştu.Telefonla Gemlikteki dükkanında Necati beyi aradım.Telefona çıkan arkadaş Necati beyin Karacabey’de yansıtıcı kurma çalışmaları yaptığını gelir gelmez aratacağını söyledi.2 gün sonra da Necati bey Kaymakamlığı aradı.Telefonla yaptığımız görüşmede “Cide’nin öncelikle sinyal alıp almadığını tespit etmemiz gerekir”,dedi.”Zonguldak’ta TRT’nin yeni vericisinin kurulduğunu,Bartın’la da tesis kurmak için anlaşma yaptığını,3 gün sonra Bartın da olacağını,iş bitince size telefon ederim.Beni bir araçla aldırırsanız Cide’ye gelirim” dedi.Bende “ne zaman telefon ederseniz Kaymakamlık cipi ile sizi aldırırım” ,dedim.

Bu arada Cide de memur,esnaf,öğretmen tüm arkadaşları bir salonda toplayarak bu konuyu gündeme getirdik.Geniş katılımla her konuda halkın onayını almak esastı.Bazı arkadaşlar Cide’nin o kadar sorunu varken TV yansıtıcısı kurmak lükstür gibi bir görüş ileri sürdüler.Ancak yapılan toplantıda çoğunluk ikna edildi.Bütün bu çalışmalarda bürokratların destekleri yanında Turizm Derneği Başkanı Fuat Gürşener’in(Merhaba Amca),Cide esnaflarından Metin Gürsoy,Utkan Yalçınkaya,Vecihi Yücel,eczacı Cevdet Usta,Avukatlar Fuat Nazlı,Hamit Göktepe,Gazeteci ihsan Seyman,Sinemacı Mustafa Akyıldız ve Başta Muammer Karayel,Metin Sözen,Vildan Usta ,Nevzat Ece olmak üzere tüm TÖB-DER li öğretmenlerimizin destekleri yadsınamaz.Tabii bütün bu çalışmalarda en büyük destekçimiz de Rıfat Ilgaz idi. Toplantıda  TV seyrederek dünyada olup bitenden haberleri olacağı ve bakış açılarının değişeceği görüşü kabul gördü.Bu amaçla “Cide TV Yansıtıcısı Kurma ve Yaşatma Derneği” kurulmasına karar verildi.Türkiye de bir ilk olacaktı.Her TV alandan toplanacak paralarla yansıcı finanse edilecekti.TV alanlardan, gönüllü olarak üye olduğu derneğe TV aldığında 100 TL ,her ayda 10 TL aidat ödenecekti.
Bir hafta sonra Necati Cide’de idi.Gelir gelmez elinde bir portatif televizyonla beraber sahile yakın tepelerde dolaşarak sinyal aradık.”Çok zayıf geliyor.Buralarda kuracağımız yansıtıcıdan verim alamayız”,dedi.Cide’nin hemen arkasında Gebeoğlu tepesi var.Onu gösterdi.”Buraya nasıl çıkarız”.dedi.Gebeoğlu tepesi sahile 4.5 mil mesafede 950 mt yüksekliğinde adı tepe olan gerçek bir dağ idi.Cide’de sorduğumuz arkadaşlardan Belediye Başkanı da dahil hiç kimse bugüne kadar zirvesine çıkmamıştı.Yakınında bir köy vardı.Onlar bilirler dediler.Ertesi günü Gebeoğlu tepesine çıkma kararı aldık.Bir cumartesi günü Ciple virajlı yollardan dolanarak 45 dakikada köye vardık.Köylülerden birkaçı zirveye çıkmıştı.Zirveye çıkan dağ yolu dik rampa olup yürüyerek 45-50 dakika sürer dediler.Yolu bilen  bir köylünün mihmandarlığında Elektronikçi Necati,Ben ,Kaymakamlık şoförü Şevki Taşçı arkadaşımız ve birde Adil Özsoy adlı bir öğretmen arkadaşım, hep beraber zorlu bir yürüyüşten sonra Gebeoğlu’nun zirvesine vardık.Bir uçak’tan seyreder gibi Cide’yi ,sahillerini ve Karadeniz’i seyrediyorduk.Manzara müthişti.Necati,portatif televizyonunu açtı.TRT cumartesi öğleden sonra maçları verirdi.O gün Beşiktaş’ın bir takımla maçı vardı ve bende Beşiktaş’lıydım.Üstelik Beşiktaş 2-1 galipti.Siyah beyaz televizyonda maç o kadar netti ki,zevkle seyrettik.
Necati,”Kaymakam bey yansıtıcı için en uygun yer burası “dedi.”Buraya elektrik çekemeyiz ,nasıl yapacağız “dedim.Necati de ”Yansıtıcı’ya 90 amperlik 2 akü takarız.Günde 2 amper harcar.1.5-2 ay gider.2 Aküde yedekte tutarız.” dedi.Malzemeler araçla Cide’den köye gelecekti.Katır sırtında tepeye çıkarılacaktı.Tepe’de kurulacaktı.Çok eziyetli olmakla beraber karar vermiştik,yapacaktık.Cide’ye inince Orman lokalinde Belediye Başkanı Memduh İmer,Savcı ve hakim arkadaşlarla,Orman işletme Müdürü İbrahim Tekinok ve Adil hoca toplandık.Şimdi önemli konu, maliyeti ne olacaktı.Necati” Bartın’a yeni kurdum.60.000 TL ye yaptım.İşte anlaşması “dedi.”Necati bey Bartın zengin.Bizim o kadar paramız yok” dedim..Necati “size 50.000 TL ye yaparım” dedi.Ben bir yandan,Başkan diğer yandan,.diğer arkadaşların da bastırmasıyla sıkı bir pazarlıkla 30.000 TL ye kadar indirdik.Onun da 5.000 TL sini peşin verecek gerisini 6 ay içinde ödenmek üzere senetlere bağlayacaktık.Peşinatı Belediye Başkanı ben Belediye’den veririm dedi.5.000 TL yi de ben Köye Hizmet Götürme Birliği’nden sağlayacaktım.Gerisini de” Televizyon Derneği” aracılıyla halktan toplayacaktık.Anlaşmayı yapıp senetleri Belediye Başkanı ile ben kaymakam olarak imzalayarak verdik.Necati’yi kaldığı müddetçe Orman Misafirhanesinde misafir ettik.Bartın’a getirip götürme işini de Kaymakamlık aracıyla sağladık.Çünkü o yılarda Bartın’a günde 1 sefer minibüs çalışırdı.Başka da vasıta yoktu.

Necati bir hafta sonra dönmek üzere Cide’den ayrıldı.Bu arada biz de hazırlıklara başladık.Cide devlet kereste fabrikası 2.5 mt uzunluğundaki anten direğini,Orman İşletme müdürlüğü de akülerin korunacağı kulübe’yi yapacaktı.
Necati geldiğinde hazırlıklarımız bitmişti.Malzemeleri bir kamyonete yükleyerek Dağlı köyüne geldik.Bu sefer zirveye çıkmak üzere Başkan Memduh İmer ve 7-8 meraklı arkadaş’ta bizlere katılmıştı.Malzemeler köyde katırlara yüklendi.Yine 1 saatlik zorlu bir yolculuktan sonra Gebeoğlu’nun zirvesine vardık.Başkan bu yaşıma geldim hayatımda ilk defa buraya çıkıyorum demişti.Gelenlerde manzaradan çok etkilenmişlerdi.

Necati’nin 1 saatlik çalışması sonucu yansıtıcı kurulmuştu.Yansıtıcı bize çok basit gelmişti.Bütün malzeme 2 anten 50 mt tv kablosu,bir adaptör ve akülerden ibaretti.Ancak gündüz yayın olmadığından TRT sinyali görünüyordu.Tekrar Cide’ye indiğimizde saat 17 civarıydı.Utkan Yalçınkaya arkadaşımızın dükkanına TV yi kurdurmuş ve TV ekranını meydana döndürmüştük.Saat 18 de başlayacak yayın saatini heyecanla bekliyorduk.Açılış vakti önce istiklal marşı ve arkasından yayın başladı.Sonra ekranda çocuklar için bir çizgi film göründü.Belediye meydanı gittikçe kalabalıklaşmaya başladı.Bir anda 400-500 kişi toplandı.Herkes beni ve belediye başkanını kutluyorlardı.Yayına geçmiştik.Görüntü gayet netti.TRT’nin kuruduğu 8-10 il hariç,TRT ve devlet katkısı olmadan yansıtıcı ile yayınları alan 5.ci yerleşim yeri idik.Kastamonu’da dahil bir çok ilde yayın yoktu.Kastamonu Valisi arayarak bizleri kutladı.”Kastamonu’da yayın yok Cide’de var.Vallahi kıskanıyorum” dedi.
Necati’yi ertesi gün memleketine uğurladık.Bir kaç gün  içerisinde ben ve Belediye Başkanının evi dahil 7-8 eve televizyon girmişti.Henüz Cide’de TV satıcısı olmadığı için TV ler Bartın’dan geliyordu.Belediye meydanındaki iki kahvehane de TV almış ve yayınları halk kahvelerde ilgiyle izlemeye başlamıştı.

Yayına başlandıktan bir hafta sonra 30.Ekim.1974 sabaha karşı saat 4.00 de Afrika da Zaire’de Muhammed Ali Clay ile George Foreman’ın unvan maçı vardı.O gün Cide’de olay olmuştu.Sabahın 4.00 ünde TV olan evler benim evimde dahil Belediye Meydanındaki 2 kahve tıklım tıklım dolmuştu. Tabii herkes Amerikan yönetimi tarafından mağdur edilen Muhammed Ali’yi tutuyordu.Muhammed Ali’nin 2. raund da Foreman’ı nakavt edişi ve yeniden dünya şampiyonu oluşu günlerce konuşulmuştu.

Karayollarınca Cide İnebolu yolu açılmıştı.Bu arada Bölge Müdürü Murat Yenigün’ün talimatıyla Karayoluna 8-10 km mesafedeki bütün köy yolları da açılıyordu.Cide Limanı programa alınmıştı.Orman İşletme Müdürü İbrahim Bey Orman yollarını revize ederek köylerden geçiriyordu.

Yansıtıcı faaliyete geçtikten 3 ay sonra bir yılbaşı gecesi Gebeoğlu tepesine yıldırım isabet etmesi sonucu yandı.Bu arada ilçedeki 300 e yakın eve de TV girmişti.Necati’ye olan borcumuzun 3 te 1 i henüz duruyordu.Ertesi günü tekrar Necati ile temasa geçtik. Necati mağduriyetimizi göz önüne alarak en son 20.000 TL ye tekrar kurabileceğini söyledi.Kara kara düşünürken öğretmen arkadaşımız Adil Özsoy “Kaymakam bey ben bunu kurarım.Tepede çok iyi inceledim.Necati’ye de para vermeye gerek yok” dedi.Adil hoca Köy Enstitülerinden mezundu.Elinden her iş geliyordu.ilçede bir de fotoğrafçı dükkanı vardı.Eşinin adına.Boş zamanlarında fotoğrafçılık ta yapardı.Adil hoca önce Gebeoğlu’na çıkarak yanan malzemeleri getirdi.İstanbul’daki Cidelilerle temasa geçerek malzemeleri markasına göre Karaköy de buldurdu.Bütün malzemeler 2.500 TL tutmuş.Onun parasını da İstanbul’daki Cideli bir zengin karşılamış.2 gün içerisinde malzemeler geldi.Adil hoca ile beraber yine Gebeoğlu çıktık.Adil hoca  yansıtıcıyı yeniden kurdu.Yayın aynen devam etmeye başladı.Bu sefer her ihtimale karşı bir de paratöner kurduk. Adil hoca “Elektronikçi” olmuştu.Sonraları çevre köylere de yansıtıcı kurmaya başladı.

Cide de hizmet ettiğim 3 yıl sonunda Cide İnebolu yolu açılmış,Köy yolların uzunluğu 120 km den 340 km ye çıkmış,köylerin %95 ine ulaşım sağlanmıştı.okul ve derslik sayısı 2 katına çıkmıştı.Köy çocuklarının ilçede yatılı okuması için kurulan ve başkanlığını Muammer karayel hocanın yaptığı pansiyon inşaatına İstanbuldaki Cide’lilerin katkıları sağlanarak hız verilmişti.Buradaki başarı Karayolları,Köy Hizmetleri Müdürlüğü,Orman İşletme Müdürlüğü,Cide Köylere Hizmet Götürme Birliği ve tüm yöneticilerin uyumlu ve ekip çalışması sonucu ortaya çıkmıştı.Cide’nin içme suyu İller Bankası programına alınmış ve liman inşaatına da başlanmıştı.Sahil yolunun ve köy yollarının açılması ile Cide bir hareket başlamış.Banka sayısı 1 den 4 e,eczane sayısı 3e çıkmış,İstanbul-Cide arasında haftada 11 otobüs seferi yapılmaya başlanmıştı.İlçe ekonomisi canlanmıştı.
Ülkemizde yapılan  güzel işler zaman zaman politika uğruna cezalandırıldığı gibi bizlerde cezalandırıldık.İlçedeki tüm partilerin desteğine rağmen böyle bir ortamda 2. MC hükümeti ve Kastamonu’daki uzantıları bundan rahatsızlık duydular ve hepimizi çil yavrusu gibi dağıttılar.Karayolları Bölge Müdürü ve Köy Hizmetleri Müdürünü Ankara’ya kızağa çektiler,beni Cide’den Çankırı Orta Kaymakamlığı’na,Orman İşletme Müdürü İbrahim Tekinok’u da Tunceli İşletme Müdürlüğü’ne sürdüler.

12 Eylül Darbesinden sonra baskıların iyice artması sonucu 1981sonunda devletle olan ilişkimi bitirdim.Ankara Atatürk Orman Çiftliğinde kurulu enerji nakil hatları imal eden MİTAŞ fabrikasında önce personel müdürü, sonrada genel müdür yardımcısı olarak görev yaptım.Yanılmıyorsam 1985 yılıydı.Cide Belediye Başkanı Ramazan Çalım telefon etti.11 yıl sonra TRT’nin Teknik adamları Cide’ye gelmiş.Araştırma sonucu Cide’nin içindeki bir tepeye verici koyabileceklerini söylemişler,ancak  galvanizli 15 mt uzunluğundaki direk ile elektrik hattının belediyece çekilmesini şart koşmuşlar.Başkan ”TV işi için yine size görev düştü” dedi.Bende Genel Müdürün onayını alarak  projelerine  uygun maliyetine belediye için istedikleri direği fabrikada imal ettik.İstenilen yere naklettirerek montajını elemanlarımıza yaptırdık.Sonradan Cide’ye böyle ufak bir hizmetimiz de oldu.
Aradan 6 ay geçmişti.Bir gün Başkan Ramazan Çalım beni aradı.”Şu anda Belediye Meclisi toplantısındayız.Belediye Meclisinde bulunan tüm partilerin oybirliği ile Cide’ye hizmetleriniz için, sizinde açılmasında emeğinizin olduğu Kaymakam Lojmanının yanındaki sokağa “Kaymakam Sudi Kocaimamoğlu” adını verdik”dedi.Çok duygulanmıştım.O sokağı Başkan Memduh İmer ile beraber tek tek arazi sahiplerini ikna ederek açmıştık.Sokağın sonunda nehir yatağından kalan boşluğu da ,boş kaldıkları kış döneminde Köy Hizmetleri Araçlarına doldurtup Belediyeye  arazi kazandırmıştık.Daha sonra o araziye İller Bankası kaynaklarıyla Belediye tarafından küçük bir otogar ve sanayi dükkanları yapılmıştı.Ayrıca Başkan sahildeki yola da Karayolları Bölge Müdürü Murat Yenigün’ün adının verildiğini söyledi.Buda ayrıca beni çok mutlu etti.Cide günleri gözümün önüne geldi.Sevgili dostum Rıfat Ilgaz’ın Cide’den hüzünlü ayrılırken veda yemeğinde söylediği “Kaymakam bey Cide’de çok güzel şeyler yaptın.Bugün olmazsa yarın halk seni sevgiyle anar” sözlerini hatırladım.

Sudi Kocaimamoğlu

6 Haziran 2012 Çarşamba

PROF.KENAN ERİM VE AFRODİSİAS

PROF.KENAN ERİM VE AFRODİSİAS

1970 yılının kasım başlarında 50.dönem kaymakamlık kursunu bitirerek çekilen kura sonucu Aydın Karacasu Kaymakamlığı’na atandım.Asil kaymakam olarak ilk görev yapacağım ilçe olan Karacasu hakkında bilgi toplamaya başladım.İlk aldığım bilgiler;Aydın ilinin güneyinde,Menderes ovasına açılan Dandalaz vadisinde Karıncalıdağ’ın eteklerinde 1867 yılında Belediyesi kurulan bir ilçemiz olduğu idi.Merkez nüfusu o yıllarda 5000 civarinda idi.6000 yıla dayanan bir tarihi vardı.En önemlisi de tarihi Afrodisias harabelerinin Karacasu’ya 12 km mesafede oluşu.Afrodisias harabelerini ilk kez duymuştum.O yıllarda ülkemizde Efes ve Bergama’nın dışında çok fazla bilinen antik kent yoktu.Kaymakamlık lojmanımız,karşımızda bulunan egenin en yüksek dağı Babadağ’a bakmaktaydı.Haziran ayına kadar tepesinden kar eksik olmazdı.Göreve başladığımın ertesi günü ilçedeki arkadaşlar beni Afrodisias’a götürdüler.Afrodisias vaktiyle 250.000 nüfuslu bir kentmiş.Anadolunun sanat ve kültür merkezi imiş.Depremlerle ve savaşlarla yıkılmış.Afrodisias’a yaklaşırken uzaktan gördüğüm manzara roma sütunları ve aralarında kalmış 5-6 tane köy evi.Yolda anlattılar.Harabelerin üzerinde Geyre köyü varmış.Deprem numarasıyla Köyü sit alanı dışında kurulan yeni Geyre köyüne taşımışlar.Harabelerin arasında kalan son 5-6 evde kısa zaman içinde yeni yerlerine taşınacaklarmış.Harabelere geldiğimizde köy evlerinin inşasında tarihi sütunlar ve mermer blokların kullanılmış olduğunu gördüm.Evlerde 2000 yıllık mermer ve toprak küplerin bulunduğunu söylediler.İlk olarak 30.000 kişilik stadyum’a gittim.Mermer sıralara oturduğumda tarihi filmlerde gördüğüm roma arabalarının çarpışmaları ve gladyatör döğüşleri gözümün önüne geldi.Tüylerimin diken diken olduğunu hissettim.

Afrodisias antik kentinin bir kısmı esasen açıktaydı.Yer yer zaman içerisinde ören yeri1-2mt kalınlığında toprakla örtülmüştü.Herkesçe biliniyordu.İlk kazıları 1911 yılında İtalyan arkeologlar yapmış.6 ay kadar sürmüş.İtalyanlarla Trablusgarp harbi patlayınca kazıları bırakıp gitmişler.Birkaç eser haricinde fazlaca bir eser götürememişler.İkinci kez kazılara 1961 yılında ABD New York Üniversitesi Profesörü Kenan Erim başkanlığında bir ekip tarafından başlanılmış ve benim göreve başlağım güne kadar da devam etmekteydi.Prof.Kenan Erim Afrodisias’a her yıl haziran başında gelir ekim ortalarında da Amerika’ya dönermiş.Kazılar, ABD den gelen kazı ekibiyle Amerikalı 20-30 öğrenci ve Kültür Bakanlığından kazı komiseri bir arkeolog ve Ankara Dil,tarih ve coğrafya Fakültesinden 15-20 öğrencinin katılımıyla Kenan Erim başkanlığında yürütülmekteymiş.Kazı şantiyesinde çevre köylerden 50 ye yakında işçi çalıştırılıyordu.Beni gezdiren arkadaşların Kenan Erim hakkında da fazla bilgileri yoktu.Sadece Türk asıllı Amerikan vatandaşı olduğunu ,tahsilini Amerika da yaptığını biliyorlardı.

Bu bilgileri aldıktan sonra Afrodisias ören yerlerini gezmeye başladım.Gezdikçe hayretim bir kat daha arttı.Üniversite bitirmiş Kaymakam olmuş bir insanın kendi ülkesinin zenginliğini bilmemesinden büyük üzüntü duydum.

Adını aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite’den alan bu kentin Aphrodisias ismi il kez MÖ 2.yüzyılda kullanılmaya başlamış.Daha önceleri kullanılan isimler Lelegonpolis,Megapolis,Ninoi,K
ayra ve Geyre.Yerleşim geç neolotik çağa kadar uzanmaktaymış.1970 yılına kadar kazılarda 9000 kişilik anfi teatre,400 kişilik odeon müzik salonu,roma hamamı ve banyolar,Agora,Aphrodite tapınağı,dekoratif kapı Tetrapylon çıkarılmış.Bir kısmında restorasyon yeni başlamış.Bir çok taş heykel ve heykel başı çıkmış.Henüz müze olmadığı için bir depoda saklanıyordu.Depo kapalı olmasına rağmen kaymakam olduğum için açarak beni gezdirdiler.Kapalı sezonda Vali ve kaymakam izni olmadan depolar gezdirilmiyormuş.Müthiş heykeller vardı.

Afrodisias Roma ve Anadolu da heykelcilik okulu ve atölyeleriyle meşhurdu.Kullanılan mermerler yakınlarda bulunan mermer ocaklarından geliyordu.Roma imparatorluğunun çeşitli bölgelerinden insanlar buraya heykel ve taş oymacılık sanatını öğrenmek üzere gelirlerdi.Afrodisias ’dan birçok heykel ve sütun ve sütün başlığı da Roma imparatorluğunun çeşitli bölgelerine götürülmüştü.

Afrodisias’ı ilk ziyaretimden müthiş duygularla ilçeme döndüm.Daha sonra da kış sezonunda beni ve ve valiliği ziyarete gelen,Afrodisias’ı görmek isteyen misafirleri 8-10 kez gezdirdim.Afrodisias hakkında oldukça bilgi edinmiştim.O kış geçtikten sonra haziran ayı başlarında Prof.Kenan Erim ve ekibinin Afrodisias’a geldiğini ve şantiye alanına yerleştiğini haber verdiler.

Ertesi gün Kenan Erim ziyaretime geldi.İlk karşılaştığımda Orta boylu,gözlüklü,saçları dökük Erim,ciddi bir insan imajı veriyordu.Ancak konuştukça çok samimi ve alanında otorite bir kişilik karşıma çıktı.Babasının Cemiyeti Akvamda Türkiye delegesi olarak görev yaparken İsviçre’de doğduğunu ,daha sonra Cemiyeti Akvamın kapanması ve Birleşmiş Milletlerin kurulması üzerine New York’a gittiklerini ve babasının yine BM de Türkiye delegesi olarak görev aldığını söyledi.Tahsilini de New York’ta yapmış.New York Üniversitesini bitirdiğini, daha sonra yüksek lisans ve doktorasını Princeton Üniversitesinde yaptığını ve Ünlü arkeolog Prof.Karl Eric’in asistanı olarak İtalya’da Sicilya’da Margantina sitinde yapılan kazılara katıldığını anlattı.Amerikan vatandaşı olsam da ben Türkiye’ liyim.Ülkem tarih yönünden çok zengin.İlk kez 1959 yılında Afrodisias’ı ziyaret ettim.Yollar çok bozuktu.Zor şartlar altında Afrodisias’ı gezebildim.Daha sonra New York Üniversitesi ve finansör olacak vakıfların desteğiyle Türkiye’den gerekli izinleri alarak 1961 yılında kazıları yeniden başlattım,ömrüm yettiği müddetçe de Afrodisias’ı ortaya çıkararak ayağa kaldırmak üzere elimden geleni yapacağım dedi.Afrodisias’ı anlatırken gözleri parlıyordu.Beni ve ilçe bürokratlarını şantiyenin açılması nedeniyle yemeğe davet etti.Bende memnuniyetle kabul ettim.Daha önceden öğrenmiştim.Kenan Erim haziranda geldiğinde ilçe bürokratlarına hoş geldin partisi verirmiş,ekim ayında şantiye kapanırken ilçe bürokratları da Kenan Erim’e veda partisi verirlermiş.İlçeden arkadaşlarla beraber Kenan beyin hoş geldin partisine gittik.Yemek yenilen yer bir barakaydı.Yemekleri Kenan beyin Amerika dan getirdiği bir aşçı ile Türkiye den temin ettiği bir aşçı ve yardımcısı yapıyordu.Şantiyede her gün yemek çıkıyordu.Fakat yemekler müthişti.Bizim Türk yemekleri yanında hayatımda ilk defa Amerikalı aşçının hazırladığı jöleli,bademli ördeği bu yemekte yemiştim.Yemek sonunda da ortaya kaymakamlık lojmanından her gün seyrettiğim Babadağ’ın dondurmadan bir heykeli gelmişti.Karlı tepe kaymaklı dondurmadan ,toprak etekler ise çikolatalı dondurmadan yapılmıştı.Bire bir Babadağ’ın kopyasıydı.Uzun bir kılıçla kesilerek misafirlere servis edildi.O gece Afrodisias ve tarih üzerine çok güzel sohbetler yapmıştık.

Kenan Erim’le dostluğumuz o yaz boyunca devam etti.Çok disiplinli çalışıyordu.Ben de Kenan Erim’i az çok tanımıştım.Kazı çalışmaları sırasında rahatsız etmezdim.Gelen misafirlere ören yerlerini ben gezdirir ,şayet Kenan Erimle tanışmak isterlerse mesainin bitmesini beklemelerini söylerdim.Gelenlerin büyük kısmı Ankara’dan ve vilayetten gelen üst bürokratlar ve arkeolojiye meraklı öğretim üyeleriydi.İki de elçi ağırlamıştık.O yaz da bir çok eser çıkarıldı.Eserlere gözü gibi bakardı.En çok üzüldüğü şey de Anadolu’ dan yüzlerce eserin yurt dışına kaçırılmış olmasıydı.

1971 yılının ekim ortalarında şantiye kapandı.Bizde kendisine ilçede veda yemeği vererek gelecek sene görüşmek üzere Amerika’ya uğurladık.1972 Mart ayında askere gitmek zorunda kaldığım için Afrodisias’ta buluşamadık.Ancak daha sonra 1979 yılında Ankara’da Yerel Yönetim Bakanlığında çalışırken bir toplantı için Kültür Bakanlığı’na gittiğimde Kenan Erim’le Müsteşarın odasından çıkarken karşılaştım.Ayaküstü sohbet ettik.Bürokratik engelleri çözmek için gelmiş.Biraz dert yandı.Müze yapılmış henüz açılmamıştı.Müzeyi çok küçük yaptılar diyordu.Eserlerin bir kısmı,Aydın müzesinde,bir kısmı da İstanbul’daki müzelerde sergileniyordu.Afrodisias müzesinin düzenlenmesine rağmen hala büyük bir kısmı depolardaydı.

Daha sonra da basından Afrodisias’ı ve Prof.Kenan Erim’in çalışmalarını yakından takip ettim.Amerikanca’ya kaçan Türkçesi,eğitimi,davranışlarıy
la Amerikalıydı.Ancak bir Türkiye sevdalısıydı.Gerçek bir yurtseverdi.Hiç evlenmemişti.Afrodisias onun en büyük aşkıydı.Vaktiyle Afrodisias’tan kaçırılmış eserlerin bir kısmını bularak ve cebinden de parasını ödeyerek ülkemize geri getirdi.Prof.Erim finans sağlamak için yurt dışında başta New York olmak üzere,Paris,Londra,Berlin,İzmir ve İstanbul’da Afrodisias’ı Sevenler Dernekleri kurdurarak ta kazılara büyük katkı sağlamıştır.

Afrodisias için Koç ailesinden Sevgi Gönül’ün kurduğu Geyre Vakfı’da Afrodisias Müzesine ek salon yaparak eserlerin sergilenmesine ve Sebasteion restorasyonuna büyük katkılar sağlamış ve takdire şayan çalışmalar yapmıştır.Halen bu katkılar günümüzde de devam etmektedir.

Prof.Kenan Erim 3 Kasım 1990'da vefat etmiş,vasiyeti üzerine Afrodisias’a gömülmüş.Mezarı Aphrodisias Antik kentinde ölmeden 3 hafta önce restorasyonu bitirilen Anıtsal Tören Kapısı'nın güney tarafındadır. Ömrünün yarısını bu kentin ortaya çıkarılmasına harcayan Kenan Erim bu onuru hak eden bir kişidir. Ve bu Türkiye'de bir ilktir. Aphrodisias Müzesi'nde bir büstü bulunmaktadır. Şimdi O kendi değimiyle "sevgilisinin koynunda" yatmaktadır. Şimdi aramızda olmayan Prof.Kenan Erim,Sevgi Gönül ve eserlerin gün yüzüne çıkarılmasında hizmetleri olan tüm insanlar, yerlerinizde ışıklar içinde uyuyun.

Bugün Afrodisias kazıları ise Kenan Erim'in heyecanı ve kapasitesi olmadan sürmektedir.

Afrodisias ve Prof.Kenan Erim bana arkeolojiyi ,müzeciliği sevdirmiştir.Müzeleri ve ören yerlerini gezmek benim için bir keyif olmaktadır
.


Sudi Kocaimamoğlu

6 Nisan 2012 Cuma

BİLİNMEZE YOLCULUKLAR - YENİ DİZİ ( 2 )

"Ayrılığın şikayetinin yakıcı demlerinin adamlarıyız biz,
 Sabah rüzgarı ateş kesilir,gülistanımızdan geçse"
 
Devlet yönetimini kızı Esmihan Sultan'a,
ve O'nun kocası ,Sokollu Mehmet Paşaya bırakan,
ve Hükümdarlığı süresince, hiç sefere çıkmayan,
Osmanlının  11.nci Padişahı, ve 90.cı Halifesi,
Süleyman ve Hürrem oğlu,Sultan 2.nci Selim Han.
Sevgili karısı,
Venedikli , Nur Banu Hanıma,
Şu yukarıdaki meşhur dizelerini yazmıştı.
 
Bazılarının Sarı Selim
Bazılarının sarhoş Selim diye aşağılamaya çalıştığı,
Bu adı gibi Halim Selim Padişah döneminde,
Aslında Bugün Osmanlıdan kalan ,
ve tarih kitaplarında yer alan,
Çok önemli olaylar ve eserler vardır.
 
Bugün Dünya arenasında sahiplendiğimiz,
ve tüm Batı aleminin gözü üzerinde olan,
Hatta,hatta Avrupa Birliğine girişteki yol engelimiz Kıbrıs,
2.nci Selim döneminde,
1571 de,
Fethedilmişti.
 
Osmanlı Donanması,
2.nci Selim döneminde,
İnebahtıda yenilgiye uğrayıp yakılmış,
Sadece 42 gemi ile Uluç Ali Paşa bu hezimetten kurtulabilmişti.
Buna rağmen  142 gemisi yok olan Osmanlının Vezir-i Azamı Sokollu,
Haçlılara verdiği mesajda,
" Biz kıbrısı almakla siziğn kolunuzu kestik,
siz bizim donanmamızı yakmakla sakalımızı traş ettiniz"
diyebilmişti.
 
Donanma yerine geldi,
yiten  canlar ile beraber,Osmanlının itibarı da gitti ama,
Yine de 2.Selim öldüğünde,
Babasının kendisine bıraktığı Osmanlı topraklarına 270.000 km2 ekleyerek
Fani Dünya'dan göç etmişti.
 
Sultan 2.nci Selimin,
Osmanlı ve Dünyaya bıraktığı en büyük miras,
Edirnede Mimar Sinan'a yaptırtdığı " Selimiye Camidir "
Bugün,
Unesco'nun Dünya kültür Mirasları arasında oybirliği ile yerini alan bu eser,
70 metreyi aşkın 3 şerefeli  4 minaresi,
43 metreyi aşkın yüksekliği ve 31 metreyi aşkın çapı ile,
sekiz sütun uzerine oturtulmuş devasa kubbesi ile,
Herekeslerin hakir gördüğü,
2.nci Selimin adını,
Dünya literatürüne kazımıştır.
 
Süleymanın ve Hürremin güçlü gölgesinde yetişmiş,
Sanata ve Edebiyata düşkün bu oğul için,
Kimileri,
sarı saçı,renkli gözü yüzünden,
Süleymanın oğlu olmadığını da iddia etmişler.
Kimileride öldüğünde,
Hamam da cariye kovalarken ayağı kayıp düştü,öldü demişlerdir.
 
 
Aslında,
Öyle bile olsa,
Bunda yadırganacak bir durum yoktur.
Dünyada,
Avrupa Birliğinin temellerini,ilk ,Osmanlı atmıştır.
Padişah analarının, Ülkelerinin,
bir envanteri  çıkartıldığında,görülecektir ki,
Rus'tan,Hırvat'a
Arnavut'tan Sırp'a,
İtalyan'dan,Boşnak'a,
Fransız'dan ,Bulgar'a kadar,
Her Avrupalı,
Osmanlı Hanedanında,
Kendisine bir " Enişte " bulabilir.
 
Fethedilen Ülkelerin kızlarını
Haremlerinde toplayan Padişah Analarının,
"Halvet" e sokacağı cariye seçme merakı,
Bugün bile,
Türk Geleneklerinde,
Anaların,oğullarına,
Hamamda kız beğenme ' sevdası ' olarak devam etmektedir.
 
Olaya bu açıdan bakıldığında,
Koca bir devrin,
Onca güç ve iktidarın,
Hürrem ile Süleymanın,çocuğu,
2.nci Selimin , Hamamda ayağı kayarak ölümü ile sona ermesi,
İktidarların sonunun,
Sabun köpüğüne bağlı olduğunu gösteren, bir işarettir.
 
 
Selam ve sevgilerimle
Saner Tuncer Gürdil
 
Aşkabat 30.02.2012.
 
 
 
 

30 Mart 2012 Cuma

BİLİNMEZE YOLCULUKLAR- YENİ DİZİ

Valide Sultan,
Tek hakimi olduğunu zannettiği,Harem'e,
Bulunduğu mermer sütunlu balkondan,
Kibir ile baktı.
Aşağı salonda,
onlarca,alımlı Cariye,
Salınarak dolaşırken,
" O ",
O ,gece,
Aslanı'nın koynuna,
Kimin gireceğine karar verecekti.
 
Hürrem,
Hışımla ,ve kadife kaftanını savurarak odasına girdi..
Ötedenberi,
Mahidevran'ın arkasında,
İkinci olmayı hiç hazmedememişti.
Padişah'a verdiği dört Şehzadeye rağmen,
Mahidevranın oğlu,Mustafanın,
Tahtın bir numaralı varisi olmasını da kabullenemiyordu.
 
O esnada,
Mahidevran,
Sadrazam, İbrahim Paşa'ya,
Hürreme karşı kullanacakları, bir açık bulmaları gerektiğini anlatıyordu ama,
Sadrazamın aklı,
Akşamleyin,
Nigar Kalfa ile geçirecekleri gecede idi.
 
Yetişkin Mustafa,
Gözde cariyesinin koynunda,
Padşahlık rüyaları ile yatarken,
Hasodabaşı Malkaçoğlu Bali Bey,
Mustafa için hazırlanan gelin adayı,
"Aybüke" yi,
Nasıl bükeceğini düşlemekte idi..
 
Cihan Padişahı,
Muhteşem Süleyman,
Sarayında bu entrikalar dönerken,
Yere serdiği Ceylan derisi haritada,
Elinde sopası,
Sefer düzenleyeceği yeni ülkeleri işaretliyor
Hürreme olan tutkusundan,
Gözü,başkasını görmüyordu.
 
Ama,
Kader ağlarını örüyordu
Tarhin sayfalarında kalan bu görüntüler süre gelirken.
İlahi adalet,
İnsanoğlunun hırsı,iktidar savaşı ve aklının dışında,
Bambaşka bir yolda ilerliyordu.
 
Mustafa,
Babasının emri ile,
Ve Tam'da ,İran seferi dönüşü ,Babasını kutlamaya gittiği çadırda,
Cellatların boynuna geçirdiği yağlı ilmek ile boğulurken.
Boğuluşunu perde gerisinden seyreden babasından hala medet umarak,
" Baba " diye feryat ederek can verdi.
 
Aynı sahneye şahit olan,
Hürremin küçük oğlu hasta Cihangir,
Gördüğü bu acıya fazla dayanamayıp 20 gün sonra öldü..
 
Hürremin büyük oğlu,
Ve Süleymanın kıymetlisi,
ve tahtın en büyük varisi Mehmet'te,
Genç yaşında,
Bulunduğu sancakta
Hiç beklenmedik şekilde
Çiçek hastalığından ölünce,
Taht,
Hürremim iki oğlu
Beyazıt ve Selime kaldı.
 
Saraydaki kadınlar boş durmuyor,
Yeniçeri ocağı kaynıyor.
Tekke ve cemaatler ayaklanıyor,
ve bütün bunlar olurken,
Pargalı İbrahim,
Bir iftar yemeği sonrası,
Yağlı ilmek ile İktidara veda ediyordu.
 
Süleyman, kendisne yeni bir damat ve Sadrazam bulmakta gecikmedi
O sıralar 17 yaşına gelmiş kızını,
Diyarbakır Beylerbeyi Rüstem Paşa ile evlendirdi.
Ve Rüstem Paşa ,
Padişahın kızı Mihrimah Sultan ile beraber,
Sadrazamlık Mühürünü de aldı.
 
Bu sırada,
Beyazıt ile Selim,
Daha babaları sağ iken,
Taht kavgasına tutuştular.
Askerin sevdiği Beyazıt,
Askerin sevmediği ve O zamana kadar,
Huyundan suyundan,
ve etliye sütlüye pek  karışmadığından,
Kimselerin Padişah olacağına inanmadığı,
Selim' e yenildi.
 
Belkide bu yenilgide Süleymanın da rolü vardı.
Çünki Beyazıt galip gelseydi,
kendisi için de tehlike olacaktı.
Sonuçta İrana kaçan beyazıt,
Dört oğlu ile boğduruldu..
 
 
Güç ve iktidar kavgası yapan,
Sarayın iki Şehzade anası,
Hürrem ile Mahidevran,
Oğullarının iktidarını göremedi,
Mustafanın öldürülmesinden sonra Bursaya sürgüne gönderilen Mahidevran dan sonra,
Hürrem,
Süleyman'dan önce ölünce,
ortalık duruldu.
Ancak Sarayda, Kadın Saltanatı  bitmedi.
 
Hürremin kızı Mihrimah,
Tüm bu entrikalara karşı,
Sadrazam kocası ile Mutlu ve güçlü bir hayat yaşadı.
Annesi Hürremden 20 yıl,
Babası Süleymandan 12 yıl,
Kardeşi Padişah Selimden 4 yıl daha fazla yaşadı
Yeğeni Murat Padişah olduğunda,
Haremde Rus kadın hakimiyetide sona ermişti.
Çünki Murat ile beraber,
Sarayda İtalyan sultanlar devri başlamıştı.
 
Yinede Mihrimah,
İyi eğitimi,Dürüstlüğü,yardım severliği ile
Hürreme rağmen,
Osmanlı tarihinde düzgün bir isim bırakmıştı
Güneş ve Ay manasına gelen ismi için,
Mimar Sinan'a yaptırdığı iki cami
Bugün İstanbulda,
Üsküdar ve Edirnekapıdadır.
Rivayet odur ki,
Hersene 21 mart'ta,
Üsküdar Mihrimah sultan camisinin iki minaresi arasından ay doğarken,
Edirnekapı Mihrimah sultan camisinin iki minaersi arasından Güneş batmaktadır.
ve Sadece Mihrimah,
Bugün Süleymaniye camisi avlusunda,
Babası ile yanyana yatmaktadır.
 
Anasının yıllarca mücadele ettiği ,Mahidevran'a
Hürremin oğlu Sarı Selim sahip çıkıp,maaş bağlattı.
Ağabeyi Mustafaya Sarı Selim Türbe yaptırdı
ve Sarı Selim,
Osmanlı Sarayında yıllarca süren bu iktidar kavgasına rağmen
Sadece 8 yıl Hükümranlık sürebildi.
 
Evet,
Birileri çıkmış demiştirki;
"Tarih,İbret alınacak sayfalar ile doludur.
ve tekerrürden ibarettir"
Yinede birisi çıkmış demiştir ki,
" Tarihten ibret alınsaydı eğer,
tekerrür edermiydi hiç"
 
 
Selam ve sevgilerimle
 
Saner Tuncer Gürdil.
Aşkabat 30 Mart 2012
Yani bu olaylardan tam 500 sene sonra....
 

4 Mart 2012 Pazar

HAZARLAR (YAHUDİ TÜRK İMPARATORLUGU) - 2

Sevgili Celal..
 
Pandoranın kutusu 1700 yıldan beri kapalı tutuluyor..
kimse açmaya cesaret edemiyor..
 
Sevgili Celal ..
son 250 yıldır
Bildiğin gibi tarihi yazanlar Avrupalılar..
avrupalılar..
eger
"Bizans İmparatoru İstanbulda.. Fatihin  ordusuna  karşı elinde kılıç 
Aslanlar gibi savaşırken şehit olmuştur .."
derlerse..
bu tarihi kroniktir....
sen çıkıp belgelere ve bilgilere dayanarak..
hayır..
Bizans imparatoru..
hazinesini yanına alıp
arka kapdan sıvışırken..
tebası müttefiki Cenevizli çapulcular tarafından öldürülmüş yanında götürmek istediği
hazineside bunlar tarafından yagmalanmıştır ..
diye itiraz etsen
kabül görmez..
 
Avrupa Kroniklerinde (Genel Kabül görmüş Tarih kayıtlarında ..)
sadece
35 yıl Avrupanın hakimi olan
Atilla'dan bahsedilir..
 
(Onunda türk olduğunu söylemekten bucak bucak kaçınılır..
Atila'dan da sanki.. büyük bir devlet adamı değil de..
uzaydan gelmiş bu dünyaya ait olmayan kökü bulunmayan bir terminatör..
Sanki din düşmanı Golyat gibi bahsedilir..)
 
ama
350'den 900 yıllarına kadar hüküm sürmüş
avrupa siyasını yönlendirmiş..
dünya cografyasının çizilmesinde hem güçlü diplomasisi ile hemde
askeri gücü  çok etkili olmuş   
tarihin ilk yerleşik
Türk İmparatorluğu olan
Hazar İmparatorluğundan hiç bahsedilmez..
 
Bu konuda
Dünyada en bilgili  (Dini hiç farketmez) olanları bile..
Bu Hazar konusu açıldığında
sanki hayallerden efsanelerden bahsediliyormuş havasında..
konuyu  hemen geçiştirirler..
 
Bunun ..
gerek ortaçag avrupasında egemen papazların din'e dayalı 
siyasi ekonomik çıkarları
gerekse
17 yy.dan sonraki Avrupa orjinli ..
tutucu ırkçı
kapitalist egemenlerinin kaynak ve emek sömürüsüne dayalı   
siyasi ekonomik çıkarları
ekseninde ..
iki noktada ezberlerini bozduğu ..
halkları uyutmak için kullandıkları
gerekçeleri bir anda yerle yeksan ettiği..
yani işlerine lmediği için
kabül etmezler..
 
Birincisi..Eger Hazarlar Kroniklere
bir büyük imparatorluk olarak geçerse..
onların yahudi (dininden) olduğu ortaya çıkacak
bu kez yahudilerin..
(senin dediğin gibi..)
12 kabileden kan sıhriyeti yoluyla türediğine  ilişkin..
iki kutsal kitabıda tartışmaya açılacak..
 
 
İkincisi (bana göre en önemlisi..ise..
Avupada
Hazarlar kabül edildiği anda 
bunun.. 
bizzat kendi ölçüleri olan 
ve sadece avrupada uygulanan ..
vatanlar milletler devletlerin ırklara göre belirlendiğine ilişkin
kriterleri çerçevesinde..
Avrupada kalıcı etkili bir türk varlığınında kabülü anlamına gelecek..
 
bu durumda..
yıllardır Avrupa kamuoyuna yutturmaya çalıştıkları
"Türk eşittir müslüman.."
dogması
dolayısıyla
 
Türklerin Avrupada
sadece Müslüman osmanlılar olmadığı..
Finlandiyadan Macar ovalarına..
Alfröd ovasından urallara kadar  Romanya bulgaristan dahil 
Tüm  Bozkırın Karadenizin aslında tüm bozkırlarını
Aslında bu  türk adı verilen ulusun  türk adı verdikleri kültürün toprakları, vatanı
olduğu ortaya çıkacak..
son 400 yıldan beri
sürğün parçalama yıkma zorla din değiştirme topluca yoketme
ruslaştırma çinlileştirme hristiyanlaştırma 
türk toprakları içinde içinde
kadavra kültürler ırklar arayarak
ilkel aidiyetler grupçuklar yaratarak buradaki insanlara sanki.. türkler tarafından yokedilmiş 
 müthiş bir ırkın çocuklarıymış gibi muamele çekip..
bölüp parçalama  yoluyla
 
sürdükleri büyük işgal ..
büyük sömürüleri ortaya çıkacak..
 
özellikle..
1900 yılından sonra
Avrupada türeyen
ırk eksenli almanya ingiltere fransa cografyası merkezli
tarih anlayışının savunuculuğuna soyunmuş
ülesinin emperyal amaçlarına  hizmette kusur etmeyen.
yeni yuripın tarihçilerinin tarihi saptırmak konusunda kendilerine göre
haklı bir hedefide var..
 
Allah mahfaza..
tüm avrupanın nerdeyse yarısı eden nüfusa sahip yarısına yakın toprsaklara sahip
olan Bu türkler..
birde aniden bir alman birliği gibi bir birlik kurmaya kalkarlarsa
Baltık sahillerinden kamçatkaya kadar topraklar turan dedikleri emelleri gerçekleşirse..
bir ulus bilinciyle toplaşırlarsa..
 
(enteresan olanı şu anda..
Macaristanın öncülüğünde.
Finlandiyada Ukraynada özellikle
devlet başkanlarının açtıgı Touran Şenlikleri düzenleniyor..
macar semalarında türklerin pagan döneminden kalma tüm sancakları dalgalandırılıyor.
açın interneti.. 2010 macaristan turan kurultayı girin bakın isterseniz)
 
yaşayan kültürleri gereği bagımsızlık gibi ezberlerini bozan
büyük bir siyasi sosyal yapının karşılarına dikilmesi ihtimalidir
diye düşünüyorum..
 
Pandoranın kutusu bu nedenle açılmaz..
 
Ama illaki neler olmuş birde senin agzından dinleyelim dersen..
 
Hazarların ..
neden yahudiliği seçtiklerinden
sonra
 
Hazarların.. 
Bu avrupalıların kendi  kültürünün merkezi bildikleri dogu romayı
ve
hrisiyanlığı
nasıl 
kurtardıklarına ..
Avrupanın
şimdi atmaya veya yoksaymaya çalıştıkları..
avrupanın en kadim ulusu olan  
türklere.. aslında çok şey borçlu olduklarına  
değinmek gerekecektir..
 
şimdilik hoşcakal ..
 
SSS..Mekan
HAZARLAR (YAHUDİ T

2 Mart 2012 Cuma

HAZARLAR (YAHUDİ TÜRK İMPARATORLUGU)

MS.600'rin lerde başında,

İlk kez olarak
binlerce yıldır sessiz kalan Arab çöllerinde (Dini/islamiyet/ kaynaklı),
birikmiş bir güç boşalması.. bir "nova" meydana geldi.


Bu patlamanın güçlü dalgaları..
Kısa sürede..
Kuzeye dogru iki koldan
(1. Septe- Cebeli Tarık- bogazından..
2. Anadolu tariki ile kafkas lardan)
Yerleşik Uygarlıkların egemenlik hedefi olan


Akdeniz havzasını ,
Dolayısıyla Atalet safhasındaki
Yerleşiklerin
Diger büyük gücü'nü..
Yani
Dogu Roma İmparatorluğunu (Hiristiyanlıgı) sıkıştırmaya başladı..


Yerleşik dünyası,
Artık..
İstanbul ve Bagdat merkezli..
iki kutuplu dünyaya dönüşüyordu


Bu iki büyük gücün,
baglantısız pagan devlet ve topluluklara karşı olan
(Özellikle, steplerin hakimi türklere ,
rus, cermen, slav viking asıllı Kuzey Avrupa sakinlerine..)
politikaları aynı idi:


Ya kelimei şahadet getirip müslüman,
ya da vaftiz olup hiristiyan olunacak
ve
safların bu şekilde belirlenmesi için
baglantısız devlet ve topluluklar üzerinde her türlü baskı artırılarak yapılacaktı..
( Fetih,propoganda, marşal yardımı, tehdit, ikna vs.)


İskandinav Yarımadasını
boşaltıp Akdeniz karadeniz Hazar'a
akan
gemici kavimler (Vikingler)
ile
Çinden den Orta Asyadan
kopup gelen atlı okçu kavimlerin (türkler)
kuzey bozkırlarına sagnak gibi saçıldıkları
Dünyanın en hareketli olduğu bu dönemde..


Dünya halkları ,düz zemine dökülmüş civa gibi
bu iki ayrı kutup noktalarına dogru hareket ederken,


Ukraynadan Urallara kadar
Tüm kuzey steplerine
ve
Tüm kafkaslara hakim,
Asya ve Avrupa ticaret yollarını
Aynı zamanda
bu atlı ya da gemili hareket eden kavimlerin
( Kuzeyden gelen vikinglerin itil, dinyeper, dinyester ve don nehirleri üzerinden,
hazara ve karadenize çıkan su yollarını,/
dogudan batıya akan -peçenek, oguz,macar, bulgar ve kıpçak vb gibi-türk boylarının)
geçiş yollarını elinde tutan
ve
bu iki kutup gücü ile boy ölçüşebilecek bir güce sahip,
Göktürk'lerin yönetici klanı "Açina" lar tarafından yönetilen
"yerleşik" bir türk imparatorlugu daha vardı:


HAZAR İMPARATORLUGU...


Bu iki gücün ,
güçler dengesini kendi lehlerine çevirmenin anahtarı ise,
bu imparatorlugu kendi saflarına çekmekti..


Az çaba harcamadılar..
Araplar , işi kılıçla,
Dogu Roma ise, diplomasi ile Hazarların imana gelmesini saglamak istiyorlardı.


Diplomatik ilişkide İstanbul çok önde idi..


Hazarlar, 400 yıllık ömürleri boyunca, İstanbul ile hiç çatişmaya girmediler..
Başlangıçta yapılan "Pax Khazarica" anlaşmasına sadık kaldılar..


626 yılında..
İran ve baglaşığı ermeni ittifakına karşı ..
harekete geçen
Dogu Roma +Türk (Hazarlar ve Göktürkler)ittifakı
orduları kafkasyayı işgal ettiler..
bu savaşta..
Hazar Kaanı..
Dogu Roma İmparatoru Heraclius'un emrine..
Romalıların Ziebe(l) diye çagırdığı
Bir Hazar komutanının
komutasında..
40.000 süvarı gönderdi (440 larda Katalanyumda
700.000 kişilik ordusu olan Atillanın bile sadece
10.000 hun atlısına
sahip olduğu gözönüne alındığında;
kuşkusuz pürsilah disiplinli
40 bin Türk atlısı
O tarihe kadar..
Avrupanın
ve
Dogu Romanın gördüğü en büyük müttefik süvari gücü idi.)


bu savaşta Kuşatılan tflis şehrinin surları önünde ..
ilk kez Batı Göktürk
Kaanı T'ung Capgu (Tardu)oglu Böri-Şad (Kurt Beg),
Dogu Roma İmparatoru Heraclius
ve
Hazar Orduları komutanı Ziebe(l)
Kuşattıkları Tiflis Kentinin surları önünde
bir bayram havasında buluştular..


İmparator Heraclius.. Böri'yi kucaklayarak
başındaki tacı çıkarıp Börinin başına koyarken..
Eudocia dan dogan tek kızını da
Hazar Komutanı ile nikahlıyordu..


690larda
Ülkesinden kaçmak zorunda kalan iustinianos..
Hazarlara sıgındı.
Hazar Kaanının kızkardeşi ile evlendi.
705 te Hazar Kaanının nüfusu ile istanbula dönüp tahta geçti.
Eşi olan Hazar prensesi İstanbulda vaftiz olup, "Teodora" adını aldı.
Kocasının ölümünü müteakip,
yıllarca İmparatoriçe olarak Dogu Romayı yönetti,


Keza,
50 yıl sonra
V Kostantin Hazar Kaanının adı "Çiçek" olan kızıyla evlendi.
İstanbulda "eirene" adıyla vaftiz edilen, "Çiçek Khatun",
İstanbul'a gelin olarak gelirken,
çeyiz sandıgında getirdiği bir elbisesi,
Bizans sarayını hayranlıkla ayaga kaldırdı.
Elbise öyle hayranlık uyandırdıki,
erkeklerin törenlerde giydiği elbise olarak kabul edildi.
Adına "Çiçakyon" dediler..


Bu "Çiçek" hanımın ilk çocugu,
775 yılında "IV. Leon Khazaros" - yani Hazar Leon- adıyla tahta çıktı
halkını hazar selamı ile selamladı.
Her sabah kapısının önünde 2000 kişiden az olmayan hazar larda oluşan "hassa birliğini" denetleyip,
komutanları ile türkçe konuştu...


ama bu kadar manevi baskıya ragmen hazarlar slavlar gibi gidip vaftiz olmadılar..dinlerini değiştirmediler..
ta ki arap orduları kafkas geçitlerini zorlamaya başladı
740lara kadar..


görüldiğü gibi
Bu iki süper gücün baskısı karşısında,
İmparatorluk;
Ya müslümanlıgı seçerek Halifenın emrine,
Yahut hiristiyanlıgı seçerek dogu Roma imparatorunun emrine girecekti. Hazarlar..
Türk ırkının derinliklerinde yatan ve her zaman buldukları "üçüncü" bir yolu bulmakta gecikmediler..


Esas Amaçları olan
Kendi bagımsızlıklarını sürdürebilmenin
tek yolunun..
Ne hristiyanlık'ı nede Müslümanlık'ı Kabul etmemekten geçtiğini kavramışlardı..


Hazarlar, kendi gücüne dayanarak "üçüncü güç" olmaya kararlı idiler. Onlar tüm steplerin bagımsız ve tarafsız uluslarının önderi olmayı sürdürmek istiyorlardı.
(şimdiki cografyamızı ve bu cografyada bagımsız kalabilme mücadelemezi bununla kıyaslayabiliriz)


Ancak, ortada halli gerekli bir önemli sorun daha vardı..
Üçüncü kutup olmak için,
laik anlayışın sonucu toplum düzenlemesinde
siyasi bir etkisi olmayan türk -tengri inancının da bırakılması gerekiyordu..
Tengriciligi uyguladıkları sürece,
Gerek halifenin ve
gerekse Dogu Roma İmparatorunun sahip oldugu
"yasal" önderlikle bitişik olan
"ruhsal" önderlikten yoksun kalacaklardı.

Bu durumda,
kendilerine baskı yapan her iki dinden uzak,
ama her ikisininde temelini oluşturmuş,
her ikisince de kabul gören
ÜÇÜNCÜ bir tevhit dinini..
(YAHUDİLİĞİ) seçmekten daha mantıklı bir davranış düşünülebilirmi..?

Günümüz Müverrihleri;
Bu mantıgın,
olaylar olup bittikten sonra sonra geriye bakıp yapılan degerlendirmelerde çok kolay ve çok anlaşılabilir görünmesinin aldatıcı oldugunu söylerler..
ve
sonuçta derlerki;..
"Gerçekte, o çagda yahudi dinini kabul etmeyi düşünmek,
BİR DEHA ESERİ idi.."
.... .
Tevatür Odurki;
Hazar Kaganı,
günün türk modasına uyup,
artık geleneksel pagan (tengri) inanışı bırakıp
tek tanrılı dinlerden birine geçmek için
itil nehri üzerindeki
imparatorluk başkentindeki sarayına
dünyadaki üç tek tanrılı din uzmanlarını davet etmiş,
Huzurda yapılan karşılıklı tartışmaların sonucunda ,
son sözü alan yahudi hahamının
"Sn. Kaanım, şekilde de gördünüz gibi
birbirini tanımıyan müslüman ve hiristiyan temsilcilerinin
herikiside yahudiliği tanıyorlar..
musayı peygamber olarak kabul ediyorlar..
Biz ise her ikisini birden tanımayız
yani bu iki dinde bizden türemiştir
aslı varken kopyasına tibar etmeyiniz.."
sözünü akıllı bulan Hazar kaanı Yahudiliği seçmiştir..


Herzaman
bir "üçüncü yol"un olduğunun
unutulmaması temennisiyle..


Hoşcakalın dostlar..


Mekan



__._,_.___