25 Temmuz 2011 Pazartesi

BİLİNMEZE YOLCULUKLAR 8

Sultan,
VI. ncı Mehmet Vahdettin Han,
Oğlu,Mehmet Ertuğrul  ile beraber,
Dolmabahçe sarayından çıktı.
Kasım soğuğunda,
Saray'ın iskeleye bakan ,
Geniş,mermer merdivenlerinde bir an duraksadı.
Atalarından kendine miras,
Osmanlı Topraklarından,ayrılmaya karar verdiğinde.
Belki de,birgün,
Geri döneceğini umuyordu.
 
Topraklarını işgal eden,
Şimdi de ,kendisini topraklarından çıkarmayı vaat eden ,
İngiliz'in,
Boğazda bekleyen "zırhlı" sına binmek için,
İskelede bulunan,
İngiliz motoruna doğru yürüdü..
Kamburumsu sırtını,
Ve çökük omuzlarını dikleştirdi.
Ve İngiliz subayı " Bennett " in elinden tutarak
Adımını kaldırdı..
 
Vahdettin'in,
İngiliz motoruna binmek için attığı adımın arkasındaki ayağı
Osmanlı Topraklarına basan,
Son,Osmanlı Hükümdarı'nın ayağı idi.
O ayak,
Yerden kesildiğinde,
Tarihler,17 Kasım 1922'yi gösteriyordu.
Ve daha önce,
1 Kasım 1922 de
TBMM kararı ile,
Resmen ortadan kaldırılan Saltanat,
Fiilen de sona eriyordu.
Bu öyle bir son idi ki,
Padişah olamayan Ertuğrul 'un,
Oğlu Osman ile başlayan, Osmanlı İmparatorluğu.
Tam 622 sene sonra,
Otuzaltı Padişahlı kuşaktan sonra,
Vahdettin'in oğlu,
Padişah olamayan Ertuğrul ile,
Son buluyordu.
 
 
Motor.
Puslu ," Boğaz" da bir müddet yol aldı.
Deniz'in ortasındaki siyah hayalet,
Son İmparatoru yuttuğunda,
Başlayan," Sürgün" ün,
Yıllar içinde, eriyip kaybolan, Yeniden Saltanat hayalleri ile,
İtalya'da,
San Remo'da,
" Villa Magneilo" da,
Biteceğini.
Kimseler bilemezdi..
 
 
Evet,
Sürgünler,bir kere başladımı,
Nerede,nasıl biteceğini ,
Kimseler bilemezdi.
36.ncı ve son Osmanlı Padişahı,
Sultan, VI.ncı Mehmet Vahdettin.
Sürgüne gönderildiği tarihten,
Dört yıl sonra,
İtalyada,
San Remoda,
Kalp yetmezliğinden öldü.
Acı olan,
Borçlarından dolayı,
Tabutuna ,Haciz konması idi..
O yılların şartlarında,
Türkiye Cumhuriyeti,
Cenazeyi sahiplenmedi.
Ölüsüne sahip çıkan,
Suriye Tarafından,
Şam'da defnedildi.
Tek oğlu,Veliahd Ertuğrul ise,
22 yıl sürgün hayatından sonra,
1944 te,
Kahirede öldü..
 
 
Kayıklar çalışıyordu,
Kağnılar,
Çamurla savaşıyordu,
Sarı Öküz,
Kendi boynundaki boyunduruğu hiçe sayıp,
Ülkenin boynundaki boyunduruğu kırmak için çarpışanlara,
var gücü ile,
Silah,cephane,erzak taşıyordu..
Ve ,bir Mehmet ölüp,
On Mehmet dirilirken,
Tüm bu direnişe rağmen,
Düşman,
Anadolu'nun böğrüne,
Bir "kangren" gibi yayılıyordu.
Yine de ,Kader, ağlarını,
Hiç kimsenin tahmin edemeyeceği şekilde örerken,
Büyük Zafer,
30 Ağustos,
Kurtuluş günü yaklaşıyordu..
 
Zafer, Mazlumun du.
30 Ağustos 1922 de kazanılan Zafer'den sonra,
5 Mart 1924 te,
Son Halife Abdülmecit Efendi de Yurt dışına çıkarıldığında,
Genç Türkiye Cumhuriyeti  ve " O" nu kuranlar,
Büyük bir coşgu ve Vatan sevgisi ile,
Devrimlere başlayacaklardı...
 
600 yıllık bir Saltanat,
400 yıllık bir Hilafetten sonra,
Modern,Demokratik,Laik sosyal bir Hukuk devleti kurmak
öyle ,
Hiç te kolay bir şey değildi.
 
 
Şimdiki Gençlere,
Büyük Atatürk'ün en büyük vasiyeti.
 
" Gençler,Cumhuriyeti biz kurduk,
  Sizler yaşatacaksınız "
 
sözlerinde saklıdır...
 
Ve, O Büyük insana verebileceğimiz tek bir cevap var,
 
" Vatan,sana Minnettardır "
 
 
Selam ve sevgilerimle,
Saner Tuncer Gürdil
25.07.2011 Aşkabat.

20 Temmuz 2011 Çarşamba

GELENEKLERİMİZ - 1



BİR İZMİR GELENEĞİ
Cuma günleri genelde camilerin etrafında yada haftanın herhangi bir günü evinizin önünde veya sokağınızın köşesinde, güzellikle yadedilmesini istediğiniz vefat etmiş bir yakınınız için veya adak niyetiyle lokma döktürüp dağıtmak İzmirin bir geleneği.
Son seyahatimde misafir olduğum evin sokağında bu tabloyla karşılaştım. İzin alıp fotoğraf çektim.
Lokmacılar lokmayı kızartırken sokak sakinleri ''Allah kabul etsin'' dileklerini ileterek, ellerinde kapları bekliyorlar. Birazdan kızartma ve şıralama bitecek.. Kaplara doldurulan hafif ılıklaşmış lokmalar eve götürülüp hane halkı ile birlikte taze taze yenilecek. Bende bunu yaptım. Tabiiki lokma döktüreni hayırla yadedip, Allah niyetini kabul etsin diyerek.
Mehmet Mustafa Kırali

GELENEKLERİMİZ - 2

Afiyet olsun.
Evlerde de yapılır.
Bahçeye  kadın lokmacı gelir lokma döker,
evin genc kızları kız çocukları  komşulara dağıtır.
Helva da dağıtırız. Irmik Helvasi
Hem hayir olarak yapılırdı, hem de biz küçükken
bir hafta süren düğünlerdeki yemeklerin olmazsa olmaz tatlısı
irmik helvasıydı.
Hatta, pilav kaynana dır denir,zira sıra pilava geldiginde insanlar doymuş olduğundan
pilav biraz iştahsiz yenirdi. Ama helva damattır derler; konuklar
 bir tatlı olan helvayı severek yerler.
Ilk kandil olan, Regaip kandilinde (annem ona Namaz kandili ,
Persembe gunune rastlardiğı için o perşembeye de namaz persembesi derdi.
mutlaka, kunarli  irmik helvasi yapar (karardi) dagitirdik.
Bir de annem her kandilde ya da baslayan arabi  ayda ( Ramazan gibi)
 buyuklerini ziyarete giderdi.
 Bu Berat kandilinde annemin teyzesinin torunu ile  teyzesini
ziyaretini konustuk. Son gelisini hatirladi , dizlerindeki kireclenmeden
cok zor yuruyormus, bu son  ziyareti olmus.
Bir de   zeytinlikten, bagdan , bahceden,
ciftlikten gelen,  ayni zamanda  evdeki
ağaçlarda yetisen ürün de  dagitilir paylasilirdi.
Tasarruflu yasamak esasti, israftan fazla harcamadan uzak durulurdu,
paylasmak, dagitmak  ve yardim etmekten kacinilmaz
bunlar  memnuniyetle yapilirdi.
Yardimlar gizli olurdu, bazen o  yardim sever insan vefat  ettikten sonra,
bir komsu kizi abla;  savas benzeri kitlik zamanindan soz eder,
"..... Teyzecim, ya da ....... Bey amcam,  filanca dar zamanda
cuvalla unu, ... i,  gizlice gonderirdi de kimsenin haberi olmazdi"
diye  anilarinda o insani hayirla yad ederlerdi.
Ne guzel gunlerdi.
Tesekkurler
Semra

GELENEKLERİMİZ - 3

Sevgili  Kırali,
 
Şu fotoğrafı gördüğüm an,
kendimi bir anda ,
Çok sevdiğim İzmir'de zannettim.
Geçen sene bu zamanlarda,
Kızımı ziyaret için gittiğim İzmir ,Üçkuyularda ,
eşim ile beraber gezinirken,
 
" Hanım, İzmir'in lokması meşhurdur
  şuradan bir yerden bulalım da alıp eve götürelim "
 
Daha lafım bitmedi
Aynı şu fotoda ıolduğu gibi,
beyaz giysili
ellerinde tencere ,tepsiler,
Hemen oracıkta ,kaldırımın üstüne
ocağı da yerleştirip tezgahı kurdular
Yağlar kaynatıldı,
lokmalar döküldü,
Biz " ciğerci kedisi " gibi beklerken,
Sıcak lokmalar  servis edilmeye başlandı,
 
Kenarda iki kişi,
bir kağıt yazıp,
Kuyruktakilerin gözü önündde bir yere bir isim yazdı.
O zaman anladıkki bu bir " hayır,"
ve ne güzel bir adet,
Hiç çekinmeksizin
sıraya girdik
Sıcak lokmaları aldık
Bir kutuyu yedik
bir kutuyu da eve götürdük.
 
 
bana bunları hatırlattığın için teşekkür ederim
benim güzel memleketim..i
 

Tuncer

GELENEKLERİMİZ - 4

Sevgili Tuncer,
Geçenlerde annem beni aradı.
Ana yüreği işte, ben ihmal etsem bile sesimi duyup, sağlıklı olduğumu
Öğrenmek için arar,  mutlu olur.
En büyük ablamızı  trafik kazası neticesi kaybedince, ona nasıl duyuracağımızı şaşımış,
kardiyalog yeğenim Timur Selçuk’un Ankara’dan gelmesini beklemiş,
hiçbirimiz ona görünememiştik.
Timur gelip, ona yavaş yavaş anlattıktan sonra ortaya çıkmıştık.
Bizleri görünce ‘’Siz artık ölmeyin, çocuklarım ‘’ diye ağlamıştı
Bir asra yaklaştı ömrü.
Allah ona  sağlıklı ömür versin, başımızda olsun.
Balıkesirde şu nda.
Balıkesirli olmadığı için şahit olduğu bir  tören çok hoşuna gitmiş bana  telefonda anlatmıştı...
‘’ Bugün bizim mahallede lokma kaynatılıyor’’
‘’Bu adet hayır için yapılırmış, isteyen katılırmış,
gelen geçen herkese ikram edilirmiş, biz de bu hayra katılacağız’’ demişti
Çok güzel ve değişik bir adet.
Halkımızın gani gönlünü ne güzel anlatan bir adet.
‘’Dünya ölse, Türk ölmez’’ bu güzel adetlerle
Sevgi ve selamlarımla,
Kutlu

BİLİNMEZE YOLCULUKLAR 4

Kaptan,


Oscar Lorentzo,

Gemisini "Marmara" ya soktu..

Hava sakin,

Bahar kokusu Deniz'in üzerine sinmişti..

Kapalı denizlerden,

Açık denizlere çıkmanın,bir kapısı gibi olan,

"Marmara" yı seviyordu.

Akşam güneşi,

Kaptan köşkünün camlarında yansıdığında,

dışarı çıktı.

Deniz'in üzerindeki,kızıl, alev dilini, bir müddet seyretti.

Ötelerden,

Mudanya üzerinden gelen,

"Uludağ"ın ,serin, nisan havasını,

Bandırma üzerinden gelen,

"Kaz Dağları" nın oksijenini ciğerlerine çekti...

Güneş ışığında parıldayan,

Lacivert, kolları sarı şeritli, ceketinin, sarı ,metal düğmelerini okşadı.

Sonrasında,

Büyük bir iştah ile yiyeceği,akşam yemeği için,

"Köşk" altındaki yemek salonuna indi.

En baştaki,

Beyaz örtülü,donanımlı,yuvarlak masaya kuruldu.

Ne de olsa,

"Naboland" ın, " Süvari" si , " O " idi.





Yüzbaşı,

Sabri Çelebioğlu,

Oldukça yorgundu..

"Ege" de,

yoğun geçen bir "Nato" manevrasından dönüyordu.

Onbinlerce" Şehit" in verildiği,

Savaş Tarihi sayfalarına ,altın harflerle yazılmış olan,

"Dumlupınar " meydan savaşının, adını taşıyan ,Denizaltısı'nın üst güvertesinde,

Üstün başarı gösteren 85 personelini kutlamış,

Eve dönmenin heyecanı,ile,

Ve " gece vardiyası " için,

erkenden kamarasına çekilmiş.

Doğru dürüst,akşam yemeği bile yememişti..

Nedense yüreğinde bir sıkıntı vardı,

Ve Denizaltının,daracık Kaptan kamarası,

bu sıkıntısını daha da arttırıyordu..

Uzandı,

ve derin bir uykuya daldı..





Kaptan,

Oscar Lorentzo,

Etlisi,sütlüsü,tatlısı ,yemek sofrasından kalktı..

Hava kararmıştı,

Ve ,Çanakkale'ye doğru,daha da serinlemiş,

serinleyen hava ile beraber,

İnce bir pus tabakası,

Deniz'in üzerini kapatmıştı..

"Naboland" şimdi,sisler içerisinde,

İsveç'li Atalarının,

Alışkın olduğu,Kuzey buz denizinin,

puslu sularında seyreden,

Ejderha başlı bir "Viking " gemisi gibi,

Devasa bir gölge gibi ,

ilerliyordu..

Lorentzo,

personele son komutları verdi.

Kamarasına çekildi

Ağır yemeğin etkisinde,

Derin bir uykuya daldı..





Yüzbaşı Sabri,

Deniz üzerinde seyir eden "Dumlupınar"ın,

Güverte nöbetini devralmak üzere,

Subay ve astsubayları ile beraber,

Dik merdivenden,

Köprü üzerine çıktığında,

Nemli ve soğuk hava,

birkaç damla deniz suyu ile beraber yüzüne çarptı.

Çanakkale Boğazı'nın en sert dönemecini,

"Nara " burnunu dönüyorlardı.

Puslu hava yüzünden ortalıkta hiçbir şey,hiçbir ışık gözükmüyordu.

Oysa,

Biraz ilerisinde,

kendisi ile beraber,tatbikattan dönen,

"I.İnönü" denizaltısının ilerlediğini biliyordu.

Fosforlu saatine baktı.

Saat 02.10'u gösteriyordu...

Denizaltı'nın içerisine inen kapak açıldı.

Astsubay, Hüseyin İnkaya Güverteye çıkıp,bir selam çaktı..

" Biraz hava almak istiyorum komutanım.uyku tutmadı,kalabilirmiyim."

Cümlesi henüz bitmişti ki,

Karanlıktan daha karanlık bir karartı,

Olanca ağırlığı ile,

"Dumlupınar"ın üzerine çöktü...



Çeliğin,çeliğe sürtünmesinin.

O,vahşi,

Tüyler ürperten,

Canhıraş bir feryadı andıran sesi,

Bir müddet sonra,

Büyük bir patlama ile beraber,

Tüm ,Boğaz'ı kapladı..

Tarih, 4 Nisan 1953,

Saatler ,02.15'i gösteriyordu..







Kaptan Lorentzo,

Derin uykusundan,büyük bir sarsıntı ile uyandı.

Ne olduğunu anlayabilmek için,sağa sola bakındı.

Dışarıda,

Patlamalar,ziller,düdükler,bağrışmalar,deli bir koşuşturma vardı..

Fırladı çıktı..

"Biri, bana neler olduğunu anlatsın" diye haykırarak,güverteye ulaştığında,

Tam önünde,

Nerede ise 90 derecelik bir açı ile,

Diklemesine,

Denize saplanmış,kara bir bıçak gibi duran,siluet'e,

Korku dolu gözler ile baktı..

Koca Denizaltı,

Sanki, havaya tutunmak istercesine, bir an öylece kaldı,

Sonrasında,

Yavaşça,

İnlemeler,gıcırtılar arasında,

İçerisindeki 78 can ile beraber,

Derinliklere doğru dalıp,

Gözden kayboldu...





Çarpışma,

O kadar şiddetli idi ki,

Tüm boğazdan duyuldu,

Yardım motorları hemen hareket ettiler.

Çarpma esnasında güvertede bulunan 8 kişinin ikisi pervanelere takılıp oracıkta,

diğeri ise boğularak şehit oldu.

Diğer beş'i,

Yzb. Sabri Çelebioğlu dahil,

Denizden çıkartılıp,Hayata döndürüldü..

Ancak sonrası tam bir "dram" idi.

Çarpma sonrası,Denizaltının içinde sağ kalan 22 kişi,

Kıç torpido bölümüne sığındı,

90 kulaçta yan yatan Dumlupınar'ın haberleşme şamandrası denizin üzerinde bulunduğunda,

Hattın ucunda,

karanlık bir odada,

Büyük bir sükünet ile kurtarılmayı bekleyen,22 denizcinin sesi

Astsubay,Selami Özden,

Durumlarını yukarıya iletti..



Bekleyiş,tam 32 saat sürdü,

ve " Selami"nin son sözü

"Vatan sağolsun " idi....









Saner Tuncer Gürdil

Aşkabat 12.07.2011







__._,_.___

BİLİNMEZE YOLCULUKLAR 5

Albay Zafiros,


Geniş kemerinde,

Deri kılıfında duran tabancasını yokladı.

Gri Üniformasını düzeltti.

Boyanmış,parlatılmış körüklü çizmelerine bir kez daha baktı.

İşgal kuvvetleri ,Tümen komutanı olmasının gururu ile,

Göğsünü kabarttı,

ve esas duruşta bekleyen subaylarına,

" Çıkın " emrini verdi..



İskeledeki,

Uğultulu ve coşgulu kalabalık,

İki "Efsun " Taburu'nun,

Bando mızıka eşliğinde,

Gemiden çıkması ile beraber,

Rum Metropoliti, "Hiristosmos " önderliğinde,

Gelenlerin üzerine ,demet demet çiçekler atmaya,

Ve genç rum kızları,

Eteklerini savurarak,

Dansetmeye başladılar..

Kliselerin,çanları,

Bu mutlu günün haberini,

Kulakları sağır edercesine duyuruyor,

" Zito "

" Zito Venizelos " sesleri

"Pasaport" tan,"Konak meydanı" na kadar,

Tüm ,"kordon" u, inletiyordu..

Körfez'i kaplayan,kara dumanlar,

Kara büyücünün laneti gibi,

İzmir'in üzerine çökmüştü.

Yunan askerlerini taşıyan dört gemi,

İngiliz torpidoları eşliğinde,

ve peşinde onlarca, erzak,mühimmat yüklü gemi ile,

Sabahın erken saatinde,

Körfez'e gelip demirlediğinde,

Sanki, ağır " Çapa " lar,

Kordon'da,

Hasır iskemlesinde oturan,

" Hasan Tahsin" in,

Kalbine atılmıştı..

Şık giyimli Mösyöler,

Şapkalı,taftalı elbiseleri,

Yüksek topuk iskarpinleri,

Jartiyerli çorapları ile,

Kırmızı rujlu madamlar,

Ellerinde şemsiyeleri,

Yağmur'un ıslattığı,kaldırımlardan,

Işıl ışıl aydınlatılmış,

"Şanzelize " caddesindeki ,sinema salonuna girdiler.

"Fuaye"de,

ağızlıklı sigaralarını tüttürüp,

Bir müddet oyalandıktan sonra,

Salon'a geçip,koltuklarına kuruldular.

Kadife,ağır,bordo perdeler,

peşpeşe, üç "gong" sesi ile açıldı..



Osman Nevres,

Selanik doğumlu,

Osmanlı vatandaşı olarak,

İlk,orta,lise tahsilini,bilgileri yutarak tamamlamış,

Ailesi,"O"nu,

Yüksek tahsil için,

Avrupaya,Fransaya,Parise göndermişti..

Osman Nevres,Tam bir vatanseverdi,

"Sorbon"da,Siyasal Bilimler Akademisinde okuyor,

Her fırsatta,

Ülkesi ile ilgili gerçekleri,

Her ortamda,herkese anlatıyordu..

" O " gün,

Kadife perdelerin açıldığı, " O " sinemada," O " salonda, " O " da vardı..

Filim başladı,

İtalyanlar,Trablus'a çıktılar.

Senaryo,öyle bir düzenlenmişti ki,

İşgalci İtalyanlar, mazlum.

Savunmada ki Osmanlı, Barbar,kan içici canavar,

gösteriliyordu.

Ve salondakiler,

Her italyan gözüktüğünde alkışlıyor,

Her Türk askeri çıktığında Yuhalıyordu.

Birden,

İki el silah sesi,

Beyaz perdede patladı.

Işıklar yandı,

Şık mösyöler ve jartiyerli Madamlar,şaşkın bakışırken,

Sahneye,

Takım elbise ,kravatlı,

Traşlı,temiz yüzlü,kaytan bıyıklı,

Bir genç çıktı.



" Ben bir Türk'üm,

Sizin dilinizi konuşuyorum,

Sizler kadar Bilgili ve medeniyim,

Sizler kadar Avrupalıyım,

Bizler,Barbar değiliz,

Neden böyle yapıyorsunuz ?

Dayanamıyorum "..





Aynı Osman Nevres,

Nam-ı diğer Hasan Tahsin,

Kordon'da,

Efsun Askerleri eşliğinde

Mavi,beyaz çizgili,Bayrakları ile,

Albay Zafiros komutasındaki,

Yunan askerlerinin,

Vatan topraklarını çiğnemesine,

Ve yer'in göğün " Zito Venizelos " diye,inlemesine de,

Dayanamadı...

Oturduğu,hasır iskemleden kalktı,

"Revolver" ini çekti..

Ve en önde,Bayrak taşıyan,

Eteklikli,serpuçlu,çorabı püsküllü,"Efsun " askerini,

yere serdi..

Tarihler, 15 mayıs 1919 'u gösteriyordu.

Ve Hasan Tahsin,

Üzerine hücum eden Yunan Askerleri O'nu şehit ettiğinde,

sadece 31 yaşında idi...





Aradan, üç yıl geçti..

Anadolu yakıldı,

Anadolu yıkıldı,

Genç kızların ırzına geçildi,

Genç erkekler şehit edildi.

Ancak,

Kimseler yılmadı,

Kimse sızlanmadı,

Analar,kağnıları çekti,

Dedeler süngü biledi,

Açlık,hastalık,yorgunluk..

Hiçbir şey, "Özgürlük " kadar kıymetli değildi..

Askerler,bitlendi

Bitlendikçe,öfkelendi.

Öfkelendikçe bilendi.

Ve sonunda,

26 ağustosta,

" Dumlupınar" a gelindiğinde,

Afyon'dan ,Kütahya'ya,

Uşaktan,Burdur'a kadar,

Bir Türkü,

Bir çoban ezgisi,

Bir yavuklu ağıdı,

Bir çocuk sevinci

Tüm,ova'yı kapladı..



" Dumlupınar geldik sana,

Yüz sürmeye toprağına "





Ordu,

Bir sel oldu,

Bir çığ,bir heyelan oldu..

30 Ağustos'tan, 9 Eylül'e,

Önüne kattığı,Yunanlıyı,

Destekçisi,İngiliz,

Yardakçısı Avrupalıyı,

"Bel Kahve" den aşağı,

Denize kadar kovaladı..

Yunan kıralı Konstantin'in

İzmirde,

İplikçizade köşkü girişinde,

Çiğnediği " Türk Bayrağı "

Bir daha inmemecisine,

Vilayet binası,Gönderine çekildi..







Albay Zafiros,

Üç yıl önce,bando mızıka çıktığı iskeleden,

Çıplak ayak,denize atlarken,

İşgalin,Türk milletinde yarattığı infial,

" Kemalettin Kami ( Kamu ) " nun yazdığı,

"İstiklal marşı",mısralarında şöyle yer buluyordu..



" Göz yaşına veda et,

Ey güzel Anadolu,

Hakkını korur elbet,

Türk'ün bükülmez kolu..



Hak yolunda kan olur,

Dünyalara taşarız,

Ya şerefle vurulur,

Ya efendi yaşarız.



Hergün yeni bir hile,

Arkasından satıldık.

Hergün yeni bir dille,

Yurdumuzdan atıldık.



Hangi, alçak el, alır

El zinciri, boynuna,

Kim,Yunan'ı bırakır

Türk Kızının koynuna "







Saner Tuncer Gürdil

selam ve sevgilerim ile.

BİLİNMEZE YOLCULUKLAR 6

Demir uskurlu,
Buharlı ve yelkenli donanımlı,
275 gros ton'luk,
48 metre uzunluğundaki,gemi.
3 derecelik bir meyil ile uzanan,
"Kızağın" üzerinde,
Bağlı olduğu halatlardan kurtulup,
Bir an önce, denize ulaşmak istercesine,
Sabırsız bir bekleyiş içerisinde idi..
"O" gün,
1878 yılının bu aylarında,
İskoçya'da,
Glasgow'da,
Clyde nehri kıyısında,
"Huston and Cardett " tersanelerinin olduğu bölgede,
Beklenmedik bir şekilde,
Güneşli bir hava vardı..
Mac Leod'un karısı,
Her tarafı süslenmiş ,Gemi'nin,
Çapa deliğine bağlanmış, bir ipin ucunda sallanan,
Büyükçe,Şampanya şişesini,eline aldığında,
Çoğunluğu," Kilt " giymiş,bekleşen kalabalıkta,
Bir dalgalanma oldu..
Dört düdüklü " Gayda " lar,
Havaya uçuşan balonlara,nefesleri ile eşlik ederken,
Bayan,Mac Leod'un elinden fırlatılan koca şişe,
Siyah gövde üstünde,
Beyaz harfler ile yazılı geminin adının üzerine,
çarparak parçalandı.
Halatlar koptu,
ve Gemi,
Önce yavaşça,sonra hızlanarak,
Deniz'e doğru kaydı..
" Trocadero "
Kırkyedi yıl sürecek macerasına,
İşte böyle başladı...
Şimdilerde,
Samsun'da ,Doğupark'ta,
Sadec bir maketi bulunan,
" Trocadero",
Yaşamı boyunca,
Üç kere isim değiştirdi..
Kaderin cilvesi,
İngiliz destekli Yunanlıya karşı,
Kurtuluş Savaşı verecek,Mustafa Kemal'i
Samsun'a çıkartan bu gemi.
İngiliz tersanelerinde üretilmiş,
ve sonrasında Yunanlılara satılmış,
Osmanlı tarafından 1894 te satın alındığında,
" Kymi " olan adı değiştirilerek ," Panderma".
Sonrasında da,
"Bandırma " yapılmıştı.
" O " sabah,
Hava kapalı ve rüzgarlı idi.
"Bandırma",
İngiliz işgal askerlerinin denetiminde,
İskele'den yavaşça ayrıldı,
" İsmail Hakkı " kaptan,
Boğaz'a  doğru açıldı..
Gelecek olan,yolcusunu bekleyerek,
Kız Kulesi açıklarında,
Gemisini,manevralarla ,bir müddet oyaladı.
Neden sonra,
Beklenen yolcu,
Karanlık hava'nın içerisinden,
Bir deniz motoru ile,
ve beraberinde refakatçileri ile,
Kabarmakta olan deniz'in,
Çalkantıları arasından,
Çıkıp geldi...
"Rota",
Karadeniz'e döndüğünde,
Tarih'in döngüsünü değiştirecek,
Bir " Seyir " başlamıştı.
Tarihler ,16 mayıs 1919'u gösteriyordu,
ve ,
"Özker Yaşin " bir şiirinde,
O, anı şöyle anlatıyordu..
" Bandırma vapurunun içinde,
  Güneşten süt emmiş bir Kahraman var.
  Sen Samsun'a,ayak bastığın an,
  Al bir bayrak gibi,
  Rüzgarınla,dalgalandı Vatan."
Zaman,
Su gibi aktı..
Ne ocaklar söndü,ne yürekler yandı..
19  Mayıs 1919 da,
Samsun'da,
" Hıntıka Palas"ın penceresinden,
İngiliz askerlerine bakan " Sarışın Adam ".
Şimdi,
Aradan üç yıl geçtikten sonra,
30 Ağustos'tan ,9 Eylül'e,
Afyon'da,Kocatepe'de,
Verdiği emri, yerine getiren Ordu'sunun,
Zafer şarkıları ile,İzmir'e yürüyüşünü,
"Bel Kahve"den
Şekerli kahvesini içerek,
Gururla,seyrediyordu...
1925'te,
" İlhami Söker" in,
Haliçteki hurdalığına bir gemi getirdiler.
İki kere batma tehlikesi geçiren,
Bir kere de batıp,çıkartılıp,yeniden yüzdürülen,
Bu gemi,
47 yıl önce,
Glasgow tersanelerinde üretilen,
" Trocadero" dan,
Başkası değildi.
Çelik kesme makasları,
Gövdesine saplanmaya başladığında,
Bir Millet'in kurtuluşuna,
Bir Millet'in kurtuluşu için yola çıkanlara,
şahitlik etmiş, sahiplenmiş,
" Bandırma ",
Boynunu giyotine uzatmış,
Umutsuz fakat mutlu bir mahküm gibi,
"Mesut Tarcan" ın,
Şu dizelerini ,
Fısıldar gibi idi..
" Bir şey var gecenin içinde,
  Rüzgarlar ile,karanlıklar ile dağılan,
  Bir şey var gecenin içinde,
  Mustafa Kemal'in sevinci ile ağaran"
Saner Tuncer Gürdil
Selam ve sevgilerimle
Aşkabat 18.07.2011

BİLİNMEZE YOLCULUKLAR 7

Çar,



II.nci Nikolay,


Tüfeğini doğrulttu.


Dikkatlice nışan aldı,


ve tetiğe bastı..


Soğuktan tüylerini kabartmış,


Açlığını bastırmak için av peşinde koşan,Zavallı kedi,


Kendisi ,av olmuş,


Nikolay'ın,acımasız kurşunlarına hedef olmuştu..






" 1250 oldu efendim " dedi,


Çar'lık katibi, Yaltaklanarak.


Kayıtlarına tekrar baktı.


" Ancak, öldürdüğünüz köpek sayısı,halen 800 " diye somurtttu..






Evet,


Çar'lık kayıtlarına göre,


Yaman bir avcı olan ,II.nci Nikolay,


Bir çok,karga,kuş,geyik,ayı 'dan başka,


899 köpek ve 1322 kedi vurmuştu...


Nikolay'ın avlamak istediği en büyük av ise,


" Osmanlı " idi..






1914 yılına gelindiğinde,


İki,üç sene sonra,


Kader'in, kendisi için, örgüsünden habersiz.


I.nci Dünya savaşından istifade,


İstanbulu ele geçirmek,


Boğazlara inmek,


Osmanlı'yı tarihten silmek için.


Kabinesinin hazırlayıp,


Dışişleri Bakanı " Sazanov" un kendisine sunduğu,raporu onayladı.


Ve,


2 kasım 1914 te.


Osmanlı İmparatorluğuna harp ilan ederek,


Kedi avına çıktı...






Savaş,acımasızdı.


Rusya'nın doğal kaynaklarını,


Enerjisini,madenlerini,petrolunu,


Ve Ülkenin can damarı,demiryollarını,


İngilizlere,Fransızlara,Almanlara Peşkeş çeken ,Çar.


Savaşın ekonomik yükünü,


Sefaletini ve yokluğunu,


Sırtına yüklediği halkı.acı çekerken,


Kedi,köpek avı peşinde idi..






Ama,


Birileri boş durmuyordu,


Bolşevik Devrimi'nin tohumları,


Çoktan ekilmişti bile,


Mart 1917 ye gelindiğinde,


" Romanovlar" ın 300 yıllık saltanatı son buluyordu..


Mart Kedilerinin laneti,


Çar,Nikolay'a,


Çariçe,Aleksandra'ya,


Günahsız kızları,


Olga,Maria,Anastasya ve Tatyana'ya,


ve biricik oğlu,Aleksa'ya


Yetmişsekiz gündür ,hapis yaşadığı," Urallar" da,


" Yekaterinburg" ta,


17 temmuz 1918 de,


Mühendis," İpotyav" ın evinde,


" Yakov Yurovski" nin elinde,


Kurşun olup,yağdığında,


Romanovlar,


Yaşamları boyunca yok etmek istediği,


"Osmanlı" dan önce ,


Yok olmuşlardı..














Kayıklar,


Yanyana yanaştılar,


İki gündür,açıkta oyalanan " Odessa"


Yükünü boşaltmak için sabırsızlanıyordu


Gecenin karanlığında,


Işıldaklar yandı.


Ve,ahşap iskelede,


Sıralı kayıklardan indirilenler,


Sıralı insanların,


Ninelerin,dedelerin,anaların,


Ellerinden geçerek,


Sıralı ,kağnılara yüklenmeye başlandı.


" İnebolu ",


Anadolu'nun,inleyen sesini duymuştu..


" İnebolu ",


Anadolu'da,


Özgürlük mücadelesi verenlere,


Can olmuştu,Kan olmuştu.


İnebolu'nun yokuşundaki kağnılar,


Ve, o kağnılardaki mermilerin üzerine,


Çocuklarını bağlamış,analar,


Gece demeden,


Gündüz demeden,


Ve, yemeden,içmeden,


Yiğit Mehmetlere,


Yol olmuştu,


Kanat geren,kol olmuştu...










Aslında,


Lenin'in politikası basitti.






" Güç yolu ile,Proleteryanın iktidarı ele geçirmesi ".






Bolşevik devrimi,sonucu,


Ruslar'ın emperyalizme karşı mücadelesi.


Yıllardır, Anadolu'yu,


Doğuda,Erzurum'dan,


Batıda, Trakya'dan.


Bir yengeç'in kıskaçları gibi kavrayıp,


İlk fırsatta yutmaya çalışan,


Rus Çarları'nın,


Politikalarını sonlandırmıştı.


Allah'ın takdiri,


Zamanlama öyle müthişti ki,


Ruslar,


Bırakın Anadolu'yu ele geçirmeyi,


Anadoluyu ele geçirmeye çalışanlara karşı çarpışan,


" Milli Mücadele" yi,


Gerek, maddi,


Gerek,malzeme,silah,mühimmat olarak,


Sonuna kadar destekleyeceklerdi..










Karadenizdeki


İngiliz,Yunan gemileri,


Rusyadan gelen yardımın önünü kesmek için elinden geleni yaparken,


ve gün aşırı İneboluyu basıp bombalarken,


İnebolu'lu kayıkçılar,


TBMM 'nin,


9 Nisan 1924 tarihli kararı ile,,


Kendilerine verilecek olan,


Beyaz kordeleli, " İstiklal madalyası" nı hak edecek,


Özveri ile,


Hala,


" Bahricedid" vapurunu boşaltmakla meşguldüler.










Ölüsünden bile korkulan,


" Kanlı Nikolay"ın,


ve ailesinin cesetleri,


Yok edilmek üzere,


Bir kamyonet kasasında,


bir bilinmeze doğru götürülürken,


" İstiklal Savaşı" na destek veren,


Sovyet yardımlarına bir jest olarak,


" General Varaşiov" un heykeli.


Taksim Anıtında,


Atatürk'ün hemen arkasında,


kendisine bir yer buluyordu...










Saner Tuncer Gürdil


Aşkabat 22.07.2011





5 Temmuz 2011 Salı

YİTİK ADRESLERE BENZER ÖLÜM

Sevgili Zafer KUTLU
ve
Sevgili Haluk  Altay
Kadim  dostlarım....merhaba..
 
başlattıgınız..
Sevgili
Naciye Sakarya arkadaşımızı anmak
girişiminizi kutluyor
bu güzel jestinize bir katkı kapsamında..
daha önce sizlerle paylaştıgım bir anımı
tekrar gruba gönderiyorum..
 
dostlarıma
Muhabbetlerimle..
 
 
Degerli Dostlar..
Konu başlıgında yer alan  cümleyi ilk kez sohbetimiz sırasında bir arkadaşımdan  duydum..
Aklımda kalmış ..
neden  konu başligı yaptım..
ve
neden bu şiirin .
bu konuya uygun olacagını düşündüm..bilmiyorum..  
Hatta bu sözünün bir şiirin parçası olup olmadıgınıda bilmiyorum..
Ama  ilk duydugumda..
bu söz..
bana 21 yaşında bir genç kızın ,
bir arkadaşımın ölümünün kabulünün imkansızlıgını..
giderek mezar taşının yazısının bu olması gerektigini çagrıştırdıgını  biliyorum.. 
 
1970 yılının ..
Temmuz başı   ..
ve de okulun yaz tatili nedeniyle kapalı olması gerekli..
Aksi halde, ben tam ögle tatiline rastlayan bu saatlerde..
Şimdiki gibi postallarımla odamda yatagıma uzanmış tavana bakıyor pozisyonunda olmak yerine
kesinlikle ögrenci kaynayan aşagıdaki kantinde olmam gerekirdi..
 
Odamın kapısı açıldı..
İçeriye Zafer Kutlunun kafası uzandı..
(Zafer kutlu Hataylı bir arkadaşımdı..
o dönemde (sanıyorum)..
ögrenci cemiyetinde yönetici idi..
Kadim Dostum olan Zafer Kutlu'yu 
nedense hep  tanıdıgım  devrimci ögrenci liderleri arasında
en zarif, en ilkeli en sosyal kişi oldugunu düşünmüşümdür.)
 
"Mekan  TÜRK HAVA KURUMU bizden (cemiyetten)
paraşüt kursuna katılmak isteyen ögrencilerin isimlerinin bildirilmesini istedi..
Bende senin kavuncu oldugunu 
yurttan dışarı çıkmadıgını bildigim için
senin ismini  Kurum'a bildirdim..
İki arkadaşımızda zaten ilanı görüp kendileri bana isimlerini bildirdi..
Yarın THK.nun önünden Etimesgut'a servis otobüsü kalkacak..
Sakın unutma..
Yarın sabah 9.00 da sıhhıyede olacaksın.."  dedi..
Bende telaşla
"Hop.. Hoop.. Zafer.. benim ne işim var oralarda..
paramda yok... pulumda yok.. sınıfta kalmışım haberimde yok.." deyince..
O bildik canlı,  çocukça gülümsemesi ile
" Merak etme yemekler beleş..
ayrıca parada verecekler.." dedi.. 
"para" dan ziyade "beleş yemek"lafını duyunca çok rahatlamıştım.. nedense..!!!
 
Ertesi sabah,
sıhhıyedeki THK. binasının önüne gittigimde bekleşenler arasında
Bizim Ahmet Tan'ı tanıdım..
yaklaşıp.."Hayrola Ahmet.. ne yapıyorsun burada..?"
gibi bir önemli sual sordum..
O da bana aynı ciddiyetle "otobüs bekliyorum.." diye cevap verince..
" Aaa ne mutlu bir tesadüf bende otobüs  bekliyorum..
Zaten burada tren bekleyemeyiz degil mi..?" gibi abukça bir laf edecektimki,,
karşı kaldırımdan sopa gibi hiç bükülmeden seri adımlarla
bizim kaldırıma dogru gelen Naciye'yi gördüm..
(Naciye sarışın, kısa saçlı, her daim kahverengi deri bir mont ve açık kahve pantolon giyen 
aslında altın gibi kalbi olan .-hani derler ya..! kalbini çelik  bir kutuda muhafaza eden türden bir arkadaşımdı..
Naciye herkese çok yakın oldugu, bütün insanları sevdigi halde..
o ölçüde etrafına bir mesafe agı örmüş.. 
devrimci oldugu halde, aklı yatmaz ise, asla bir şey yaptıramıyacagınız karakterde
bir "aykırı kız" görünümünde  sımsıcak bir dost idi..)
Zaferin söyledigi "diger iki arkadaş"ın kimler oldugu anlaşılmıştı.. 
 
Etimesgut'taki
Kurs günlerimiz keyifle geçiyordu..
Özellikle ..
Ahmet'le birlikte çok egleniyorduk..
ders yemek idman katılıyoprduk ama..
nedense fazla ciddiyede aldıgımız yoktu..
hiç önemli degildi..
her dakika her yerde..
birbirimize ..
kendimizzlede gırgır geçmek dahil..
Esprili laf yetiştirme yarışındaydık..
Ahmet  hep hep benden bir cümle önde idi
eglenip vakit geçiriyorduk..
Fakat ..
 Naciye herzamanki gibi "ciddi" takılıyordu..
Yemekler nefisti..
Hayatımda bu kadar düzenli ve bu kadar leziz yemekler yedigimi hatırlamıyordum..
Yılların acısını çıkarmakla meşguldum anlayacagınız..
Bizim kurs sınıfında Naciyenin dışında 3 tane daha ( biri evli)bayan vardı..
18 kişilik sınıfta 10 ögrenci assubay hazırlık sınıfının bebeleriydi..
Hepsi her an gır gıra ve gülmeye hazırdılar..
( bunlarla daha sonra "inönü"de yine karşılaştık..
bir tanesi ile yıllar sonra Kayseride. (1982 de) aynı birlikte görev yaptık
ve
500 fazla atlayış sahibi bu degerli  uzman dostumu..
bir C-49 "dakota"nın kanadına takılı gördügüm de
artık onu kaybettigimi ve bir daha göremiyecegimi anlamış idim..) 
 her neyse..
etimesgutta 15 günlük..
Yer çabucak egitimi bitmiş..
şimdi işin "gerçek" yanına yani "Uçaktan atlama" safhasına gelmiştik..
 
"Uçaktan..
Paraşütle atlama.."
 
paraşütçüler bilirler..
atlayış..
ancak 
2 tip paraşütle yapılabilmektedir..
 
1. T-10 larla... 
yani filmlerde gördüğümüz boş uçagın içinde
tavanda gerili bir çelik halata takılşan  paraşüt (ipi) kancası..
siz uçaktan atladıgınızda..
18 metrelik bir ipin ucundaki "nallaka" denilen paraşüt çantasının
uçaktaki bu kanca ile tutulması sonucu
boşta kalan "kubbe"nin.
hava ile dolup sizi yavaş yavaş indirmesini saglayan paraşüt tipi ..
Bu tip paraşütler; indirme birliklerini  300- 500 m. gibi yükseklikten çabucak indirilmelerini saglar..
 
2."Serbest paraşüt" lerle
parçalı kubbesi olan
ve 
kubbesi atladıktan sonra bizzat paraşütçüsü tarafından açılan..
kubbeti paraşütçüyle birleştiren kolonların yanında 
paraşütü yönlendirebilen kontrol iplerinin bulundugu 
çok yükseklerden atlama imkanı veren  paraşüt  tipi..
Uçakla bir bagı yoktur.. 
Spor veya özel operasyon amaçlı kullanılan paraşütlerdir..
etimesgutta.. 
İlk atlayışımızı yapacagımız gün
bize çok şık gelen paraşütçü tulumlarımızı giydik
paraşütlerimizi bizzat katladık..
içi yastıklı koruma başlıklarımız kafamızda
birerle kolla C-49  "Dakota" tipi..
(kanatları düz, 18 paraşütçü kapasiteli II.dünya savaşından kalma) 
uçagın portatif merdiven basamaklarını gürültülü bir şekilde geçip,
bir karış enindeki metal sıramıza 40 kilo yükümüzle adeta çöktük..
Uçagın her seferine bir "sorti"..
uçagın iki duvarında yer alan iki sıradan herbirine  bir"stik" diyorlar.
ben ikinci sortide atlayacak olan ikinci stikte idim..
Naciye ise.. 
karşımda açık kapıya yakın bir yerde
birinci stikte 3 ncü atlayacak paraşütçü idi..
Ben hala işin eglencesinde gögüs cebime doldurdugum
Çorum leblebilerindn bir tanesini agzıma atarken,
bir digerini karşıdaki arkadaşlarımın kafasına atıyordum..
Leblebinin, 
endişeli bir bekleyiş içinde iken,sizin haberiniz olmadan  kaba bakalit başlıgınıza degmesi sonucu.. 
sizde yaratacagı kızgınlıgı bir düşünün Dostlar.. 
tümdiger arkadaşlar (tabi kafasına leblebi atacak samimiyette buldugum)
leblebinin benden geldigini anlayınca..
bana yorgun bir şekilde gülümsemelerine ragmen,
Naciye bana çok kızdı..
ayaga bile kalktı..
dudakları titriyordu..
Aslında en insanca tepkisini gösteriyordu..
Yani ne kadar saklamaya çalışsada..
Naciye Sanki..Korkuyordu..Veya paraşütü  tahmin ettigimizden fazla fazla ciddiye alıyordu..
hergün bir atlayışla..
Toplam 5 atlayış yapıp kursu başarıyla...! bitirdik..
atlayış başına aldıgımız 15 liraları cebimize koyup
mutlu bir şekilde yurt hayatımıza döndük..
yıl geçti ..
12 mart rüzgarı..
balyoz malyoz..
ve
asıl felaket ..yurt kapatıldı biz ortada kaldık..
Rahmetli Ayhan abinin görmemezlige geldigi 
 Mülkiyeliler Birliginde 
bir yerde geçici ikamet ediyorum..
sabahın köründen gecenin yarısına kadar birligin binasını arşınlıyorum..
herkes tedirgin ne olacagını kimse bilmiyor..
yılgınlık hat safhada..
okul kapalı.
boykot.. moykot.. kimse ne yapacagınıda bilmiyor..
böyle günlerin birinde..
Naciye.. Birlige  /daha dogrusu birligin bahçesine) geldi
ve
dogrudan benim masamın üç boş sandalyesinden karşıma düşeni tercih ederek.
tedirgin bir ciddiyetle oturdu..
 
Epeyi konuştuk.. 
 "Ankaradan uzaklaşmak şart" dedi ..
bende "iki semt arasında gidip gelemiyoruz korkudan.. Ankaradan nasıl çıkacagız.. " dedim.. 
"Kolayı var.." dedi..
"İnönüde 1 aylık tekamül kursları var..
gerekirse bütün sezonda kalabiliriz  
... Hoca,  ... Assubay .. 6 ay orada olacaklar.. beni çagırdılar..
istersen sende gel..
onların askeri servis araçları ile çıkar gideriz.."dedi... "
" Yapma yahu .. bencede olabilir okul kapalı.. yurt kapalı
burada durum karışık..
giderekte rahatsızlık vermeye başladı.. tamam kız.." dedim..
omuzuna bir şaplak attım..
aynı anda Naciyeden refleks tepki geldi..  
"ciddi ol arkadaş.."
 
Eskişehir -İnönü  egitim hava alanı..
Naciye, günün son atlayışını yapmış
ve
sırtında paraşüt çantası ile  ayaklarını yere dogru sallandırmış bir pozisyonda
motoru çalışan,
hareket etmek üzere olan arkası açık personel taşıyıcısına binmişiken..
hoperlodan son bir uçagın daha kalkmak üzere oldugu..
atlamak isteyenlerin paraşütleri ile birlikte hemen
... nolu uçaga binmeleri anons edildi..
Naciye Aniden..yere atlayıp,
araçtaki arkadaşlarına 
" ben bir daha atlayacagım.. beni burda bekleyin.. başka taşıt aramayım.. pist'ten dogruca buraya gelecegim.." dedi..
4 erkek hep bir agızdan " başüstüne komutanımmm." diye bagırdılar..
 
5 kişi taşıyan "çesna" tipi uçak hemen havalandı..
her iki yöndeki açık kapılardan paraşütçülerin ayaklarını sarkıtıp oturdukları görünüyordu..
Uçak uzaklaştıgı istikametten geri dönerken paraşütçülerde atlamaya başladı..
 
birincisi ..evet açtı ../ikincisi ..açtı açtı.. /üçüncüsü bravo epeyi düştü sonra açtı../
ama dördüncüsü tam akrobat hala düşüyor..
ne yapıyor bu.. 
rekor kırmayamı niyetli..
yahu bunun derdi ne ..
açması lazım artık ..
Aaa naciye bu..
Naciyeeee.. Naciyeeee... 
çek deklanşörü.. hadi kızım çek şunu .. 
çeeek ..eyvah.. eyvaaah..
 
Alandaki bütün araçlar çıldırmışcasına
Naciyenin bir toz bulutu çıkararak düştügü noktaya dogru hareketlendiler..
hareket halindeki araçlardan atlayıp o yöne koşan insanların yüzlerindeki ifadeleri,
onları başka dünyalardan gelmiş yaratıklar  haline sokmuştu..
Hiçbir şey normal ve rutininde degildi..
Bu ne üzülme nede  acı idi..
Bu dehşetin tam kendisi idi..
 
Naciye;.. sag koltuk altındaki kokulu kalem kalınlıgında 10 cm.lik kare çerçevesine benzer.
ucuna paraşütü açan klipsli çelik tel tesbit edilmiş..
"Deklanşör"ü çekecegine..
deklanşör sandıgı 
bütün paraşüt sistemini birbirine baglayan
iki parmak kaınlıgındaki sol koltuk altında yeralan
"L - Demiri"ni çekmeye ..
bu demiri yerinden çıkarmaya çalışmıştı..
Düşme müddeti boyunca,
sag koltuk altındaki deklanşöre
ve de
yedek paraşütün aynı şekildeki deklanşörüne eli hiç gitmemişti..
Panik ten L demirini çekecegim derken..
kendi sol gögsünü  kendi elleri ile  parçalamıştı..
 
Rahat Uyu.. benim yigit arkadaşım.. 
benim Can Yoldaşım..
Benim  kadife yürekli genç arkadaşım..
 
Şairin dedigin gibi ..
"Yitik adreslere benziyor.. ölüm..."
 
 
Mekan..