16 Eylül 2011 Cuma

Dağcılık Mavraları-1

İpsiz Dağcılar
Sevgili Akın'ın, ''20 metreden 16 metreye indirdiği'',
Sevgili Tuncer'in, ''bombalayıp hepten yere serdigi'',
3917 metrelik Erciyes Dagı'nın son 18 metresi
hangi dağcının başını agrıtmamıştır ki....
 
Efendim,
geçmiş zaman sene 1970,
aylardan Nisan birkaç günlük 23 Nisan tatili var,
eh durulur mu gayri, Atladık Ankara'dan doğru Erciyes'e
Tuncer Gürdil, Arif Efecan bir de ben,
 
İllaki 3917 metreye tırmanmadan dönmeyecegiz,
O zaman Tüm ülkede sadece bir iki adet bulunan 40 metrelik
dağ ipini de Federasyonun deposundan almışız ki
kim tutar bizi,
 
Bu Erciyesin 18 metrelik batı zirvesi öyle bir kule ki,
İp olmadan çıkılmaz, çıkılsada inilmez,
illaki bir ipin olacak.
 
Bir 23 nisan sabahı karanlıkta çıktık Tekir yaylasından yukarı doğru,
Şaytan Deresi'ni yarıladıgımızda güneş doğmuştu.
 
Sırtı aşıp, Erciyesin 3900 metrelik doğu zirvesinde takılmadan
dogru Kuzey buz duvarı sırtınından geçerek geldik 18 metrelilk kulenin dibine,
 
Hemen ipin bir ucunu belime bagladım,
Tuncer ve Arif öbür ucundan beni emniyete aldılar.
tırmanış ipin ve emniyetin verdiği güvenle çok çabuk ve kolay olmuştu.
 
Bu kez ben yukarıdan emniyete alınca,
kısa bir süre sonra hepimiz kulenin tepesinde buluştuk,
''Ey ip megerse sen nelere kadirsin'' diyerek,
3917 metrelk Erciyesin son 18 metresindeki kulenln
yani, Zirvenin Keyfini çıkarıyorduk ki,
 
Tuncer yine ''Ulan; şimdi şurda bir karnıyarık olsa, yanında da pilavla cacık amma yenir haa.'' diyerek
her zamanki sululuklarından birini yapıp, aç olan karnımızı iyice acıktırdı.
 
zirve keyfimiz böylece kaçınca,
Zirve defterini imzalayıp ,
ipli inişe geçtik,
ipi ortasından zikkeye geçirip, iki ucunu aşagıya salladık
sırayla indik, inince de ipi bir ucundan çekip aşagıya almaya başladık,
ip bir süre geldi sonra ne olduysa takıldı,
öbür ucu boşalıp bir türlü aşagı gelmiyor,
 
ipe tutunup yukarı tırmanacagım,
ya yarı yolda ip boşalırsa,
 
İpi tutmadan serbest tırmansam,
emniyetsiz kalacagım,
 
Akıllara ziyan bir durum,
Çalış çabala nafile,
ipsiz olmuyor
iple de olmuyor..
 
!8 metrelik Kule,
yapışmış ipe bırakmıyor
 
Hava bozmaya başladı,
birazdan ısı düşecek,
Şeytan Dere'sinin karları sertleşip buza dönecek,
Buz kramponumuz yok,
kalacagız bir tek buz kazmasına,
 
Sununda, kasıla kasıla iple geldiğimiz Erciyesin Zirvesinden,
arkamıza baka baka, kös kös ipsiz geri döndük, iyi mi?
 
İlk fısatta gelip ipi almak umuduyla,
Kayseri Dagcılık Klubündeki arkadaşlara durumu iletip Ankara'ya vardık.
 
Kısa bir sürede,
Tüm ülkede
bizim
Federasyonun hem de tek ipini
dagda bıraktığımız
bir efsane gibi yayıldı..
 
Yayıldı yayıldı
Ve adımız,
İPSİZ DAĞCILAR
olarak, nam salmaya başladı.
 
Bir hafta sonra Kayseri'li dağcı arkadaşlar
tırmanıp bizim ipi indirdiler ve bir güzel, üzerine yattılar,
 
Bende olsam bu ip yoklugunda ayni şeyi yapardım.
 
Sonunda mesele ''Devletin Resmi ipi'' şeklinde telaffuz edilince,
İp Ankara'ya geri geldi.
 
ama, Bizim ''İPSİZ DAĞCILAR'' namımız yıllarca sürdü,
 
Sağ olasın Erciyesin 18 metrelik Kule Zirvesi..
 
Saygılarımla,
Uçman Sungur

2 Eylül 2011 Cuma

Teşkilat Kürşat


Sevgili Dostlarım.. Merhaba..

Sanıyorum  69 un  son ayları ya da 70 in  ilk aylarının   biriydı..
 Ankara nın zehir solumaya başladıgı yıllar.. hava soguk.. karanlık bir akşam üstü..
 Yurdun İç kantininde,
 Aslan Eren Hocanın siyah beyaz fotografında sıralanmış olan gri bacaklı  siyah yüzeyli masaların birinde oturup,
 eciş bücüş, çift kulak, tenekeden mamül..
 çatal batırılmış ekmegin her dokunuşunda.. adeta "dokunmayın bu yemege " der gibi  hareketlenen,  amorf bir sahanda omlet yemege çalışırken..
 Sol arka tarafımda bir tanıdık ses ..

"Kim ulan.. bu herif.. ya.. akşam akşam.. çattık..?

 çarnaçar muhteşem ziyafetime ara verip, ..
"Vay.. Osman  nerden çıktın.. oglum sen.. hayırdır.. ne olduki.."

Uzun sarı saçları burnuna kadar düşmüş..
yeşil gözleri  kızgınlıkla parlıyor sinirden sık sık soluklanıp  ..
kesik kesik cümlelerle anlatıyor..

"Ulan... kapıda  uzun boylu  zayıf eski moda  bir herif.
 pardesüsünün  yakalarını  kaldırmış..  çenesini içeri çekmiş..
 gecenin bu saatinde gözünde siyah gözlükler..
 bana yaklaşıp.. enseden gelen bir sesle
 "Kimliginiz..? kendini tanıt  ve varsa 6x9 bir fotografınızı da.. rica ediyim.."
demezmi..
bende
"sen kimsin birader..?" diye sordum..
Adam bir saniyede pardesesünün sol iç tarafının  sol avucuyla açtı ve kapadı ..
Aynı anda..
sadece "teşkilattan..!" dedi..
 "ya .. polis bey...  ben mekan diye bir arkadaşımı görmeye geldim..  liseden  arkadaşımdır.."
 deyince ne dedi .. biliyormusun..
"tamam.. zararsız bir çocuktur.. geçebilirsiniz.."
dedi.. iyimi..!

“ya.. mekan.. sen iyi yere dükkan açmışın.. Gözünü seveyim  bizim yurdun..
kapısında kimlik soran bir "sivil" yok hiç olmassa ..
burasıda sözüm ona birde " siyasalın yurdu" olacak ..
hani ulan… burası kurtarılmıştı..?”
-..      ?????...

………………………………………………………………
308 no.lu Odanın üç kıdemlisinden.. biri olan
İdris Kurtkaya..
 köpekköye bakan 308 nolu odanın girişte sag ensondaki yatagına uzanmış
 (ya arkadaşlar bir yıl müddetçe. ben idris kurt kayayı yürürken görmedim..
hep yatakta ve hep odada idi..)
kucagında koca bir kitap.. kafasını  mutadı veçhile. duvardaki..  
saçlarındaki yagdan dolayı oluşşmuş siyah beyaz kocaman lekeye  yaslamış ..
 iki yatak solunda  yine kitap okumakta  olan
Emin Selçuk Botsalıya ..
 Semih Sergen sesisine benzeyen  sesiyle anlatıyor..
 bizde karşı yatakta  (karşı yataklar sırasıyla
izmirli beybi feys
Özkan Şengün,
 Mersinli Boncuk Mehmet (Menemenci)
Elazığlı pike Mehmet (Agar)
 dinliyoruz..
okula girdigimizin ilk yılı idi.. galiba..

“Bizim Teşkilat.. yine yeni gelenlerden
Burdurlu Necati diye saf  yeni bir ögrenciyi teşkilata kaydedip...(!),
birisinin takibi ile vazifelendirmiş, akşam kantinde karşılaşmışlar..
 o sırada da dışarıda yagmur yagıyormuş..
 Necatiye "görev tamamlandımı..?"  diye ciddi bir şekilde sormuş..
 Necatide " o söyledigin Çocuk sabahtan beri burada..  bende buradayım.."
deyince 
 bizimki.. "olmaaz" demiş..
"takibi  belli etmemek" bu işin esasıdır.. şimdi dışarıdan gelmiş ilgisiz bir adam gibi görünmen gerekiyor.. o çocuk inekhanenin önünde..
sen görünmeden aşagıdan hemen birinci katın duş kabinine  elbisenle gir..
 sonra sanki dışarıdan yeni gelmiş yagmurla ıslanmış gibi çocugun önünden geç..
 seni ıslanmış halinle  mutlaka görmesini sagla.. unutma gizlilik çok mühimdir.. "
demiş..
 Necati de koşa koşa elbiseleriyle  duşa girip çıkmış
o haliyle kantinde dolaşmış..iyi mi..?”

Teşkilat Kürşat ..
Okula
yeni gelenlere hep bu numaraları yapıyor ve içlerinde bu numaralarını
yutacak birini mutlaka buluyor.. "" 

……………………
Uzun Boylu, beyaz yüzlü  idi.
 kısa kesilmiş saçları biçilmiş çimen gibi  hep arkaya taralıydı..
ve  hep gravatlıydı  ..
Hep Jack Nicelson'un kara gözlügünü takardı..
 zayıf bedenine bol gelen uzun bir padesü giyer..
 ve yurda girerken mutlaka yakalarını kaldırarak girerdi..
 ben onu hep bu haliyle görüp..bu haliyle tanımıştım..
tanıdıgım süre içinde yüksek sesle konuştuguna, bagırıp, çagırdıgına,
 yüksek sesle güldügüne  hiç rastlamadım..
aşırı bir tavrı olmadı..
"olagandışı.." denilecek kadar olagan davranışlı idi..
kısa ve çok net resmi    cümlelerle.. resmi agızla konuşur gibi konuşur..
arkadaşlarına  bir iki cümle ile takılmadan yanlarından geçmezdi...
hep yürürken hep arkadaşlarına laf atarken gördüm..
bir arkadaş grubu içinde uzun tatlı bir sohbetine de rastlamadım..

65-66 larda okulun duvarına emniyet genel müdürlügünce asılan
3 mülkiye ögrencisine  burs verilecegine dair ilanı gördükten sonra
Fakir bir ailenin evladı oldugu için
Okuyabilmesi amacıyla
Bu burslardan birini kabül ettigini
Degerli üstadım..Ersen Yavuz’dan sonradan bir sohbet esnasında ögrendim..
kendisine sanki özellikle  çok ciddi bir polis  havası verip gezinirdi..
 ama nedense bu ciddi  polis havasıyla  dolaşması..
kimseyi rahatsız etmedigi gibi aksine tüm yurtta herkesin hafif gülümsemesine neden olurdu..  kişiliginin bir parçası olmuştu  sanki bu komik ciddiyeti..
Bana kalırsa..
O hep poliscilik oynayan saf temiz bir arkadaşımızdı..
Yurttakilerde , herzaman..   samimi, güvenilir,  tasarımında kötülük olmayan, dümdüz, komik çocuk ruhlu, tertemiz bir insan intibaı uyandırmıştır..
 beraber  hiç yol yürümemiş olanlar da dahi   "çok iyi bir arkadaşım" dedirtecek  kadar yakın ve samimi duygular  yaratan bir şeffaf kişiligi vardı..
…………………………

Yine bir akşam üstü idi.. 
evi Ankara'da olanlar kantini boşaltmışlar..
 kantini şanzelizeye baglayan geniş rahat merdivenlerin bitiminde itibaren 5 metre sagda.. camın kenarında.. Mahir Çayan  radyotöre hafif dayanmış, ayakta duruyorr.. yanında.. beyaz çocuk yüzlü  bol sarkık bıyıklı,    dagınık  yerçekimine isyan eden  dik düz saçlı, lacivert bogazlı kazak ve dar paça lacivert kadife pantalon giymiş, hoş memo postallı.. Yusuf Küpeli..  ve etrafında yere çömelmiş başları egik  üç arkadaşı .. yusuf egilmiş konuşuyor.. onlar ise yusufa bakmadan ciddi ciddi yusufu dinliyorlar.. bende Berber turgutun hasetle benim  sırma saçlarıma yapmak istedigi hain amaçlı saldırısını hafif bir vucüt hareketiyle atlatıp, mutad turlarımı atmak üzereyim.. tam bu esnada.. hızla kantine dogru giden Teşkilat.. bu çöküşmüş ciddi konuşma modundaki grubun yanında durdu.. ve muhtemelen yusufa dogru.. baba bir amir sesiyle..
              ".. Çocuklar Devrim mi yapıyorsunuz yoksa..?"  dedi..
Yusuf Küpeli .. birden ciddi halinden sıyrılıp 
neşeli bir gülümsemeyle  Teşkilatın üstüne üstüne üstüne yürür gibi yaptı..
 Teşkilat hızla uzaklaşmak üzere iken..
Mahir Çayan
 "Sen nerdesin  ya.... gel  sana çay ısmarlayım.." diye seslenince..
 Teşkilat bir an duraladı ve en ciddi bir ses tonuyla..
                 "..Vazife mahallinde ve vazife sırasında  her türlü müskirat  memnudur..."
gibi bir mevzuat kelamını  daha bitirmeden.
 yusufun kendisini yakalayacagını farkedip acele merdivenlere tırmanmaya başladı..
 teşkilat uzaklaştıgında 
hüseyin, mahir, yusuf ve diger kıvırcık saçlı tıknaz ve dahi yüzüne göre kocaman gözlükleri olan kumral, çocuk yüzlü.. devrimci ögrenci liderlerinin yüzlerindeki gülümseme hala kaybolmamıştı..

………………………..
12 Martın ayak seslerinin geldigi sıralardı..
yurt ve okulda da ögrenci eylemleri..
 daha çok..
 duvarlara
 "Kahrolsun Amerika..”
“Kahrolsun Komprador burjuvazi ve onun yerli İşbirlikçileri
“Yaşasın Tam bagımsız Türkiye .."
 sloganlarıyla biten,
 teksir makinasında saman kagıtlara basılmış bildirilerin asılması suretiyle devam ediyordu..
bu bildiriler genellikle..
 şanzelizenin pencerelerini birleştiren  köşeli sutunlara ve asma katı tutan yuvarlak sutunlara yapıştırılırdı..
O sıralarda bu sutunlar hiç bildirisiz kalmazdı..
 Böyle zamanların bir sabahında..
ben mutad yerim olan ikinci köşeli sutunun yanındaki kalorifer peteginin üstünde oturup cıgaramı içerken..(bir arkadaşım..herhalde sürekli aynı petektekte oturdugum için olacak.
 petegin yapıştıgı duvarın üstüne..”Mekan’s place” diye yazmıştı..)
birden..
 teşkilat’ın
yeni asılmıs bildirileri. sırasıyla okuydugunu
ve altına birşeyler yazdıgını farkettim ..
dev-genç bildirileini tahrif etmek anlamına gelebilecek olan bu eylem..
o dönemde son derece cesurca yapılan bir hareketti,
sıra benim sutunumdaki bildiriye geldi.. ..
 çok ciddi olarak bildiriyi okudu  inceledi..
 sonra cebinden   ucu kalın kesik, yeşil renkli tombul bir dolmakalem çıkardı..
bildirinin altına bir şeyler yazıp,
yine cebinden çıkardıgı  bir dandik mühürü hohlayıp, bastı..
 sonra vazifesini tam yapmış olan memur edasıyla bir son bakış fırlatıp..
 yürüdü gitti.
Bildirilerin altına ne yazdıgını merak ettim ..
kalkıp baktım..
Bildirinin altında..
 mavi mürekkepli kalemle çok temiz macüskül yazı ile şunlar yazılmıştı..

                                      “ Emniyeti Umumiyece Tasdik Olunur..”
                                                                                           (mühür)                                                                                    
                                                                              (imza) Teşkilat KÜRŞAT

 Teşkilat Kürşat’ın
Soyismini.. hiçkimse bilmez..Hiç önemlide degildir..
O bizim İçin Sadece
i” Teşkilat Kürşat'tır”..
ve öyle kalacaktır..
Mülkiye yaşadıkça..


Hoşcakalın Dostlarım..

Sevgiler..Saygılar..Selamlar..
Mekan DEMİRKAYA..

5 Ağustos 2011 Cuma

İTİL /İDİL/ ETİL NEHRİ..( şimdilerde ona "VOLGA" deniliyor..)

Volga'nın
Esas adı.. İtil (yada idil veya etil  ) dir..
Kuzeyden gelen..viking ve slav kalabalıkları MS.8 yy.da..
bu nehire  Volga adını verdiklerinde..
MÖ  7 yy.da bu nehrin adı türkçe itildi.. zaten ..
Hala İtildir..
İtilin
En önemli Kolunun adı türkçe "Kama'dır..
Adı hala rus haritalarındada "Kama"dır..(Türkce meali .. delici bıcak..
türklerin yakın dögüş silahına verdikleri ad..)
Hatta 8 yy.da müslüman olan Bulgar'lar( türkler)
bu nehrin kenarında kurdukları
başkentleri "bolgar" kentinde..
yaptıkları 
(türklerin yaptıkları en eski)  hala durur..
Birgün .. 
Tataristana (Başkent Kazan'a) giderseniz
kazanın 45 Km güneyindeki..
Eski bulgar başkentine ugrayıp 
türklerin yaptıgı ilk türk
camisini mutlaka görün..
Bu şarkının üstüne okundugu haritada adı geçen..
Rusların.. Korkunç İvan döneminde..
türklerin elinden aldıkları  itilin batıya uzanan bu kolu üzerinde kurdukları..
korkunç "Ninji Novgorad" şehrinin adı..
rusca  "Yenişehir" anlamına gelir..
Devrimden sonra
 adı "Gorki" olarak degiştirilmişti..
şimdi tekrar eski adını aldı..
Ruslar.. 
türk okyanusu büyük bozkırı işgal hazırlıgı  öncesinde..
kurdukları
bu derme çatma karakolları..
bilahare
arkadan gelen göçlerle şehir haline getirmişlerdir.
Bu tür şehir kurma teknik ve taktiklerini vikinglerden almışlardır..
Senin gönderdigin "Volga nehri"nin resimlerine dikkat edildiginde..
Burada gösterilen diger şehirlerin tümü türk şehirlerinidir..
(Kuzeyden Güneye..) 
Kazan,
Bolgar,
Samarra,
Sarayova,
Saray,
İtil,
Astırhan
Tümü.. Hazarlardan,Bulgarlardan, PeçeneklerdenKıpçaklardan,
Mogollardan, AltınordudanKırım hanlıgından, Astırhanlıgından,
Nogaylardan, Kazan hanlıgından, Kasım Hanlıgından, Osmanlılardan
çalıp kopardıkları,  
türk şehirleridir..
işin acıklı yönü ise
yeryüzünde bizde dahil
herkesin arkasını dönüp görmemezlilige geldigi..
bu..
Türk toprakları üzerindeki..
400 yıldır kesintisiz süren rus İşgali halen devam etmektedir..
Haritada
volgadan sonra Asyanın
diger üç büyük akarsuyundan..
biri olan  
"Obi"nin adı ise
türkçe "irtiş"tir..
Ural Nehrinin adı ise..
binlerce yıldan beri adı.. türkçe "yayık"tır..   
Yenisey (Yeniçay) türkçe adını..  Ruslar ne hikmet ışıksa.. degiştirmediler..
Degerli Dost..
O cografya...
türkçe konuşan insanların vatanıdır..
o cografyada..
herşeyin orjinal bir türk adı vardır..Buna "Tuna Nehri"de dahildir.. 
Bu orjinal türkçe cografi isimler..
işgalciler tarafından..
tıpkı anadoluda oldugu gibi 
uyduruk isimlerle .. uyduruk ırklar yaratılarak (kürdler  tokarlar amuriler samuriler çeçenler sıçanlar gibi)
ya da kadavra kültürler.. (hurrilert gurriler urartular morartılar gibi)  zombileştirilerek 
Özellikle şu sıralarda unutturulmaya çalışılmaktadır
Miladi 155 lerde ..
Büyük Hun etnosu çatladı.. 
Kendi aralarında 4'e bölündüler..
Bu büyük parçadan kopan  hemen hemen hepsi silahlı,
deneyimli..
ve hiç maglup edilmeyen
esaretide kabül etmeyen..
300.000 kişilik bir hun  kolu..
Baykalın batısından
Batıya hareketlendiler..
Kimak ve Masaget gibi yürk federasyonu katılımları ile güçlenerek
bir sel  batıya akmaya başladılar.. 
Hem arkalarında hem önlerinde sürekli savaşarak...
1000 gün içinde 2600 km. yol katettiler..
Bu müthiş bir süratti..
Herhalde.. ölülerini gömecek vakitleri bile olmamıştır..
bu maglup edilemeyenler..
MS. 158 yılında.. 
Donmuş İtil'i (volgayı) yıldırım gibi dört nala bir gecede geçtiler..
Aşagı Don nehrine kadar bütün ovalara saçıldılar.. 
Çok iyi teşkilatlanmışlardı..
Çagdaşı olan avrupalılardan daha barbar degillerdi.
Bu yeni etnosa önceleri  "gun" dediler
(Cografyacı..Dionysios Periegetes hikayesinden alıntı..)
 Bu bozkır bahadırları..
Artık Avrupalı idiler..
Volga onların sırtlarını dayadıkları..
güç topladıkları..
çocuk büyüttükleri atlarını besledikleri..
ve ilerde tarih yazacakları günlerin gelmesini bekledikleri vatanlarıydı..
 şimdi..
bu büyük etnostan 1850 yıl sonra..
"Volga Volga..  sen bizim babamızın malısın .."
gibi
bu tuhaf rus şarkısı bana hep bunları hatırlatıyor.
Bana...
hep zülmü,  kıyımı, 
zayıfın ezilmesini, yokedilmesini sürülmesini hatırlatır.. Bu "volga river" lafı ..
Hile, entrika, kan, işkence ile koyun bogazlanır gibi bogazlanan insanları hatırlatır.. bu rusca .."volga volga" şarkısı..
Bana
aç gözlügüğü..
yayılmacıgın en çirkinini hatırlatır..
Bana
bu şarkı..
demiryaylı
top kekilli oguz beylerinin
kızılatlı fırtına binici peçeneklerin..
atları pusatları ellerinden alınıp üzerlerinde bir tırnak çakısı bile bırakılmayan
gururlu havalı özgür duruşlu
kırım tatarlarının..
Samur kürklü Hazarların..
uzun konç çizmeli bulgarların
yeşil gözlü kumral kıpçakların
çerkes
kumuk kalmuklar ahıska laz çeçen  lak lezgi abaza gibi kafkas halkının
bogazlanmasını sürülmesini
hatırlatır..
bana..bu şarkı..
Deli Petroyu
korkunç ivanı
çariçe katerina
ve
çariçeyi 16 gözdesi içinde
en iyi o memnun ettiği için..
haybeden general olan..
ellerini hergün tatar kanıyla yıkayan..
tatar katliamcısı
potemkini
hatırlatır.. 
Volga lafı... bana hep gözyaşını hatırlatır... Nedense...?
Sevgiler.. Saygılar ve Selamlar..
Mekan DEMİRKAYA

25 Temmuz 2011 Pazartesi

BİLİNMEZE YOLCULUKLAR 8

Sultan,
VI. ncı Mehmet Vahdettin Han,
Oğlu,Mehmet Ertuğrul  ile beraber,
Dolmabahçe sarayından çıktı.
Kasım soğuğunda,
Saray'ın iskeleye bakan ,
Geniş,mermer merdivenlerinde bir an duraksadı.
Atalarından kendine miras,
Osmanlı Topraklarından,ayrılmaya karar verdiğinde.
Belki de,birgün,
Geri döneceğini umuyordu.
 
Topraklarını işgal eden,
Şimdi de ,kendisini topraklarından çıkarmayı vaat eden ,
İngiliz'in,
Boğazda bekleyen "zırhlı" sına binmek için,
İskelede bulunan,
İngiliz motoruna doğru yürüdü..
Kamburumsu sırtını,
Ve çökük omuzlarını dikleştirdi.
Ve İngiliz subayı " Bennett " in elinden tutarak
Adımını kaldırdı..
 
Vahdettin'in,
İngiliz motoruna binmek için attığı adımın arkasındaki ayağı
Osmanlı Topraklarına basan,
Son,Osmanlı Hükümdarı'nın ayağı idi.
O ayak,
Yerden kesildiğinde,
Tarihler,17 Kasım 1922'yi gösteriyordu.
Ve daha önce,
1 Kasım 1922 de
TBMM kararı ile,
Resmen ortadan kaldırılan Saltanat,
Fiilen de sona eriyordu.
Bu öyle bir son idi ki,
Padişah olamayan Ertuğrul 'un,
Oğlu Osman ile başlayan, Osmanlı İmparatorluğu.
Tam 622 sene sonra,
Otuzaltı Padişahlı kuşaktan sonra,
Vahdettin'in oğlu,
Padişah olamayan Ertuğrul ile,
Son buluyordu.
 
 
Motor.
Puslu ," Boğaz" da bir müddet yol aldı.
Deniz'in ortasındaki siyah hayalet,
Son İmparatoru yuttuğunda,
Başlayan," Sürgün" ün,
Yıllar içinde, eriyip kaybolan, Yeniden Saltanat hayalleri ile,
İtalya'da,
San Remo'da,
" Villa Magneilo" da,
Biteceğini.
Kimseler bilemezdi..
 
 
Evet,
Sürgünler,bir kere başladımı,
Nerede,nasıl biteceğini ,
Kimseler bilemezdi.
36.ncı ve son Osmanlı Padişahı,
Sultan, VI.ncı Mehmet Vahdettin.
Sürgüne gönderildiği tarihten,
Dört yıl sonra,
İtalyada,
San Remoda,
Kalp yetmezliğinden öldü.
Acı olan,
Borçlarından dolayı,
Tabutuna ,Haciz konması idi..
O yılların şartlarında,
Türkiye Cumhuriyeti,
Cenazeyi sahiplenmedi.
Ölüsüne sahip çıkan,
Suriye Tarafından,
Şam'da defnedildi.
Tek oğlu,Veliahd Ertuğrul ise,
22 yıl sürgün hayatından sonra,
1944 te,
Kahirede öldü..
 
 
Kayıklar çalışıyordu,
Kağnılar,
Çamurla savaşıyordu,
Sarı Öküz,
Kendi boynundaki boyunduruğu hiçe sayıp,
Ülkenin boynundaki boyunduruğu kırmak için çarpışanlara,
var gücü ile,
Silah,cephane,erzak taşıyordu..
Ve ,bir Mehmet ölüp,
On Mehmet dirilirken,
Tüm bu direnişe rağmen,
Düşman,
Anadolu'nun böğrüne,
Bir "kangren" gibi yayılıyordu.
Yine de ,Kader, ağlarını,
Hiç kimsenin tahmin edemeyeceği şekilde örerken,
Büyük Zafer,
30 Ağustos,
Kurtuluş günü yaklaşıyordu..
 
Zafer, Mazlumun du.
30 Ağustos 1922 de kazanılan Zafer'den sonra,
5 Mart 1924 te,
Son Halife Abdülmecit Efendi de Yurt dışına çıkarıldığında,
Genç Türkiye Cumhuriyeti  ve " O" nu kuranlar,
Büyük bir coşgu ve Vatan sevgisi ile,
Devrimlere başlayacaklardı...
 
600 yıllık bir Saltanat,
400 yıllık bir Hilafetten sonra,
Modern,Demokratik,Laik sosyal bir Hukuk devleti kurmak
öyle ,
Hiç te kolay bir şey değildi.
 
 
Şimdiki Gençlere,
Büyük Atatürk'ün en büyük vasiyeti.
 
" Gençler,Cumhuriyeti biz kurduk,
  Sizler yaşatacaksınız "
 
sözlerinde saklıdır...
 
Ve, O Büyük insana verebileceğimiz tek bir cevap var,
 
" Vatan,sana Minnettardır "
 
 
Selam ve sevgilerimle,
Saner Tuncer Gürdil
25.07.2011 Aşkabat.

20 Temmuz 2011 Çarşamba

GELENEKLERİMİZ - 1



BİR İZMİR GELENEĞİ
Cuma günleri genelde camilerin etrafında yada haftanın herhangi bir günü evinizin önünde veya sokağınızın köşesinde, güzellikle yadedilmesini istediğiniz vefat etmiş bir yakınınız için veya adak niyetiyle lokma döktürüp dağıtmak İzmirin bir geleneği.
Son seyahatimde misafir olduğum evin sokağında bu tabloyla karşılaştım. İzin alıp fotoğraf çektim.
Lokmacılar lokmayı kızartırken sokak sakinleri ''Allah kabul etsin'' dileklerini ileterek, ellerinde kapları bekliyorlar. Birazdan kızartma ve şıralama bitecek.. Kaplara doldurulan hafif ılıklaşmış lokmalar eve götürülüp hane halkı ile birlikte taze taze yenilecek. Bende bunu yaptım. Tabiiki lokma döktüreni hayırla yadedip, Allah niyetini kabul etsin diyerek.
Mehmet Mustafa Kırali

GELENEKLERİMİZ - 2

Afiyet olsun.
Evlerde de yapılır.
Bahçeye  kadın lokmacı gelir lokma döker,
evin genc kızları kız çocukları  komşulara dağıtır.
Helva da dağıtırız. Irmik Helvasi
Hem hayir olarak yapılırdı, hem de biz küçükken
bir hafta süren düğünlerdeki yemeklerin olmazsa olmaz tatlısı
irmik helvasıydı.
Hatta, pilav kaynana dır denir,zira sıra pilava geldiginde insanlar doymuş olduğundan
pilav biraz iştahsiz yenirdi. Ama helva damattır derler; konuklar
 bir tatlı olan helvayı severek yerler.
Ilk kandil olan, Regaip kandilinde (annem ona Namaz kandili ,
Persembe gunune rastlardiğı için o perşembeye de namaz persembesi derdi.
mutlaka, kunarli  irmik helvasi yapar (karardi) dagitirdik.
Bir de annem her kandilde ya da baslayan arabi  ayda ( Ramazan gibi)
 buyuklerini ziyarete giderdi.
 Bu Berat kandilinde annemin teyzesinin torunu ile  teyzesini
ziyaretini konustuk. Son gelisini hatirladi , dizlerindeki kireclenmeden
cok zor yuruyormus, bu son  ziyareti olmus.
Bir de   zeytinlikten, bagdan , bahceden,
ciftlikten gelen,  ayni zamanda  evdeki
ağaçlarda yetisen ürün de  dagitilir paylasilirdi.
Tasarruflu yasamak esasti, israftan fazla harcamadan uzak durulurdu,
paylasmak, dagitmak  ve yardim etmekten kacinilmaz
bunlar  memnuniyetle yapilirdi.
Yardimlar gizli olurdu, bazen o  yardim sever insan vefat  ettikten sonra,
bir komsu kizi abla;  savas benzeri kitlik zamanindan soz eder,
"..... Teyzecim, ya da ....... Bey amcam,  filanca dar zamanda
cuvalla unu, ... i,  gizlice gonderirdi de kimsenin haberi olmazdi"
diye  anilarinda o insani hayirla yad ederlerdi.
Ne guzel gunlerdi.
Tesekkurler
Semra

GELENEKLERİMİZ - 3

Sevgili  Kırali,
 
Şu fotoğrafı gördüğüm an,
kendimi bir anda ,
Çok sevdiğim İzmir'de zannettim.
Geçen sene bu zamanlarda,
Kızımı ziyaret için gittiğim İzmir ,Üçkuyularda ,
eşim ile beraber gezinirken,
 
" Hanım, İzmir'in lokması meşhurdur
  şuradan bir yerden bulalım da alıp eve götürelim "
 
Daha lafım bitmedi
Aynı şu fotoda ıolduğu gibi,
beyaz giysili
ellerinde tencere ,tepsiler,
Hemen oracıkta ,kaldırımın üstüne
ocağı da yerleştirip tezgahı kurdular
Yağlar kaynatıldı,
lokmalar döküldü,
Biz " ciğerci kedisi " gibi beklerken,
Sıcak lokmalar  servis edilmeye başlandı,
 
Kenarda iki kişi,
bir kağıt yazıp,
Kuyruktakilerin gözü önündde bir yere bir isim yazdı.
O zaman anladıkki bu bir " hayır,"
ve ne güzel bir adet,
Hiç çekinmeksizin
sıraya girdik
Sıcak lokmaları aldık
Bir kutuyu yedik
bir kutuyu da eve götürdük.
 
 
bana bunları hatırlattığın için teşekkür ederim
benim güzel memleketim..i
 

Tuncer

GELENEKLERİMİZ - 4

Sevgili Tuncer,
Geçenlerde annem beni aradı.
Ana yüreği işte, ben ihmal etsem bile sesimi duyup, sağlıklı olduğumu
Öğrenmek için arar,  mutlu olur.
En büyük ablamızı  trafik kazası neticesi kaybedince, ona nasıl duyuracağımızı şaşımış,
kardiyalog yeğenim Timur Selçuk’un Ankara’dan gelmesini beklemiş,
hiçbirimiz ona görünememiştik.
Timur gelip, ona yavaş yavaş anlattıktan sonra ortaya çıkmıştık.
Bizleri görünce ‘’Siz artık ölmeyin, çocuklarım ‘’ diye ağlamıştı
Bir asra yaklaştı ömrü.
Allah ona  sağlıklı ömür versin, başımızda olsun.
Balıkesirde şu nda.
Balıkesirli olmadığı için şahit olduğu bir  tören çok hoşuna gitmiş bana  telefonda anlatmıştı...
‘’ Bugün bizim mahallede lokma kaynatılıyor’’
‘’Bu adet hayır için yapılırmış, isteyen katılırmış,
gelen geçen herkese ikram edilirmiş, biz de bu hayra katılacağız’’ demişti
Çok güzel ve değişik bir adet.
Halkımızın gani gönlünü ne güzel anlatan bir adet.
‘’Dünya ölse, Türk ölmez’’ bu güzel adetlerle
Sevgi ve selamlarımla,
Kutlu