19 Ocak 2009 Pazartesi

Eski Dostlar

ESKİ DOSTLAR

Sadun Tanju bu kitabında “benim neslimin macerasını hikaye etmek istedim” diyor. Kitabın ismine uygun biçimde sanki bir dostuyla sohbet edercesine yazmış anılarını. Sait Faik, Yahya Kemal, Vala Nureddin, Kemal Tahir, Adnan Saygun, Attila İlhan, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Orhan Veli gibi değerli aydınlarımızdan yola çıkarak yakın geçmişimizi anlatmış. Gönül rahatlığıyla ve hararetle tavsiye ederim okumamış olan arkadaşlara.. Aşağıda kitaptan bazı alıntılar var.

İnsan büyük hülyalar kurmalı, der Sait Faik..
Ondan üç asır önce yaşamış İspanyol meslektaşı Servantes’in İspanyol hayalciliğinin ve erdemlerinin simgesi olarak yarattığı Don Kişot da büyük bir hayalperesttir… Peki, bunları yapabilmek için gücü nedir ki? Servantes bize, insanın büyük bir düşün peşine takılması komik görünse de en büyük güçtür der…
………….

1948’de Doktor Fikret Ürgüp Sait’e: “Bundan böyle sirozla yaşamasını öğreneceksin” demiş ve yasakları saymış: “İçmeyeceksin! Düzenli yaşayacaksın! Yorulmayacaksın! demiş ve cevabını da almış: “Senin dediğin gibi de yaşanır mı lan?

Doktor Fikret onun dünyanın anasını satmaya hazır ruh halini bir hekim olarak izliyordur. “Bak Sait, kendine acımıyorsan bari bizlere acı, öleceksin oğlum! dedikçe hep aynı cevabı alır: “Ölürsem ölürüm lan! Sen şimdi bırak onu! Çıkarabilir misin şu şarkıyı, seninle beraber söyleyelim:
Ena demek bir demek
Duo derler ikiye,
Ben gönlümü kaptırdı
Sokak kızı Kiti’ye...”
………

Yahya Kemal’e göre Nazım çok iyi bir şair, ama ne yazık ki sanatını politik hayallere adamış bir macera adamı. Daha 1928’de Nazım için şu nasihatte bulunur:

‘Hey avanak! Bana bak! Politikayı bırak!.....’
…….
Yahya Kemal’in bilinen tek aşk hikayesi, Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım’a gösterdiği ilginin dillere düşmesi sayesindedir. O sıralarda Heybeli Deniz Harp Okulunda ders vermektedir ve talebesi olan Nazım Hikmet’in annesi, genç ve güzel dul Celile Hanım ile sanat konularında sohbet fırsatlarını hiç kaçırmamaktadır. Bu ilgi çeşitli dedikodulara yol açar. Yahya Kemal birkaç derse gelmese “Celile Hanım’ın aşkı yüzünden intihara kalkışmış” rivayetleri dolaşır. Hatta bir gün talebelerden Necip Fazıl “Efendim, kibrit suyu içtiğiniz doğru mu” diye sorar. Ama bu hikaye bir sonuca varmadan unutulur gider.

Üstad, putperestliğimizden Müslümanlığımıza kadar uzanan zaman içinde ruhlarımızı sarmış olan sesi duyurmaya çalışır. Bir büyücü gibidir gaipten sesler çıkarırken. Şiirinin yarattığı musiki ile, sanki, dağılan sürüsünü kavalı ile toplayan esatiri bir çobandır. Sanki, Sultan Selim Han’ın muhteşem ordusu ile Acem mülkünü ve peygamberler diyarını fethe çıkmış bir yeniçeridir.

İnce, hınzır, insanın içine işleyen bir mizah üslubu vardır Üstad’ın. İspanya’da zengin bir Marki onu Endülüs’e davet eder. Endülüs’e gider güzel bir raks seyretmek için. Üç İspanyol güzeli gelir ortaya .. Müziğin iç gıcıklayan ritmine uygun, yelpaze sallar gibi dönüşler, işveyle açılış ve örtünüşler, al rengin şalda, etekte, göğüsteki gülde, dudakta, yanakta ve kadehteki şarapta her şeye hakim oluşu, gün batarken Endülüs semalarını saran kızıllık, her baş çevirmesi ile bakışları insanın yüreğine ok gibi saplanan kömür gözler…İşte o gece, Endülüs’te Raks şiirinin üç sihirli kelimesi doğmuştur içine: Zil, Şal ve Gül…

“O zamanın parasıyla tam 2000 papele mal oldu” diye bitirir hikayesini. Meğer Marki, o gecenin bütün faturasını Üstad’a yüklemiş.

Esin Soğancıoğlu

Nazım Hikmet Paris'te Anıldı

Sevgili Arkadaşımız M.Şehmus güzelin yazısı ve ekini takdim ediyorum.
C.Özkan
15.1.2009

ŞİİR BİR ÇIĞLIKTIR/ŞAİR/BABA


CENGİZ’CİĞİM ŞAİR BABA İÇİN UMARIM BU PAZAR ÖĞLEDEN SONRA GELEBİLİRSİN. BU ARADA SBF TAKIMI İÇİN BİR MESAJIM VAR ONU DA SENİN ARACILIĞINLA GRUBA İLETMEK İSTERİM ÇÜNKÜ ŞAİR BABA HEPİMİZİN BABA’SIDIR VE ONA BORCUMUZU NE YAPSAK ÖDEYEMEYİZ AMA İŞTE BİRŞEYLER YAPMAYA DA ÇABALIYORUZ. BAKİ SELAMLARIMLA.

SBF ÖĞRENCİLERİ, MEZUNLARI, BU CAMİANIN DEĞERLİ ÜYELERİ VE DÜNYANIN DÖRT KÖŞESİNDE PARILDAYAN CEVHERLERİ, ŞAİR BABA 107 YAŞINA GİRDİ BUGÜN. BU MUTLU OLAYI 18 OCAKTA KENDİMİZCE KUTLAYACAĞIZ. YOLUNUZ PARİS HATTINDAN GEÇERSE BUYURUN, BEKLİYORUZ. DAVETİYEMİZ VE KISA TANITIM YAZISI EKTEDİR, AŞAĞIDADIR. YOK UZAKLARDA KALACAKSANIZ LÜTFEN ANTENLERİNİZİ O GÜN ÖĞLEDEN SONRA PARİS’E DOĞRU DA UZATIN ÇÜNKÜ O GÜN KULAKLARANIZI ÇINLANATACAĞIZ. DUYDUK DUYMADIN DEMEYİN BİZSİZ ACILI HALEP İŞİ VEYA KURU FASULYA PİLAV VEYA ADANA KÖFTE YEMEYİN, VEYA YESENİZ BİLE BİRAZINI ŞAİR BABA’NIN HAKKIDIR DİYE BİR KENARA KOYUNUZ, ÇÜNKÜ BAKIN USTA NE DİYOR :

“Yine görüşürüz dostlarım benim,
yine görüşürüz.
Beraber güneşe güler,
beraber dövüşürüz.”

Hepinize en içten başarı dileklerim ve kalıcı dost selamlarımla.

M. ŞEHMUS GÜZEL

NOT : AYRICA BU MESAJIN EKİ VE BİR ANLAMDA HEDİYESİ OLARAK İKİ ŞEY SUNMAK İSTİYORUM:
BİRİNCİSİ : NÂZIM HİKMET’LE YAPTIĞIM HAYALİ SÖYLEŞİ,
İKİNCİSİ : ŞAİR BABA’NIN PARİS NAM KENTLE İLİŞKİSİNİ ANLATMAK İSTEYEN BİR MAKALEM.
UMARIM İLGİNİZİ ÇEKERLER.
*
18 OCAK 2009’DA

NÂZIM HİKMET VE PAUL ELUARD İLE

Nâzım Hikmet, Mayıs 1958’deki ilk gelişinden ve üç hafta kadar kalışından sonra, Paris’e birçok kez geldi gitti. Birçok mutlu insan tanıdı, birçok şair, yazar, sanatçı, militan, kadın ve erkek tanıdı bu kentte.

EE O ZAMAN BU KENTİN DE ŞAİRİNE BİR SELAM ÇAKMASI GEREKİYORDU. BUNDA ASLA KUSUR ETMEDİ BAŞKENT. ÇÜNKÜ BU KENT TARİHİNE VE KENDİSİNE ŞİİR DİZENLERE BORCUNU ASLA UNUTMAYAN BİR KENTTİR. KADİR BİLİRDİR. SEVECENDİR. KENDİ GEÇMİŞİNE SAYGILIDIR.

Nâzım Hikmet için de aynı şekilde davrandı ve 1964’ten itibaren değişik vesilelerle Şair’i anmak için geceler, anma toplantıları düzenlendi burada.

BU YIL DA BENZERİNİ YAPMAYA KARAR VERDİ ARKADAŞLARI. 18 OCAK 2009’DA GERÇEKLEŞTİRİLECEK BİR ANMA TOPLANTISIYLA. GÜZİN DİNO VE M. ŞEHMUS GÜZEL’İN KATILACAĞI SOHBET VE TARTIŞMA YANINDA NÂZIM HİKMET’İN ŞİİRLERİ OKUNACAK. MÜZİK DİNLETİSİ VE SİNEVİZYON GÖSTERİMİ SUNULACAK. NÂZIM’IN ŞİİRLERİ, MÜZİK EŞLİĞİNDE, GENÇ SES SANATCILARI SİRLEM VE SERPİL TARAFNDAN OKUNACAK.

GÜZİN DİNO, BU DÜNYADA EN ÇOK SEVDİĞİ İKİ İNSANDAN BİRİ OLAN (BİRİNCİSİ HİÇ TARTIŞMASIZ ABİDİN DİNO’DUR) ŞAİR BABA’YA İLİŞKİN ANILARINDAN BİRKAÇINI DİNLEYİCİLERLE PAYLAŞACAK. M. ŞEHMUS GÜZEL NÂZIM HİKMET’İN HAYATINI, PARİS’LE VE PARİSLİ DOSTARIYLA İLİŞKİLERİNİ ANLATACAK.

PAUL ELUARD DA ANLATILACAK. NÂZIM HİKMET VE PAUL ELUARD’IN POETİKALARINDA ORTAK NOKTALARI VAR MI ? YOK MU? BUNLAR DA PARİS’İN YANIBAŞINDAKİ BU ŞİRİN VE VİLLEJUİF NAM KENTTE DÜZENLENEN TOPLANTIDA KONUŞULACAK.

TOPLANTININ DAVETİYESİ EKTE. HANİ BU BÜYÜK GİT-GEL İÇİNDE, BU MÜTHİŞ DALGALANMA SONUCUNDA BURALARDA OLURSANIZ SİZİ DE ARAMIZDA GÖRMEK İSTERİZ UMUDUYLA. HEM DE BİLGİNİZ OLSUN DİYE.

M. ŞEHMUS GÜZEL
*
NÂZIM HİKMET İLE HAYALİ SÖYLEŞİ

Nâzım Hikmet’in « vatandaşlığa alınması » ve bugünkü hükümet sözcüsünün ağzından kaçırdığına bakılırsa « faydası » olursa ( C. Çiçek kime « faydası olursa »yı açıklamıyor, ama Arif olan anlar. Abidin olan da. Anlamayanlara ise özel açıklamalı bir el kitabı gönderebiliriz) « mezarının da Türkiye’ye getirilmesinin » konuşulduğu, yazıldığı, aman aman « demokrasi açısından ne adımlar atıldığı » fena halde ve çıyak çıyak damlara ve tepelere çıkılarak bar bar bağırıldığı bugünlerde aklıma geldi : Şair Usta, Mavi Gözlü Dev, kızıl saçlarını rüzgarda kızıl bayraklar gibi dalgalandıran, yakasından kızıl karanfilini başından emekçi kasketini eksik etmeyen, ülkesinin haritasını zindanlarda çizmiş, her hapishanesinde bir şair, bir yazar, bir ressam bulmuş, bir militan, bir ihtilalci yaratmış, zengin kültürüne katkı niyetine hediye bırakmış Nâzım Baba ile bir konuşayım, bir danışayım, bir fikrini alayım dedim.

Aradım. Ne iyi ki biraz zamanı vardı ve biraraya geldik. Yerini, tarihini ve saatini söylemem. İstanbul’da, Ankara’da, Bursa’da, Moskova, Varşova, Sofya, Prag, Leipzig, Viyana, Floransa, Roma, Milano, Paris ve başka mekanlarda peşini bırakmayan, çeketine, paltosunun eteklerine tutunmaya çabalayan, pabuçlarına bulaşan « gölge »lerinin, « aynasızların », « silik heriflerin » kulaklarını/antenlerini oynatmalarına gerek yok. Söylemem dedim mi söylemem. Tamam mı ?
Evet Nâzım Hikmet ile buluştuk,deri pabuçlar (Kimbilir belki İstanbul’dan Yaşar Kemal göndermiştir), ipek çoraplar (Abidin Dino Paris’te Rue de Rivoli’deki özel magazalardan alıp Moskova’ya postalamış yüzde yüz) kadife pantolon, şık bir çeket, mavi gömleğinin yakası açık, gömleğinin sol tarafında, tam kalbinin üstünde orak ve çekiç, ince bıyık, emekçi kasketi yerli yerinde, ağzında şiirleri var : « Sana son şiirlerimi okuyayım » diyor ve patlatıyor iki tane mis gibi taze ekmek kokusundaki şiirini. Bayılırsınız. Birer demli tavşan kanı çay içiyoruz ve Şair Baba ile hayali söyleşimize oturuyoruz. İşte burada bu söyleşiyi dikkatinize sunuyorum :

- Merhaba Şair Baba, duymuşsunuzdur mutlaka, size Türkiye Cumhuriyeti hükümeti vatandaşlık hakkını tanımak istiyormuş, tanımak üzereymiş, tanıyormuş, tanımışmış. « Kararname çıkmışmış »....Herkes birkaç gündür bu konuda yazıp durdu, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

- Selamına sevindim ama bu işe sevinemedim doğrusunu istersen. Bunu yapanları, yapmaya kalkanları elime geçirirsem fena halde dövebilirim bak!

Çok kızgın usta.

- Ustam ben masumum, bunun sorumlusu ben değilim bugünkü hükümettir. Hatta artık adını zikretmeyeyim çünkü çok ünlü hükümet sözcüsü « faydası olursa » mezarınızı bile ülkeye getirmeyi düşündüklerini söyledi. Tabii ailenizin de iznini aldıktan sonra...

- Kim önerirse önersin döverim, (g)özünün yaşına da bakmam! Tamam doğru ben zamanında mezarımın Anadolu’da olmasını istedim.Evet ben halklarımın toprağında, bu kutsal toprağın altında, bu “en büyük otelde”, milyarlarca insanın yattığı Anadolu toprağında “uyumak” istedim. Evet ama o günden bugüne, hesabını yapalım neredeyse elli yıl, yarım asır geçti, o günden bugüne köprülerin altından çok su afedersin çok kan aktı. Ne akması, aktırıldı. Basbayağı işte insanlara eziyet edildi ve ediliyor, gençecik çocuklar idam edildiler, o canımın içi topraklarda ufacık bebecik çocuklar bile öldürüldü, öldürülüyorlar ve bu dramların, bu yüz kızartıcı suçların nasıl son bulacağını da göremiyoruz. İşim yok oralarda. Önce kan durdurulsun. Önce barış gelsin sonra ben de gelirim.

- Sizi anlıyorum da neden yeniden vatandaş olmak istemiyorsunuz ne olur inandırıci bir cevap veriniz?

- Evladım ne onların vatandaşlıklarını istiyorum, ne de bana ayıracakları yeri. Beni kendi ucuz seçim hesaplarına mal veya malzeme etmesinler. Döverim bak ! Dahası yeniden vatandaşlık alıp tutuklanmalara muhatap olmak, hapishanelerini, işkencelerini ve işkenceçilerini tanımak istemiyorum. Bana yapılanları unutmadım. Nasıl unuturum ? Siz unuttunuz mu ? Size yapılanları, yoldaşlarınıza yapılanları ? Sadece bu kadar da değil, bugün benzer eziyetlerin, işkencelerin, haksız tutuklamaların, adaletsiz yargılamaların, insanları, kadın ve erkekleri ve çocukları zindanlarda çürütmek alışkanlığının sürdüğünü görüyorum. Duyuyorum. Bakın Erol Zavar’a : Bu çocuk çok iyi bir şair, onda kendi gençliğimi buluyorum. Ama o nerede? Söyler misiniz? Nerede? Sincan’da. Evet Sincan’da hapishanede. Yıllardır kanser tedavisi yaptırması için ve ölümle randevusunu geçiktirmesi için bile serbest bırakılmasına, özgürlüğüne kavuşmasına, çocuklarıyla ve eşiyle hasret gidermesine izin verilmiyor. Daha ne istiyorlar? Daha ne bekliyorlar : Ölmesini mi? Erol’a bir şey olursa Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bugünkü hükümet ve bu hükümetin o bildiğiniz sözcüsü başta, bütün yetkililerin tümünü hep birlikte sorumlu tutacağım. Asıl bunu not etsinler. En önce bu meseleyi çözsünler. Açık kapılara omuz atmaktan vazgeçsinler. Önce Erol’u ve benzer durumda olan birçok tutuklu ve mahkumu serbest bıraksınlar, savaşı durdursunlar. Savaşı durdursunlar evet. Savaş belasından daha büyük sorun olur mu ? Durdursunlar kıyımları. Barışı getirsinler toprağımıza, topraklarımıza. Dahası bana vatandaşlık hakkının tanınmasının bugün hiç bir kıymet-i harbiyesi de kalmadı. Onun için döverim diyorum. Evet döverim, dövebilirim. Beni duyuyor musunuz? Beni anlıyor musunuz?
M. ŞEHMUS GÜZEL
*
Nâzım Hikmet, Paris Gülüm

Nâzim Hikmet “gülüm” adını taktığı Fransa’nın başkentiyle mayıs 1958’de tanıştı.
O günlerde general Charles de Gaulle’ün şaibeli bir biçimde başbakanlığa atanmasına muhalefet eden ve bunu protesto etmek isteyen Fransız Komünist Partisi (FKP) ile Genel İş Konfederasyonu (CGT), on binlerce emekçinin katıldığı görkemli bir gösteriye bile katıldı, eşinin/doktorunun yasaklamış olmasına ve Güzin’in sert sert bakmasına rağmen. Eşi doktor Galina şairle Paris’e gelememişti, ama kalp sorunlarıyla karşılaşmaması için bir sayfa kadar tutan “önerilerini” okunaklı bir biçimde yazıp göndermişti. Ve Güzin bunların harfi harfine uygulanmasını denetlemek için kendi kendine yetki vermişti. Ve Nâzım da fena halde “yanmıştı”. Ne içki, ne istediği anda sokakta dolaşmak, ne de bilhassa merdiven çıkmak! Hiçbir şeyden çekmedi Nâzım, Güzin’den çektiği kadar (!) Ama uysal bir çocuk gibi “ablasının” uyarılarına katlandı. (Nâzım, Abidin ve Güzin’e mektublarında Güzin’i bazen “abla”, bazen “sevgili jandarmam” gibi nitelemelerle anıyor ve hafif tarafından yükleniyor. Artık o kadarı da olur; yılların arkadaşları ne de olsa .) Ama arada bir kaçamak yaptı. Araştırmalarım sonucunda buldum : Örneğin Güzin’in denetim için gelmesinden çokkkkk önce kalkıp hemen otelinin dibindeki ve Saint-Michel bulvarı üzerindeki küçük ama bir görseniz bayılırsınız cinsinden şirin kahvede bir sabah erken saatlerde kahve içtiği Fransız polis raporlarına kayıt edildi. Bunun şaka olduğunu hemen belirtmeliyim. Yarısı şaka ama. Polis kayıtlarında bu konuda iz var mı henüz bilemiyorum, ama Nâzım’ın arada bir sabah erkenden çıkıp aşağıdaki kahvede bir kahve içip iki croissant/çörek yediğini biliyorum. Çünkü bu « suçunda », Güzin’e asla « çaktırmadan », onunla işbirliği içinde olan Abidin Dino nam ressamın “ifadesinde” yazılı bunlar. Fakat Nâzım bunu doğrulamaktan kaçındı (!)

O gün, o gösteri günü yani, Nâzım Hikmet, Abidin Dino ve birkaç yoldaşıyla birlikte Republique Meydanı’na kadar yürüdü. Sonra yoruldu ve Abidin’in de ısrarı üzerine, “çünkü işin artık şakaya gelir yanı kalmamıştı”, şair gösterinin sonrasını bir arkadaşının (Charles Dobyznski isimli yoldaşı, sevimli arkadaşımız, “Vitamin Dede” bana bizzat anlattı bunları) evinin balkonundan izledi. Çok heyecanlandı şair. Ne demek yani koskoca Fransa işçi sınıfı değil miydi sokakları, caddeleri, bulvarları ve meydanları dolduran. Bu kızıl bayraklar yoldaşlarım, bu sloganlar arkadaşlar ne demek oluyor? İhtilal yürüyüşte değil mi?

Ve o günden itibaren ve hatta biraz öncesinden bile başlayarak birikmiş/biriktirilmiş hasretini gidermek için Nâzım Baba dolaştı durdu başkentte. Şurası Seine değil mi? Şurası Eyfel. Şurası Père Lachaise mezarlığı. Şurası komünarların tepesi; Louise Michel demek burada çarpıştı, elinde tüfek. Evet elinde tüfek. Demek kadınlar cephenin en önündeydiler. “Bravo!”. Demek çocuklar da savaştı. Demek burjuvazi katliamı burada yaptı. Şurada yatan Marx’ın o güzelim kızı değil mi? Söyleyin bana yoldaşlarım bu yürüyüş nereye böyle, söyleyin ne olur...

Nâzım, bu ilk gelişinde, üç hafta kadar kaldı Paris’te. Pek çok şiir yazdı. 1949 ve 1950’de özgürlüğüne kavuşması için basın toplantısı, şiirlerinin Fransızcaya çevrilmesi, imza kampanyası ve daha birçok iş için koşturan Tristan Tzara başta, bütün dostlarına teşekkür ziyaretleri yaptı. Aragon ve Elsa ile tanıştı. Fransız Komünist Partisi’nin isimleri az bilinen, ama sapına kadar ihtilalci militanlarından Direniş Haraketi’nin isimsiz yıldızları Jean Marcenac, Pierre Biro (Pierre ille “Nâzım’ın koruyuculuğunu yapacağım” diye tutturdu ve yaptı. Pierre bana anlattı bunları, uzun uzun) ve daha niceleriyle tanıştı. Paul Eluard’ı da çok tanımak isterdi Nâzım, ama Paul bu, şiir defterlerini bırakıp çokkkktan ayrılmıştı aramızdan. Şiir defterleri kaldı bize, bir de unutulmaz anıları: “Okul defterlerimin üstüne / sınıfta sırama ve sokakta ağaçlara / kuma ve kara / yazıyorum ismini”. Eluard’ın şiirinin çevirisi daha farklı olabilir, fakat ille biraz katkı yapmak istedim, ve bir-iki sözcük ekledim, fazlası yok, ama “ana fikir” bu.

Paris’te coştu Nâzım ve coşturdu. Mavi gözlü dev bu kardeşlerim. Gözlerinde çakan şimşekleri gördünüz mü hele? Yakasında kızıl karanfil, başında kasketi İstanbul’un afilli delikanlısıdır kolkola yürüdüğümüz. Hani İstanbul sokaklarının ifadesini alan, arkasındaki, önündeki ve bilhassa hep sağındaki « aynasızları », « gölgelerini », « silik ve silinmeye elleri mahkûm herifleri » sobeleyen ve onlardan birkaçına şiirlerini ezberleten delikanlı. Anımsıyor musunuz? İşte o Nâzım yoldaşlarım, Paris’i böyle teslim aldı : Şiirleriyle. Paris de zaten bunu bekliyordu ve bırakıverdi kendini şairin kollarına. Gülüm benim, Paris’im, iki gözüm sen de al beni kollarının arasına, al beni. Bu caddeler, bu kaldırımlar, bu sokak, meydan ve bulvarlar bizim. Louise Michel değil mi şu geçen? Maurice Thorez konuşmuyor mu bu gece “Université Nouvelle”de. Haydi çocuklar oraya evet evet hep beraber oraya gidiyoruz. Duclos da gelmiştir mutlaka. Marty de. Yoldaşlarla halaya durmak için tam zamanıdır. Haydi hep beraber.

Nâzım bu, kalbi arada bir tekleyebilir, hayattır bu ve şair önemsemez. Ama bir sarışın görsün, kalbinin tiktaklarıtiktakları hız kazanır ve “usta bir dakka bu bizdendir” işaretini verir ve Vera Tulyakova ile evlenir Nâzım. İki kere iki dört eder ve bal-ayını gençyaşlı (yazımda hata yoktur) ama yüzde yüz özgür çift Paris’te geçirir. Kimileri çatlar. Çatlasınlar, patlasınlar! Paris kırk gece, kırk gün sürer... Vera giyim kuşama meraklıdır. Nâzım deri ayakkabılara ve ipek çoraplara. Abidin ve bilhassa Güzin ile mağazalar dolaşılır. Zamanını yazmadım mı? Tamam işte yazıyorum, Nisan 1961’deyiz ve Nâzım’ın Paris, Ma Rose’u kitapevlerinin vitrinlerini süslüyor. Malatya gülü sanırsınız. Bu konuyu Zeynep’e ve Başak’a da sormalı sırası ve yeri gelince. Malatyalı gülünü tanımaz mı? Tanır elbette. Nâzım kitabının tanıtımı için Le Divan nam kitabevinde imza gününe katılır. Duyan gelmiştir, duyan koşmuştur ve tıklım tıklımdır kitapevi. “Gölgeleri” bile sıkışır, sıkışır ve bir duvar dibinde ezilmekten kurtulurlar belki, ama yine de eriyip, yerin dibine girip yiterler, biterler. Yoldaşlarım şenlik bugün Paris’tedir. Nâzım Hikmet halayı sürüyor. Mendil halaybaşı Abidin’in elindedir... Sonra gün gece, gece gün olur ve saati gelince Nâzım Vera’sını Paris’te bırakır, Havana’ya “uçar”. Dünya Barış Kurulu adına Fidel’e “Barış Ödülü”nü vermek üzere randevusu vardır. Hem Fidel’le ve Küba ile, hem de T büyük harfle Tarih’le. Küba’daki devrimci çoşku, devrimci gençler, kadınlar, kızlar ve erkekler, yaşlılar, ve gördüklerinin tümü şairi son derece mutlu eder. Nâzım’ın Havana Röportajı’nı okumadıysanız, videosunu görmediyseniz hiç geçikmiş sayılmazsınız ve bizde kardeşlerim, geç kalanlara da yer ayrılır. Gönül sofrasıdır bizimki. Buyurun sizi de şöyle alalım. Nâzım konuşmaya başlamak üzere...

Akan zaman, duran zaman. Gel zaman, git zaman...

Kasım 1962’de Nâzım’ın Leonardo da Vinci ile randevusu vardır. İtalya Mamma Mia ile. Mamma Roma ile. Ama önce Milano ve Floransa’ya gitmek, sanat eserlerine yüzünü sürmek ister Nâzım. Yanında gittikçe güzelleşen Vera, her zaman. Ama bu kuru fasulya ve pilav, balık ve pilaki, imambayıldı (ille bayıltacak imamı yemeden önce, Nâzım’dır bu ve bunun esbab-ı mucibesi de sual edilemez. Şairdir ve şaire şiiri soru-l-amaz!) ve rakı mis kokuları, tadları nereden geliyor? Paris’ten evet. Nâzım’ın “Benim Türkiye’m” dediği mekandan; Abidin ve Güzin’in ev-atölyesinden. İşe bakın, o gün Abidin’lere İstanbul’dan uçakla, evet evet uçakla bir sepet dolusu nevale gelmiştir ve Nâzım ile Vera’nın varışı ile Karaköy, Kumkapı, Beyoğlu, İstiklal Caddesi, Cadde-i Kebir diye yazar bizim defterler, pat diye 13 Quai Saint-Michel’deki ev-atölyenin işine düşerler. Pat diye, evet. Pata pat, pata pat diye.

Bilmem Nâzım’ın Vera, Abidin, Güzin, Jean, Charles ve daha birçok yoldaşıyla o yılbaşı gecesini Paris’te Doktor Hershel ve iki dirhem bir çekirdek eşi Dora’nın evinde geçirdiğini yazmam acımızı biraz azaltabilir mı? Bilemiyorum. Ama yazıyorum çünkü Nâzım o gece çok mutluydu. Bıraksanız, ince uzun bacakları üzerinde yaylanarak iki adım da İstanbul’a atlayabilir, oradan Bursa’ya uzanıp “taştan tayyere” ile geri dönebilirdi. Bırakmadılar... Ama şair yerinden bile kıpırdamadan iç yolculuğunu tamamladı ve döndü. Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim! dedi. Nâzım Hikmet, kendisine ayrılan zaman içinde yaşamanın ve yaşam aşkının tadını çıkardı, herşeye rağmen. Kötülük adamlarına inat!

4 Ocak 1963’te, yanında eşiyle Moskova’ya döndü Nâzım.

Evet, Şair Baba birkaç kez geldi Paris’e. Gitti Paris’ten. Evet geldi, gitti... Geldi, gitti... Oysa buraya yerleşmeyi ne kadar çok istediğini çoğumuz veya birkaçımız biliyoruz...

Sil göz yaşlarını Zeyno, Başak, sil gözyaşlarını Salih, Gül, Nuri, Şair Baba, Usta, Mavi Gözlü Dev, saçları rüzgarda kızıl bayrak, göğsünde orak ve çekiç Nâzım Hikmet 107 yaşında ve hep bizimle çünkü.

M. ŞEHMUS GÜZEL
*
Sevgili Cengiz ÖZKAN..

Mülkiyeden kardeşimiz..
Sevgili Şehmuz GÜZEL'in..
Paris Nam şehrinde...tertipledigi..
"Şiir bir çıglıktır/Şair Baba..."
başlıgı altındaki..
Nazım Hikmetin 107'ci yaşını kutlama ("anma" mı deseydim acaba) etkinligi..
ile ilgili olarak..

yazdıgı
1. Nazım et Paul
2. 18 Ocakta
3. Nazımla söyleşi
4. Nazım-Gülüm
yazılarını dikkat ve zevkle okuduk..

Ve.
Nazımın çok sevdigi bir şehir Pariste..
Yapılacak olan
107'inci yaşının kutlanması etkinliginin başında .
Bir Mülkiyeli arkadaşımızın bulunması..
Bize gurur vermiştir..

Bu etkinlikliklerin davet ve ilanı zımnında ..
Sehmuz Güzelin şahsi düşüncelerini de yansıtan bu yazılar...
Bugün.. Bu şairin ve şiirin erbabı arkadaşlarımında ıttılasına sunulmuş..

Dostlarımın hepsi bu etkinligi alkışlamışlardır..

Ancak.. arkadaşlarımdan birtanesi (Bu arkadaşımda digerleri gibi Mülkiyelidir..)
Şehmuz Güzelin..
"Nazım-Gülüm" yazısına hararetle katıldıgı halde..
"Nazımla söyleşi" yazısındaki yorumlarına ..
iki noktada eleştiride bulunmuştur..
Bende..
Şehmuz Güzelin yorumlarına ve düşüncesine yöneltilen eleştirileri..
bu arkadaşımın agzından
(Tıpkı Sevgili Şehmuzun Nazımın agzından Yaptıgı gibi..)
senin ve arkadaşların görüşüne sunulmasının uygun olacagını düşündüm..

Sehmuz Güzel'in..
"Duyduk duymadık.." diye şirinleştirilmiş bir anonsla..
ilan ettigi..
Pazar günü Pariste yapılacak Nazım etkinligine..

"SBF Ögrenciler ve SBF mezunları.." şeklinde bir hitapla başlaması...
Biraz yadıgandı..
ve acaba...
SBF ögrenciler ve mezunları yerine ..
"Sevgili Mülkiyeliler"
Diye başlasa idi...
Daha şık olmazmıydı..
Diye bir eleştiri yapıldı..

Ama asıl eleştiri..
Şehmuz Güzelin..
Nazımın agzından..yaptıgı..
Bu hükümetin Nazımın Mezarını mezarını Türkiyeye getirilmesi önerisine
Karşı olmanın gerekçesi olarak ortaya koydugu..
Şahsi düşüncelerine yapılan eleştiri idi..

Şehmuz Güzel..Yazısında..
(Güya..)
Nazıma mezarının Türkiyeye getirilmesi hakkında ne düşündügünü soruyor..
Nazım da bu soruya cevaben..
(Güya..)

"Tamam..Dogru..
..
Evet. ben HALKLARIMIN topragında..
..Milyarlarca insanın yattıgı Anadolu topragında..
Uyumak istedim..""

"Ama..o günden bu güne köprünün altından çok sular geçti..
Gencecik çocuklar idam edildi..
Ufacık bebecik çocuklar bile öldüler..
Bu dramların..
Bu yüz kızartıcı suçların..
Son bulacagınıda göremiyorum..

İşim yok oralarda..""

"Önce Kan durdurulsun..
Önce barış gelsin..
Sonra ben gelirim.."
diyor..

Sevgili Ş.G. böyle diyor demesinede..
Ama..
Nazım..
Hiçbir şiirinde..
"Halklarım.." demiyor..

Nazım hiçbir yerde..
Ülkemizde..
Son 30 yılda emperyal güçler tarafından türk insanına dayatılan..
ve belli bölücü kesimin terör örgütünü haklı gösteren..
ABD destekli..
Oligark, Feodal, Irkçı ,Gerici..Aşiret Agaları ve Şıhlarının ve onların müttefiki.. Liberallerin....
Agızlarına plesenk ettigi
"Önce kan durdurulsun.."
"önce barış yapılsın.."
Yüz kızartıcı suçlar dan ve..
Bu dramlardan .(özür dilensin..)
gibi slogan lafların hiçbirini..etmiyor..

Yoksa ..
Bu gerici kesimde..anıden ortaya çıkan ..
Bu Nazım sevdasının..
Bu Nazım tartışmasının..
Bu Nazımı.. bölücü ABD ideolisinin savunucusu gibi gösterilmesinin..
Bu Nazımın.. Anti emperyalıist şiirlerini..Kuvvayı Milliye destanını yok sayıp,
Hala devam eden türk devrimini "es" geçip..
Ülkede hakim olan ABD güdümlü gerici ittifakın..
Siyasi tezgahlarında.. ideolojik malzeme olarak kullanılmasının ..
Ve ülkenin bagımsızlıgının yokedilmesini hedefleyen tüm bu çabaların...

Bu kapsamda..
Son günlerde..
Nazımla aynı kefeye konulan..
Aynı ideolojinin insanlarıymış gibi halkımıza yutturulmaya çalışılan..
Hala türk mahkemelerince..
Cinayet..
ve kanlı terör örgütüne yardım ve yataklık eylemlemleri nedeniyle aranan
Ahmet Kaya ve Yılmaz Güney gibi şahıslara..
İade-i itibar saglama oyununda..
Nazıma verdikleri rolün...
uygulanmasının bir parçasımıdır....?

Diye düşünüyor.. bu benim arkadaşım ..!

Bu yazı ile..
Nazım Hikmeti..
Gögsüne Orak-Çekiç işlemeli bir tişort giymiş..
ve Paris sokaklarında..
"Halklara özgürlük.."
"Önce kan durdurulsun.."
Önce barış yapılsın.."
"Yüz kızartıcı suçlar ve Dramlar.. Kaldırılsın.."
Bu Nedenle, Suça düçar olanlardan özür dilensin.."
Diye avaz avaz bagıran..
Bir Militan olarak takdim edildigini söylüyor..benim arkadaşım..

Benim bu arkadaşım..
ayrıca..
Sevgili Şehmuz Güzelin
Yazısında..söz ettigi
"Yüz kızartıcı suç.."
ve
"Dram"
Laflarıyla neyi kastettigini
Net şekilde bize izah etmesi gerekir.." diyo..
Yada..
Bu laflarının günün modası ermeni yada kürt soykırımı iddiası ile uzaktan yakından bir ilişkisinin olmadıgını..
Tertipledigi Nazım gecesinde..
Nazım Hikmetin..

Kuvvayi Milliye Destanından alınan..

Sarışın bir kurda benziyordu..
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı..
Yürüdü uçurumun başına kadar..
Egildi..durdu..
Bıraksalar..
İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak..
Kocatepeden Afyon Ovasına atlıyacaktı..
şiirini okuyayarak göstermesinin de beyyine külfeti kapsamında kabül edilebilecegini söylüyor..
Bu arkadaşım..

Bu arkadaşım.. kafayı takmış bu yazıdaki ifadelere..
diyorki..
Yazıda yer verilen

"Yine görüşürüz dostlarım..benim..Yine görüşürüz..
Beraber güneşe güler..Beraber dögüşürüz.."
şiirinde..
Nazım kimlere "dostlarım" diyor..?
"beraber dövüşürüz" derken .. kimlere karşı..kimleri kastediyor....?
Ermenicilere mi.. yoksa kürdcülere mi.."Dostlarım" diyor..?
Eger öyleyse..
Bu dostlarıyla.. Nazım kime karşı dögüşecek..
Türk Ordusuna karşı mı..?

Nazım Vatanından, Memleketinden ve Türk Halkından...
Türk ordusundan..
Yüz kızartıcı suçları ve dram yaratıcıları olarak niteleyip..
bu kadar nefret ediyorsa..

Neden ..Kitabının sonunda..

"Sonra ..
Sonra..9 Eylülde İzmire girdik.."
diyerek Türk Ordusuyla kendini özdeşleştiriyor..
"Halklarım.." diyerek türk halkı kavramını parça pinçik yapıyorsa....
Neden kitabının sonunda..

Güneyden kuzeye..
Dogudan Batıya..
TÜRK HALKI'yla beraber..
seyretti İzmir Rıhtımından Akdenizi..
diyerek.. bu devrim ..bu zaferi..
Türk halkının bir devrimi olarak niteliyor....

Neden..bu büyük kitabının sonunda..

Ve bizde burda bitirdik destanımızı..
Biliyoruz ki layıgınca olmadı bu kitap...
TÜRK HALKI bagışlasın bizi..
Onlarki..toprakta karınca.......

"halklar" demiyorda.. "Türk Halkı" diyor..
Yüz kızartıcı suçların suçlusu olarak gördügü türk halkından..
Neden kendisini bagışlamasını istemiş..
Nazım, "halklarım" diyerek..
Kürt ve ermeni azınlıklarını kastediyor ise..( en azından türk halkını kastetmiyor ise..)
ve bunları koruyan ..
Fransaya, Almanyaya ABD ve İngiltereye "medyunu şükran" olması gerekmez mi..? mantıken..
Peki o zaman..
Neden şiirinde..

Esirler arasında General Trikopis..
Alaturka sopa yemiş bir temiz..
Ve sırmaları kopuk Frenk Uşagı..

"frenk uşagı" lafını..
Türk devriminin karşısına karşına dikilen bu halkların istilacı güçlerinin komutanları için kullanıyor..
Neden her şiirinde..
Müstevlilerin siyasi emelleri ile kendi şahşi çıkarlarını çıkarlarını tevhid eden dahili ve harici bedhahların karşısına..
Türk bagımsızlık bayragı altında
Devrimci türk halkı ile birlikte..
Dimdik Karşı duruyor..
Bu Nazım.. Ha.. Neden..?

Acaba Sevgili Şehmuz.. Şair Nazım diye kastettigi...
Yoksa.. Şair kazım mı..? isimlerde bir karıştırmamı var.. yoksa.. diye soruyor ..
Benim arkadaşım..
Büyük bir şaşkınlık içinde..

Valla bende çok şaşırdım.. Cengiz..
Arkadaşım bunlarla da kalmıyor..
Birde sana mesaj yolluyor..
Diyorki..
Ben Fransada Cengizin yerinde olsam..

Bu Nazım etkinligine pazar günü mutlaka katılırım..
Hatta .. Bizim Başkan..İhsan Feyzibeyoglunun..
Nazımın mahkum olarak yattıgı.. mapushanelerin bulundukları yerlere..
Nazım burada mapus olarak yattı" şeklinde levhalar konulması yönünde...
başlattıgı kampanya ile ilgili yazdıgı yazıyı orada okurum..

Ve Nazımın Anavatanında da insanların..
Nazımı anma işini büyük titizlikle....
Bu gibi etkinliklerle yürüttüklerini ifade ederim....
Ayrıca..Bu mezar taşıma işinin...
Böyle ideolojik.. zorlama gerekçelerle speküle edilmemesini..
Bu mezar taşıma işinin.. bir insani yönünün oldugunu..
Burada kararın..
Nazımın Hikmetin ailesine bırakılmasının...
En uygun..
Hukuki ve insani tavır olacagını..
söylerim...
diyor.. bu arkadaşım..

Aktaracaklarım
Hepsi bu

Sevgi..Saygı ve Selamlar..
Mekan Demirkaya
17.1.2009
*
DEĞERLİ KARDEŞİM CENGİZ, MERHABA. İLETMEK İNCELİĞİNİ GÖSTERDİĞİN YORUMU OKUDUM. ÇOK YARARLANDIM. YAZAN ARKADAŞIMIZ İSMİNİ BELİRTMEMİŞ AMA ELİNE SAĞLIK. GÜZEL YAZMIŞ, NÂZIM BABA’DAN ÇOK İYİ ŞİİRLER SEÇMİŞ. KENDİ DÜŞÜNCESİNİ BELİRTMİŞ. HER TÜRLÜ DÜŞÜNCEYE SAYGIM OLDUĞU GİBİ BU DÜŞÜNCEYE DE SAYGIM VAR. DAHASI DÜŞÜNCELERİMİZİN ARASINDA ÖYLE KORKUNÇ BİR FARK TA YOK. BU BÜYÜK İHTİMALLE MÜLKİYELİGİMİZDEN KAYNAKLANIYOR. MÜLKİYELİ OLMANIN KAZANÇLARINDAN BİRİ DE BUDUR KESİNLİKLE.
AYRICA YERİNDE SAPTAMALARIYLA UFKUMU DA GENİŞLETİYOR. SAĞOLSUN.
ÖRNEĞİN “SBF öğrencileri ve SBF mezunları” türünde bir hitap yerine “Sevgili Mülkiyeliler” demek daha şirin olabilirdi. Yazma anında aklıma gelmedi anlaşılan. Ama her şeyde de kasıt aramamak lazım nitekim hemen sonra “bu camianın değerli üyeleri”den söz ediyorum.
ARKADAŞIMIZIN VE SENİN İZNİNİZLE, KİMİ YANLIŞ ANLAMLARI DA BURADA HEMEN DÜZELTMEK İSTERİM.
Yukarıdaki hitap sadece sana ve gurubun değerli üyelerine iletttiğim mesajda geçiyor. Böyle bir hitabı elbettte toplantıdaki tebliğimi sunarken kullanmam söz konusu olamaz.
Nâzım Hikmet Türk’tür ve kendisini ellbette Türk olarak tanıtıyor. Bunun tartışmaya gelecek bir yanı yok.
İşte bir ispatını Şair Baba’nın ağzından aktarıyorum : “Ben ‘Ari’ ırka inanmıyorum. Bunu tarih ispatlamaktadır, üstün ve aşağı ırk yoktur.
Ben şahsen ırkların karışmasından yanayım. Türküm ancak kanımda Polonyalılık, Almanlık, Gürcülük, Çerkeslik ve Fransızlık var.”
(Nâzım Hikmet’in doktor eşi Bayan Galina Kalesnikova’nın Nâzım’la Yedi Yıl isimli kitabından, aktaran Kıymet Çoşkun : Barışın Şairi Nâzım Hikmet, Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı Yayınları, İstanbul, 2007, s.116.).
Benim “deneme” (essai) türündeki yazımda “halklarımın” demem Nâzım’ın kendi kökenlerine gönderme olduğu kadar özellikle Anadolu ismi verilen bu geniş ve tarihi bölgenin kadim tarihine göndermedir : Evet tarihin ilk anından bugüne bu bölgede çok halk yaşadı. Bu anlamda Anadolu’nun tarihini çok eskilerden başlatıyorum. Dahası böyle olmasaydı nasıl milyarlarca ölüden söz edebilirdim? Birçok kıta arasında (sadece Avrupa ve Asya değil, aynı zamanda Afirika ile de) geçiş noktasında olan ve akıl almayacak zenginliklere (yeraltı ve yerüstü) sahip bu bölge binlerce savaş sonucu tarlası, kasabası kenti, köyü, dağı, taşı, köprüsü, yolu defalarca ve defalarca tarümar edilmiş bu kadim toprağın altında maalesef evet milyarlarca can yatıyor. Elbette toprağın üstünde olan bizler bunu bellki hiç mi hiç aklımıza getirmiyoruz ama şairler bunu unutmazlar asla. Evet bu toprağın altında miyarlarca insan yatıyor , kimi “kefensiz”, ve çok değişik halklardan. Bunu Nâzım’dan iyi hangimiz duyumsayabiliriz, kim bilebilir? Öte yandan dram sözçüğü sadace arkadaşımızın anladığı mana da kullanılmıyor ki : Nâzım Hikmet için veya benim için dram bir kadının, bir çocuğun veya bir erkeğin herhangi bir cinayete kurban gitmesidir. İntihardır. İdamdır. Evet bu tür ölmeler veya öldürmeler de dramdır. Hem de nasıl. Ölmeler ve öldürmeler bir olayla sınırlı değil, enazından benim denememde. Milyarlarca ölüden söz ediyorum. Onbinlerce yılllık tarihten bahsediyorum. Dram Nâzım Hikmet gibi bir şair ve “adli bir hata” sonucu yıllarca hapishanelerde çile doldurmuş biri için günümüzde Erol Zavar isimli bir genç babanın hapis yatmasıdır. Kanser teşhisi konulmmasına rağmen tedavisini yaptırabilmesi için bile yılllardır serbest bırakılmamasıdır.
Nâzım Hikmet komünisttir. Türkiye Komünist Partisi ile ilişkileri inişli çıkışlı da olsa bu böyledir. SSCB’ye gittikten sonra da hem TKP ile hem de SSCB-KP ile ilişkisi sıkı ve sahici eleştirici bir biçimde yürümüştür. Bunu ispat için pek çok belge, makale, kitap bulunuyor. Bizzat Şair Baba’nın yazdığı tiyatro oyunu da...Özetle Nâzım’in Türkiye’de onca yıl hapis yatmasının sebebi komünist olmasıdır. Bu nedenle kalbinde, gögsünde orak ve çekiş var diye yazıyorum. Evet komünist olarak yaşadı ve komünist olarak öldü. Bu onun ülkesini sevmesine engel değildi. Hatta vatanını sevdiği için komünist oldu demek bile mümkün. Koskoca paşa torunu isteseydi gelkeyfimfel diye sefa süreilirdi. Nitekim kimi Fransızın anlamadığı da bu : “Nasıl olur da o kadar varlıklı biri komünist olur?” sorusu bana çok sık soruluyor örneğin. Doğal olarak herkes istediği yorumu yapabilir. Dolayısıyla Nâzım “gögsünde orak-çekiç işlemeli bir tişört giymiş” eleştirisi yerine oturmuyor. Çünkü benim yazdığım simgesel/sembolik olarak onun angajmanına işaretediyor. Arkadaşımızın yazdığı ise, hiç kusura bakmasın lütfen, Nâzım’a ve angajmanına “Fransız kalıyor”. Mesele tişört değl. Mesele onun komünist olarak onca çile doldurmuş olmasıdır. Bunu sineye çekmesidir. Nâzım kendi yaşamı, kendi dönemi ile anlatılabilir, anlaşılabilir, günümüzün parametreleriyle onu açıklamaya çalışmak ona “Fransız kalıyor”. Ama kimseye engel olacak ta değilim. Elbette hekes kendi yorumunu yapabilir, hatta yapmalıdır da. Bundan alınmamak lazım. Buna da saygım var. Ne iyi ki hiçbir şey, hiç bir olay tek açıdan açıklanamıyor. Nâzım’in bize bıraktığı miraslardan biri de bu öğretidir.
Vatandaşlığının iade edilmesi meselesi binbir açıdan irdelenebilir. Ben denememde yazdığım gibi gördüm ve Nâzım’ın ağzından ama herkesin anlayabileceği gibi kendi görüşüm olarak açıkladım. Adında “hayali söyleşi” olasınndan da bu anlaşılıyor. Nâzım’la bugün söyleşi yapmanın başka türlüsü mümkün değildir zaten. Bu işte elbettte Nâzım’ı, Abidin Dino, Güzin Dino,Münevver Andaç ile dostluğum ve bunun yıllarca sürmesi sonucu biraz daha yakından tanımam da yardımcı oldu. Bütün eserlerini, onunla ilgili bütün yapıtları, ondan iki satırla bile bahseden kitapları okumamı saymıyorum. Çünkü bunu herkes yapabilir. Bunun da epey yararı olduğunu göz ardı etmiyorum. Ama Nâzım’ı birçok kişiden, özellikle onu çok yakından tanıyan birinci ağızlardan dinleyince “benim Nâzım’ım” böyle konuşurdu diyerek o hayali söyleşiyi oluşturdum. Elimi vicdanıma koyarak söylüyorum : Evet böyle konuşurdu 3 Haziran 1963’e kadarki zaman çetvelini sıkı sıkıya dolduran saçları rüzgarda kızıl bayrak gibi dalgalanan Nâzım Hikmet. Ezcümle şunu söyemek istiorum : Temmuz 1951’de vatandaşlıktan çıkarıldı ve Ocak 2009’da vatandaşlığı iade edildi. Aradan TAM 58 YIL GEÇTİ. Oysa benim bildiğim Nâzım Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından asla çıkarılmamış olmayı tercih ederdi. Dönemin Başbakanı Adnan Menderes’e yazdığı şiir yeniden okunabilir.. Dahası vatandaşlıktan çıkarılmak, vatandaşlıktan çıkarılan için öyle kolay kolay hazmedilebilir bir mesele de değildir. Nâzım gibi duygusal, içindeki çocuğu öldürmemiş, içindeki kadına sayğılı ve bilhassa içindeki maçoyu ayaklarının altında ezmiş biri için hele , böylesi bir karar bir acıdır, bir darbedir, başınızdan kaynar suların boşalmasıyla eş anlamlıdır. Yani öyle kolay kolay sineye çekilemez, bir anda bütün mazinizin, toz dumanı içinde koşturduğunuz bütün sokak, bulvar, cadde ve meydan isimlerinin silinmek istenmesidir, hapishane duvarlarında bıraktığınız sigara dumanlarının püfff diye sönüp gitmeleridir, emin olun, kimliğinizin elinizden alınmasıdır. Nâzım vefatına kadar Polonya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti vatandaşı olarak ve bu cumhuriyetin pasaportuyla dolaştı. Ama soyismine ve ismine örneğin bir türlü alışamadı. Vaktiniz varsa hızla bir anısını aktarayım. Güzin Dino’nun bana anlattığı biçimde : Nâzım aktarma yapmak için Paris Havalanında birkaç saat beklemek zorunda kalınca, Güzin, Abidin ve Charles Dobzynski’ye telefon etmiş, onlar da gelmişler, sohbet ediyorlar. Nâzım bu, bildiğiniz gibi, hemen “Size son şiirlerimi okumayım mı?” diye başlıyor ve elbette her zamanki gibi yanıt filan beklemeden, belki de yanıt gelmiştir ama Şair Baba’nın keyiften ve heyecandan onu duyacak hali yoktur, “Çünkü kardeşlerim Türkçe şiir okuyacak!”, girişiyor Nâzım Hikmet...Sohbet bitmiyor...O arada sürekli olarak anons yapılıyor : “FalanFilanfişmekan uçağınız kalkmak üzere sizi bekliyoruz...” İki anons, üç anons, beşincisinde Nâzım”uyanıyor”, “Yahu çocuklar bu benim adım, beni çağırıyorlar, hemen gitmem lazım, na yazık” diyor ve kalkıyor. Anlatabilliyor muyum? Bir şey daha : SSCB hiçbir zaman Nâzım’a SSCB vatandaşlığını vermek istemedi Neden? Neyse uzatmayalım. Mesele öyle bir kağıt mesesi değil. İşin hissiyatı var. Bu acının hazmedilmesi veya hazmedilememis var. Nâzım bunu asla ama asla hazmedemedi. Nâzım memkeketine hasretkaldı. Budur beni mahveden. Budur. Yoksa ona yarım asır sonra atandaşlığının iad edilmesi devede kulak. Nâzım açısından. “İade edenler” bunu seçim yatırımı gibi kullanmak istiyorlar, bu çok belli oluyor ve tersine tepecek. Nâzım severler o kadarçık uyanıktırlar mutlaka.
Canımız kadar sevdiğimiz kutsal memleketimizde maalesef “vatan haini” ilan edilmek kolay : İşte Nâzım Hikmet örneği. Vatansever olmak ise çok zor : İşte yine Nâzım Hikmet örneği. Onun gerçek vatansever olduğu vefatından elli yıl sonra ançak farkedilebildi. Hatta “keşfedildi” bile diyebiliriz. Bu da bize yeter. Çünkü bu kötü örnek bile insanlık tarihi açısından son derece önemli bir örnek olarak yolumuzu aydınlatıyor. Evet Nâzım Hikmet aydınlatmaya hep devam ediyor/edecek.

Son bir-iki nokta daha :

Birincisi : “Gece” değil düzenlenen “öğleden sonra 14.30’dan itibaren başlayan” bir toplantı, bir anma toplantısı.

İkincisi : “tertipleyen” ben, M. Şehmus Güzel, değilim. Düzenleyenlerin kimler olduğu davetiyenin alltında sarih bir biçimde belirtiliyor. Ben sadace konuşmacılardan biriyim. Evet sadece bu anma toplantısı kapsamında yapılan konuşma/tartışma bölümünde Güzin Dino ile birlikte katılıyorum, “ Nâzım Hikmet ve Paris, Ma Rose” başlıklı tebligi sunacağım. Ve soru(lar) olursa yanıtlayacağım. Nâzım’ın Fransızca şiir kitaplarından birinin başlığını alarak Paris ile ilişkilerini anlatacağım. Uzakta olan ve bize katılamayacak olan değerli dost, tanıdık ve arkadaşlara ve yoldaşlara da “tadımlık” anlamında “Nâzım Hikmet, Paris gülüm” başlıklı makalemi gönderdim. Birçok ama gerçekten birçok arkadaş, yoldaş, dost ve tanıdıktan son derece olumlu yanıtlar aldım. Aynı şey “hayali söyleşi” için de geçerli. Nitekim birçok internet sitesinde yayınlandılar. Yayınlanıyorlar. İnternet sitelerinde gerçekten bir “akış” var ki kimsenin aklına gelmezdi...Birinde yayınlanan bir şey bakıyorsunuz bir anda beşinde, onunda yayınlanıyor....

Nihayet anma toplantısı herkese açıktır. Afişleri Paris’te ve yakın banliyölerinde günlerdir birçok mahallede duvarlarda görülebiliyor. Küçük el ilanları binbir yerde dağıtıldı. Birçok internet sitesinde, Fransızca yayın organlarında duyurusu yapıldı, Fransa’da, Türkiye’de birçok insana haber verildi.. Düzenleyenlerden biri Fransız Komünist Partisi olunca onun da dünya kadar yayın organları aracılığıyla duymayan kalmadı. Dahası Fransa’da “public” her toplantıda olduğu gibi burada da polis bulunacak mutlaka, ama elbette sivil olarak. Yani hani ne olur ne olmaz diye. Fransız polisi uyumaz (!) Evet toplantı “public”tir, yani herkese açıktır ve evet herkes gelebilir. Bu vesileyle ben de yakın dost, arkadaş, yoldaş ve kardeşlerimi davet ettim. O zaman elbette en başta da Cengiz Özkan gibi değerli bir Mülkiyeli kardeşimi de. Mülkiye camiasının da Nâzım Hikmet’le özel bir ilişkisinin, yakın bir akrabalığının olduğunu bizzat bildiğim ve yaşadığım için, camiamızın haberi olsun diye davetiyeyi, kısa tanımı yazısını, makalemi, denememi de ilettim. Aramızda bu kadarçık paslaşma da olmalı sanıyorum. Maksat herkesin haberi olsun. Yorumunu iletmek zarifliğini gösteren değerli arkadaşımız da belirtiyor : Nâzım öyle bir kişinin, bin kişinin “malı” değil ki, milyonlarca insana mal olmuş evrensel bir şair. Boşuna Mavi Gözlü Dev denmiyor..
Bitiriyorum : Bu yanıt yarınki toplantı için iyi bir alıştırma/önçalışma oldu. Yarın çünkü “çim sahada oynayacağımı” hiç kimse söyleyemez. Toplantının yapılacağı salonu görmedim ama bundan emin olabilirsiniz. Bilim adamı olan bilir : Her taraftan hücum geliştirilecek. Hiç kuşkum yok. O nedenle kalemi (aslında iyi bir kaleci arıyorum, duyduk duymadık demeyin. Şükrü hariç, şimdi BJK’lıları kızdırmadım umarım) ve savunmamı çok sağlam tutmam lazım. Bu, hiç gol yemeyeceğim anlamına gelmez, ama mağlup olmayacağımdan eminim. Musterih olun değerli Mülkiyeli kardeşlerim. Sevgili öğrencilerim ve meslektaşlarım. Hepinize en içten selamlarımı, sevgilerimi sunuyorum. Sağlıcakla kalın.

M. Şehmus Güzel
17.1.2009
*
Nazım Hikmet'in 107 nci doğum günü etkinlikleri çerçevesinde Paris'in Villejuif şehrinde yapılan etkinliklere katınılmış olup tespitlerimiz aşağıdadır.:
1-Eylem Fansız Kominist partisi Villejuif örgütü ile ASFA(Fransa ve Anadolu Dayanışma Derneği) tarafından parti örgütünde gerçekleştirilmiştir.
2-Toplantıya Şehrin Belediye başkanı da dahil olmak üzere 200 civarında Fransız ve Türk katılmıştır.
3-Toplantı başta Nazım Hikmet olmak üzere ölenlerin anısına 1 dakikalık saygı duruşu ile başlanmıştır.
4- İlk olarak Türk ve Fransız düzenleyiciler bier konuşma yapmışlar ve Nazım'dan bazı şiirler okunmuştur.
5-Nazı Hikmet'le ilgili bir belgesel gösterilmiştir.
6-Nazim Hikmet ile Paul Eluard'ın ortak noktaları anlatılmış ama ağırlık hep Nazım Hikmet üzerinde yoğunlaştırılmıştır.
7- Yeniden Nazım'ın birkaç şiri okunmuştur.
8- Bu arada hastalığı nedeniyle gelemeyen Güzin Dino ile başka ülkede oldukları için katılamayan Mihri ve Sevim Belli'nin mesajları okunmuştur.
9- Arkadaşımız M.Şehmus Güzel kürsüye davet edilmiştir.Adı geçen konuşmasında daha ziyade Nazım'ın Refik Erduran ile Türkiye'den kaçışı, bunun sebebleri ve yurt dışında ki yaşamı ve Fransa ile olan ilişkileri üzerinde durmuş ve bu bilgilerle ilgili kaynaklar göstermiştir.
M.Şehmus Güzel konuşması sonunda soruları cevaplandırmış ve özellikle bana hitap ederek benim herhangi bir sorum olup olmadığını sormuştur.
10- Konuşmaların hiçbir bölümünde halklar,Ermeni veya Kürt meseleleri gündeme gelmemiştir.
11-Toplantı bitiminde hafif bir kokteyl verilmiştir.

Bendeniz bu eylemde herhangi bir rahatsız olma durumuyla karşılaşmamanın verdiği neşe ve huzurla kendime ait olan evime avdet etmişimdir.
Saygıyla arzolunur.

Paris Temsilcisi
Cengiz Özkan
*

Sevgili Cengiz ÖZKAN..
Degerli Paris temsilcimiz..

Pariste yapılan..
Büyük Şairimizin 107 nci yaş..
Kutlamalarına katılman...
Ve bize ayrıntıları ile..
Bu güzel etkinlik hakkında ..ve bilgiler vermen..
Bizi çok memnun etmiştir..
Hepimiz sana çok teşekkür ediyoruz..

Ayrıca..
Mülkiyeden arkadaşımız olan..
Şehmuz GÜZEL'in
Nazım Hikmet ..Sevgisinden..
Ve..
Yurtseverligi konusundaki.. duyarlıgından dolayı..
Kendisini kutluyoruz..ı..
Ve..
Bu yoldaki gayretlerini destekliyoruz..
Başarılarılarının devamını diliyoruz..
Dümende ve başaltlarında insanlar vardı ki..
bunlar..
uzun egri burunlu..
Ve konuşmayı şehvetle seven insanlarda ki..
Sırtı lacivert hamsilerin ve mısır ekmeginin zaferi için..
Hiç kimseden hiçbirşey beklemeksizin..
Bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler..

N.HİKMET... 939 İstanbul Tevkifhanesi..
940 Çankırı Hapishanesi..
941 Bursa Hapishanesi..

Evet.. degerli dostlarımız....
Fransada ve Pariste öyle insanlar vardıki..
bunlar..
İnsan sevgisinin..
yurt sevgisinin
ve Nazım hikmet sevgisinin...
zaferi için..
Hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin..
Bir şiir söyler gibi ölebilirdiler..

Birkaç iyi insanın... gönülden gayreti ile..
yurt sınırları dışına taşınan..
Çok önemli...
Anlamlı ..
Bir şehir olan Pariste..
gerçekleştirilen
Bu Nazım Hikmet etkinligine..
Katkıda bulunanlara..,
Bu toplantıya katılanlara..
Saygılarımızı sunuyoruz..

Mekan DEMİRKAYA..
Sermuharrir..
19.1.2009
*

1971 İçgezi Fotoğrafları


1971 İç Gezi Resimleri1
İçinde kaybettiğimiz arkadaşlarımızında bulunduğu bu fotoğrafların çekildiği 1971 içgezisine katılmamak. Hayatta yapmamaktan üzüntü duyduğum, az sayıdaki işlerden biridir. Rahmetli Ünalın ve Menterin katılmam için birhayli israrları olmuştu. Yıllar sonra anladımki; Onlar haklıymış.
Hasretle baktığım bu fotoğraflarda yeralan herkesde neşe, herkeste gençliğin zindeliği ve hayata umutla bakış var. Geleceğe yayılmış umutlar ve tatlı hayaller. Bilinmeyen hayat kavgalarına daha girilmemiş, ana kucağında baba ekmeği ile besleniliyor. Öğrenci standardında bir yaşam mutluluk diz boyu.
Ne diyelim kısmetten öte birşey olmuyor. O zaman katılmadım ama şimdi, iç çekip hayal kurabiliyorum. Söylecek birkaçta sözüm var.Buda bir kazanç.
Fotoğraflarda yeralan ancak bugün aramızda olmayan üç arkadaşımızı, (Hüsamettin,Ünal ve Menteri) rahmetle anıyorum.
Hepinize selam ve sevgiler. Hoşcakalın..

18 Ocak 2009 Pazar

Atatürk ve Türk Dili,Milliyetçilik ve Falkland Adaları

Sevgili Mekan,
Konu benim için çok yeni ve ilginç.
Benim, geçtiğimiz yıllarca önce bir personelim var idi. Pek konuşkan biri değildi.
Ancak, birgün biri, onun yanında, onun "Gürcü" olduğunu söyledi. O memnuniyetle gülümsedi."Evet biz Gürcüyüz" dedi.(başbakan gibi)
Bu konusma üzerine "Ben de Türküm" dedim. Ne cevap verse beğenirsiniz?
"Ha, öyle de bir ırk olduğu duydum" dedi.
Bu ondan hiç beklemeyeceğim bir cevaptı. O içimizden biri idi. Demek ki onun ortamında Türklerin herhangibir kökeninin olmadığı kapalı kapılar ardında dillendiriliyordu. O cevaptan bu sonucu çıkarmıştım.
Şimdi de Türklerin İsa'nın doğumundan önceki tarihlerde adı sanı olmayan barbarlar olduklarının propogandası yapılmakta. Ne yazık ki bizim, kendi dibine ışık veremiyen, kerametleri kendilerinden menkul, aydın sıfatlı insanlar-ımız, (bizim mi?) hain sıfatının ne olabildiğini öğretmek istercesine tavır içindeler.
Çok üzgünüm ve deli gibi tarih okumaya başladım.
Sevgili Atatürkümün neden tarih çalışmalarına o denli değer ve ağırlık verdiğini yaşım ilerledikçe daha iyi anlıyorum. Bizlerin, Türkler olarak dünya durdukça onurlu, özgür bir ulus olarak kalabilmemiz için geçmişimizi çok iyi öğrenmemiz gerektiğine inanıyorum.
Ayrıca verdiğin ilave bilgiler için teşekkür ederim. Geleceğini umduğum ve beklediğim bilgiler için de şimdiden teşekkür ederim.
Sevgi, saygı ve selamlarımla.Kutlu




Sevgili Kutlu,
ATATÜRK'ün kelime anlamı; herkesin düşündüğünün aksine "türklerin atası" değil, "ATALARI gibi TÜRK" tür. Bilge Kaan'dan sonra hiçbir türk devleti "türk" adını kullanmadı.Hep kurucuların adı veya dominant boy'un adı devletin adı oldu. Örğ; Özbek, selçuk Çagatay,Osmanlı gibi. veya "Altın Horda" -horde- orda- ordu-yöneten ailenin karargah ismi devletin ismi olmuş. Türkler bilge Kaandan sonra kurdukları devletlerin resmi dili olarak( kendileri türkçe konuştugu halde) türkçe'yi hiç düşünmemişler. Türklerin ME-TE ile başlayan ve 1000 sene sonra Kitabelerle noktalanan uluslaşma sürecinin belgesi kitabeleri kimler yıktı biliyormusun?...... , hayır dostum yanlış tahmin!.... Çin'liler yıkmadı. Başka bir türk konfederasyonu olan Uygurlar yıktı. Çünkü Kitabelerde Temel amaç olan "uluslaşma"nın temel ögretisi önce çinlilerin ve sonra çin destekli uyğurların işine gelmiyordu. Tıpkı İngilizlerin Ankara'da bagımsız milli bir devlet istemedikleri gibi, Tıpkı Milliyetçiliği ulus devleti emperyalizme en büyük engel gören ABD gibi, Tıpkı Halife, damat ferit, mütareke basını gibi, Tıpkı sol gösterip sagdan vuran, habire insanımızı milletimizi horlayan, "teknolojik ustünlüğü" insanlık, uygarlıkla aynı sayan, üstünlüğünü acımasızca ulusların ortadan kaldırılmasında kullanan, dün ortaya çıkmış örgütleri hayranlıkla "büyük ulus" olarak gösteren," türk" hatta "türkü" desen sana hemen yine batıdan aldıgı şablon görüşe dayanarak "ırkçılık yapıyorsun çok ayıp çook!.." deyip, ingiliz ve ABD. destekli ermeni, rum , oligarklarının cinayetlerine, bagımsız bir milletin emperyalist türklere karşı verdiği bir bagımsızlık kavgası imiş gibi alkış tutan, ali kemal benzerleri gibi, işine gelmiyordu sanırım...
İşte, Bilge Kaandan sonra ilk defa ATATÜRK " türk" lafını etmiş ve "genç bir ulus" yaratmıştır.İlk k kez Atatürk Cumhuriyeti kuran milletin dili olan "Türkçe'yi resmi dil yapmıştır. Haklısın sevğili kutlu, bütün türk devriminin temelinde "tarih ve yurt bilinci" vardı. Bu bizi ulus bilincine ve ulus devlete götürdü. Fransız ihtilalinin temel ilkelerinden biri "milliyetçiliktir" Ulus devletler avrupada o tarihten beri varlar . Bizim İgiltere'nin 20 bin km.güneyinde fakland diye bir ada var. Ada güneyden kutup ayıları ve penguenlere komşu, doguda ise, arjantin diye sizin türkiye gibi, dandik bir ülke ile adeta yapışık (sanki meis adası ve türkiye karasuları... aynı!..) Adada, bol martı gübresinden başka üçbuçuk asker vede bir ingiliz bayrağı var. Bir gün ricınt sitriten pikadilli sorkıs'a dogru mutad yürüyüşümü yaparken, baktımki, bizim ne kadar saçları mavi ,kırmızıve yeşil boyalı pankçı varsa toplanmış ellerinde bizim ingiliz bayrakları , bağıra cağira tems limanına dogru gidiyorlar .Bu işin aslını sevgili arkadaşım (rahmetli) con'a sordum. Dediki, "tüm ingiliz gençleri gibi bu pankçılarda arjantine karşı savaşmak için, gönüllü gitmek istiyor." deyince, bende ''Niye?'' diye sordum. Hay! sormaz olaydım...çok ters bir tavırla," ada'da dalgalanan Türk (ayy..pardon..) ingiliz bayragı indiririldiği ve 4 inğiliz öldürüldüğü için tabi.." dedi. isterseniz Kadın başbakanımızın arjantin için söylediklerini, bizim BBC!nin bayraklı marşlı yayınlarını ve Hör macıstı küin'nin ettiği lafları burada söylemiyecegim Yoksa siz türkler, Allah muhafaza! bizim kraliçeyi bile ırkçılıkla hatta gayri çagdaşlıkla itham edebilirsiniz.... Mekan

MÜLKİYELİ SANATÇILARA AİT BAZI ŞARKILAR



















BESTESİ VE GÜFTESİ MÜLKİYELİ SANATÇILARA AİT BAZI ŞARKILAR


Hicaz Şarkı
Usülü: Curcuna
Beste: Rahmi Bey
Güfte: Rahmi Bey

Akşam erdi yine sular karardı
Gün aştı göklerin yurduna vardı
Yüceldi bulutlar dağları sardı
Çöktü bir mahzunluk ıssız ovaya

***
Hicaz Şarkı
Usulü:Semai
Beste: Lemi Atlı
Güfte: Rıza Tevfik Bölükbaşı

Hastayım, yalnızım, seni yanımda
Sanıp da bahtiyar ölmek isterim
Mahmûr-ı hülyâyım, câm-ı lebinden
Kanıp da bahtiyar ölmek isterim

Bir olmaz emelin düştüm peşine
Vuruldum hüsnünün şen güneşine
Güzel gözlerinin aşk ateşine
Yanıp da bahtiyar ölmek isterim

Taliin kahrı var her hevesimde
Boğulmuş figanlar titrer sesimde
O güzel ismini son nefesimde
Anıp da bahtiyar ölmek isterim

***
Kürdîli Hicâzkâr Şarkı
Usülü:Ağır Aksak
Beste: Rahmi Bey
Güfte: Rahmi Bey

Söyle ey mutrib-i nazende edâ
Ne imiş aşk-ı muhabbet sevdâ
Bâri şerhet ne olur sen de bana
Ne imiş aşk-ı muhabbet sevdâ

****
Kürdîli Hicazkar Şarkı
Usülü:Yürük Semai
Beste: Rahmi Bey
Güfte: Rahmi Bey

Ey mutrib-i zevk aşina
Bir şarkı yaptım ben sana
Çal söyle eğlen daima

Reftar-ı tarzı nev-eda
Bir şarkı yaptım ben sana
Çal söyle eğlen daima

***
Kürdili Hicazkâr Şarkı
Usülü:Curcuna
Beste: Ahmet Mithat Güpgüpoğlu
Güfte: Ahmet Mithat Güpgüpoğlu

Meftûnun oldum ey vech-i ahsen
Ayrılmam artık bir lâhza senden
Vazgeçmem artık vallahi senden

Yandım tutuştum can-ü gönülden
Ayrılmam artık bir lâhza senden
Vazgeçmem artık vallahi senden

***
Nihavend Şarkı
Usülü:Yörük Semai
Beste: Rahmi Bey
Güfte: Rahmi Bey

Saçlarına bağlanalı ey peri
Oldu dil enva-i cunun meşheri
Hasret-i çeşm-i siyehinle gözüm
Matem içinde görüyor her yeri

***

Nihavend Şarkı
Usulü:Yürük Semai
Beste:Tanburi Cemil Bey
Güfte:Tanburi Cemil Bey

Sevdim seni ey işvebaz
Çektiklerim takatgüdaz
Bunca zaman ettim niyaz
Bilmem neden u ihtiraz

Ey işvebaz ey servinaz
Sen de beni sevsen biraz
Ey ruhnüvaz ey dilnüvaz
Hicrane ol sen çaresaz

***
Şehnaz Şarkı
Usülü:Aksak
Beste: Rahmi Bey
Güfte: Rahmi Bey

Ey dilber-i işvebaz nedir bu sendeki naz
Yeter ettiğin niyaz işte hazır ince saz
Oynayana dilnüvaz gönül eylensin biraz

Gamı baştan atalım zevkimize bakalım
Sohbeti kaynatalım kaymağa bal katalım
Engeli atlatalım güzeli oynatalım

***
Hicazkâr Şarkı
Usülü:Devr-i Hindi
Beste: Ahmet Mithat Güpgüpoğlu
Güfte: Ahmet Mithat Güpgüpoğlu

Lezzet almış geçmiyor sevdayı dildardan gönül
Geçti aylar geçti yıllar geçmedi yardan gönül
Var mıdır bir fâide bu halde ısrarda gönül
Geçti aylar geçti yıllar geçmedi yardan gönül

***
Hüseyni Şarkı
Usülü:Düyek
Beste: Lemi Atlı
Güfte: Faik Ali Ozansoy

Zaman olur ki anın hacle-i visalinde
Bir inziva ve o canan-ı bi-vefa bulurum
Zaman olur ki gözümden kaçan hayalinde
Hayat-ı ruhuma müşfik bir aşina bulurum

***
Uşşak Şarkı
Usülü:Sofyan
Beste: Yılmaz Karakoyunlu
Güfte: Ömer Bedrettin Uşaklı

Yemyeşil bahçemden güneşe doğru
Rüzgar gibi geçti Tanrım O, rüzgar
Ruhum karanlıktan ateşe doğru
Rüzgar gibi geçti Tanrım O, rüzgar

Gönlümün o altın harmanlarından
Derdimin tükenmiş dermanlarından
Bir hazin sevdanın fermanlarından
Rüzgar gibi geçti Tanrım O, rüzgar

Göz bebeklerinde yemyeşil bahar
Ceylanca savruldu o sarı saçlar
Gönlümde rengarenk sevdalı kuşlar
Rüzgar gibi geçti Tanrım O, rüzgar

Gönlümün o altın harmanlarından….

***
Hüzzam Şarkı
Usülü:Nimsofyan
Beste: Yılmaz Karakoyunlu
Güfte: Ömer Bedrettin Uşaklı

O siyah saçından uçan yaşmağı
Kızıl akşamlardan örülmüş gibi
Gözleri süzerken yemyeşil dağı
Görünür hülyada bir ömür gibi

Mor şalı parlıyor ince belinde
Unutmuş gönlünü aşkın selinde
Aklı hep düğünde desti elinde
Sularda gölgesi bir gülüş gibi

İçimden bir gümüş çağlayan geçer
Şafaklar içinde karşımdan geçer
Bağları gül kokan bir cihan geçer
Görünür hülyada bir ömür gibi

***

BESTESİ MÜLKİYELİ SANATÇILARA AİT BAZI ŞARKILAR

Bayati Şarkı
Usulü: Ağır aksak
Beste: Rahmi Bey
Güfte: Recaizade M.Ekrem

Gül hazin sümbül perişan bağ-ı zarın şevki yok
Derdnâk olmuş hezârın nağmekârın şevki yok
Başka bir haletle çağlar cuy'barın şevki yok
Ah eder inler nesim-i bikararın şevki yok
Geldi amma neyleyeyim sensiz baharın şevki yok

***
Şehnaz Şarkı
Usulü: Sengin Semai
Beste: Tanburi Cemil Bey
Güfte: Nigâr Hanım

Feryâd ki feryâdıma imdâd edecek yok
Efsûs ki gamdan beni âzâd edecek yok
Te'sir-i muhabbetle yıkılmış mütellim
Virâne dili bir dahi âbâd edecek yok
Yâ râb ne içün zâr-ı nigârı şu cihanda
Nâşâd edecek çoksa da dil-şâd edecek yok

***
Muhayyer Şarkı
Usülü:Sengin Semai
Beste: Lemi Atlı
Güfte:Semih Mümtaz

Gezdim yürüdüm dün gece hicranımı yendim
Ta fecre kadar balkonun altındaki bendim
Bir gün yaşamam ben seni görmezsem efendim
Ta fecre kadar balkonun altındaki bendim

***
Rast Şarkı
Usülü: Sengin Semai
Beste: Lemi Atlı
Güfte:Tevfik Lâmi Bey

Sazın gibi sinem dahi pür name zenindir
Vur sineme mızrabın ile sine senindir
Feryadımı tasvir edecek gül dehenindir
Vur sineme mızrabın ile sine senindir

***

Rast Şarkı
Usülü: Sengin Semai
Beste: Lemi Atlı
Güfte:-

Bu zevk-u sefa sahn-ı çemenzâre de kalmaz
Güller dökülür bülbül öter hare de kalmaz
Bu naz-ı eda şuh-ı sitemkâre de kalmaz
Güller dökülür bülbül öter hare de kalmaz

***
Hicaz Şarkı
Usülü:Curcuna
Beste: Lemi Atlı
Güfte: Bedri Ziya Aktuna

Severim her güzeli senden eserdir diyerek
Koklarım goncaları sen gibi terdir diyerek
Çekerim sineye her cevri kaderdir diyerek
Yanarım ömrüme vallahi hederdir diyerek

***
Kürdili Hicazkâr Şarkı
Usülü:Sengin Semai
Beste: Lemi ATLI
Güfte: Yaşar Şadi Bey

Bir kendi gibi zalimi sevmiş yanıyormuş
Duydumki beni şimdi vefasız anıyormuş
Kalbim gibi feryad ediyor sızlanıyormuş
Duydumki beni şimdi vefasız anıyormuş

***
Nihavend Şarkı
Usülü:Yörük Semai
Beste: Rahmi Bey
Güfte: Recaizade Mahmut Ekrem

Süzüp süzüp de ey melek o çeşm-i nimhabını
Neden ya rağbet etmemek dağıtmağa sehabını
Gönül beğendi sevdi pek hitabını cevabını
İç imdi iç şarabını ko bir yana hicabını
Aç imdi aç nikabını ayan et afitabını

***
Nişaburek Şarkı
Usülü:Türk aksağı
Beste: Lemi Atlı
Güfte: Vecdi Bingöl

Varsın gönül aşkınla harap olsun efendim
Cananıma nezreylemişim canımı kendim
Derman aradım derdime hicranı beğendim
Yansın gönül aşkınla harap olsun efendim

***
Uşşak Şarkı
Usulü: Aksak
Beste: Lemi Atlı
Güfte: Kul Mehmet

Siyah ebrulerin duruben çatma
Gamzen oklarını aşıka atma
Sana gönül verdim beni bırakma
Benim gözüm nuru gönlüm süruru

Öğüttür verdiğim tut benim sözüm
Severim demeye tutmadı yüzüm
Ah efendim benim a iki gözüm
Benim gözüm nuru gönlüm süruru

Yemeden içmeden külli beriyim
Senden ayrılalı cansız diriyim
Sinem üstünde bir kuru deriyim
Benim gözüm nuru gönlüm süruru

***

Nihavend Şarkı
Usülü:Sofyan
Beste: Yılmaz Karakoyunlu
Güfte: Bülent Ecevit

Boşluğa bulut buluta yağmur
Yağmura toprak ne güzel uymuş

Gündüze güneş güneşe tarla
Tarlaya başak ne güzel uymuş

Başağa buğday buğdaya insan
İnsana emek ne güzel uymuş

Emeğe eylem eyleme yürek
Yüreğe sevgi ne güzel uymuş


GÜFTESİ MÜLKİYELİ SANATÇILARA AİT BAZI ŞARKILAR

Hüseynî Şarkı
Usülü:Aksak
Beste: Şerif İÇLİ
Güfte: M.Akif ERSOY

Ezelden aşinanım ben ezelden hem zebanımsın
Beraber ahde bağlandık ne yapsan yari canımsın
Ne olsam zerrenim kalbimde halâ çarpar esrarın
Gel ey canan gel ey can kalmasın ferdaya didarın

***
Rast Şarkı
Usülü:Semai
Beste: Erol SAYAN
Güfte: Enis Behiç KORYÜREK

Geçsin günler, haftalar, aylar, mevsimler, yıllar
Zaman sanki bir rüzgar ve bir su gibi aksın
Sen gözlerimde bir renk, kulaklarımda bir ses
Ve içimde bir nefes olarak kalacaksın

Ömrüm sensiz geçse de aşkın gönlümde kalsın
Gülen gözlerin binbir teselli ile baksın
Sen gözlerimde bir renk, kulaklarımda bir ses
Ve içimde bir nefes olarak kalacaksın

***
Segah Şarkı
Usülü:Sofyan
Beste: Kaptanzade Ali Rıza Bey
Güfte: Ömer Bedrettin Uşaklı

Gel gitme kalmasın gözüm yollarda
Her taraf bu akşam sel fidan boylum
Çılgınca dağları saran bu karda
Geçilmez o çamlıbel fidan boylum

Bu akşam ben gibi sen de mahmursun
İlişme kolların boynumda dursun
Karanlık geceme yıldız olursun
Gel gitme bu akşam kal fidan boylum

***

Hicaz Şarkı
Usülü:Semâi
Beste: Kaptanzade Ali Rıza Bey
Güfte: Ömer Bedrettin Uşaklı

Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına
Ey ufuklar diyorum, yolculuk var yârına
Ayrılık görünmüşken yâr tutmuyor elimden
Misâfirim bugün ben, gurbet akşamlarına

***
Hicaz Şarkı
Usülü:Semâi
Beste: Kaptanzade Ali Rıza Bey
Güfte: Ömer Bedrettin Uşaklı

Ufuklara yaslanmış yorgun dağlar sırayla
Çadırının üstüne doğmuş akşam yıldızı
Çıplak ayaklarının altında baygın yayla
Ey belalı göklerin mağrur dağların kızı

Ne kadar narinsin güzelsin bilsen
Bak yorgun gözlerim karşında hayran
Belki dirilirim içsem elinden
Serin çam kokulu bir tasçık ayran

***

Hicaz Şarkı
Usülü:Semâi
Beste: Kaptanzade Ali Rıza Bey
Güfte: Ömer Bedrettin Uşaklı

Eğilmez başın gibi gökler bulutlu efem
Dağlar yoldaşın gibi sana ne mutlu efem efem
Oyna yansın cepkenin yansın güneşten tenin
Gün senin şenlik senin bayramın kutlu olsun efem

Çoban yıldızı gibi gönlüme aktın efem
Bir yaz güneşi gibi sen beni yaktın efem efem
Oyna yansın cepkenin yansın güneşten tenin
Gün senin şenlik senin bayramın kutlu olsun efem

***
Hicaz Şarkı
Usülü:Semâi
Beste: Teoman ALPAY
Güfte: Nihat AŞAR

Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım
Bazan gözyaşı oldu, bazan içli bir şarkı
Her anını eksiksiz, dün gibi hatırlarım
Dudaklarımda tuzu, içimde durur aşkı

Hani o saçlarına taç yaptığım çiçekler
Hani o güzel gözlü ceylânların pınarı
Hani kuşlar, ağaçlar, bin bir renkli çiçekler
Nasıl yakalamıştım saçlarından baharı

Ben hâlâ o günleri anarsam yaşıyorum
Sanki mutluluğumuz geri gelecek gibi
Hâlâ güzelliğini kalbimde taşıyorum
Dalından koparılmış beyaz bir çiçek gibi

Hani o saçlarına taç yaptığım çiçekler...

***

İÇİNDEKİLER

BESTESİ VE GÜFTESİ MÜLKİYELİ SANATÇILARA AİT BAZI ŞARKILAR

Akşam erdi yine sular karardı
*
Hastayım, yalnızım, seni yanımda
*
Söyle ey mutrib-i nazende edâ
*
Ey mutrib-i zevk aşina
*
Meftûnun oldum ey vech-i ahsen
*
Saçlarına bağlanalı ey peri
*
Sevdim seni ey işvebaz
*
Ey dilber-i işvebaz nedir bu sendeki naz
*
Lezzet almış geçmiyor sevdayı dildardan gönül
*
Zaman olur ki anın hacle-i visalinde
*
Yemyeşil bahçemden güneşe doğru
*
O siyah saçından uçan yaşmağı
*
BESTESİ MÜLKİYELİ SANATÇILARA AİT BAZI ŞARKILAR

Gül hazin sümbül perişan bağ-ı zarın şevki yok
*
Feryâd ki feryâdıma imdâd edecek yok
*
Gezdim yürüdüm dün gece hicranımı yendim
*
Sazın gibi sinem dahi pür name zenindir
*
Bu zevk-u sefa sahn-ı çemenzâre de kalmaz
*
Severim her güzeli senden eserdir diyerek
*
Bir kendi gibi zalimi sevmiş yanıyormuş
*
Süzüp süzüp de ey melek o çeşm-i nimhabını
*
Varsın gönül aşkınla harap olsun efendim
*
Siyah ebrulerin duruben çatma
*
Boşluğa bulut buluta yağmur
*

GÜFTESİ MÜLKİYELİ SANATÇILARA AİT BAZI ŞARKILAR

Ezelden aşinanım ben ezelden hem zebanımsın
*
Geçsin günler, haftalar, aylar, mevsimler, yıllar
*
Gel gitme kalmasın gözüm yollarda
*
Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına
*
Ufuklara yaslanmış yorgun dağlar sırayla
*
Eğilmez başın gibi gökler bulutlu efem
*
Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım
*

17 Ocak 2009 Cumartesi

Mülkiyelilik

Kaymakam Beyin Rozeti

Yıl, 1978.
O yılki programımda, Doğu ve Güney Doğu bölgesinde olmanın verdiği avantaj ile memleketimin hiç görmediğim yerlerini görmek ve insanlarını tanımak istiyorum.
Yolum, Yüksekova'ya düştü. Teftiş ve birkaç soruşturma dan sonra dönüş için müsaade istemiştim ki, gelen telgraf hayallerimi suya düşürdü. Çünkü, telgraf iki cümleden ibaretti:"Postadan gelen evrakı bekleyiniz."
Mecburen, iki hafta daha bekledim.
Gelen evrakla beraber, yolumuz çevrildi bu defa Esendere' ye.
İran hududunda derin bir vadide yer alan Esendere hudut kapımızda soruşturmayı tamamladıktan sonra, tekrar Yüksekova'ya dönüyorum.
Aşağı yukarı 3 ila 5 km gitmiştim ki, Emniyet Bölgesi içinde olmamız dolayısıyla Jandarma tarafından durduruldum ve ufak çapta bir arama ile bazı suallere tabi tutuldum. Jandarma erinin araması ve sualleri bitince bu defa ben ona sordum.
-Ne arıyorsun evladım ?
-Ben bilirim abi ne aradığımı.
-Mesela?
-Kaçak eşya.
-Nedir kaçak eşya? Bak burada bir fotoğraf makinası, bir radyo var.
Bunlar sence kaçak mı ?
Jandarma eri, baktı ki sorular biraz karışık ve gerisi geleceğe benziyor, işi uzatmadan:
-Abi, hadi sen yoluna devam et. Hem zaten sen de "Kaymakam Beyin Rozeti" nden var!
demesi üzerine, bu yiğit ve dikkatli Anadolu evladını hayırlı tezkereler dileyerek yanaklarından öptüm ve yakamdaki Mekteb-i Mülkiye rozetini şöyle hafifçe okşayarak yoluma devam ettim.

Bahri ÖKTEM (1971)
***

Bir Rozet Hikayesi Daha

Bahri'nin rozet anısını okuyunca benim de aklıma bir tane geldi.
Okulun birinci ya da ikinci sınıfındaydım. Hani otobüste özellikle sol elimizle askılara tutunup gittiğimiz ya da Kızılay'da sol omuzumuz önde yürüdüğümüz, sessiz naralar attığımız zamanlar.
Biz Seha Merayların, Cahit Talasların, Mümtaz Soysal'arın öğrencileriyiz diye.
Konya'dan bir mahalle arkadaşımın -ki onlar Akademiliydi- birbirleriyle nişanlı olan arkadaşlarıyla tanışmıştım; kızın adını hatırlamıyorum, babası Yalçın DOKUZOĞUZ'du. (Bana devrem demişti -o 49 mezunu ben 49 doğumlu.-)
Yalçın amcanın -belki de ağabey demeliyim- nefis bir rozeti vardı. Oltu taşına altın kakma bir rozet. Ama öyle sıradan kuyumcularda satılanlardan değil. Rozetin tüm şekilleri haritası, MM si vb. Oltu taşına oyulmuş, altın bölümler içine yerleştirilmiş bir rozetti. Üstüne elinizi sürdüğünüzde herhangi bir pürüze takılmıyordu. Yüzümü kızartıp bir gün onu bana verip veremeyeceğini sordum bana şu anısını anlattı.
Erzurum'un bir ilçesinde kaymakamken 50li yıllarda; bir ustadan bu rozeti yapmasını istemiş. Aradan çok uzun süre geçmiş nerdeyse ısmarladığını unutacakken, usta çıkagelmiş kaymakamlığa rozetle. Yalçın amca hemen cebine davranmış parasını verecek, usta demiş ki: Kaymakam Bey, bu rozete para vereceksen maaşın yetmez ama sana hediyem olsun.
Bu nedenle rozetini bana vermedi Yalçın amca.
Ama geldik 70lerin sonları ya da 80 lerin başına. Emlak Kredi Teftiş Kurulunda Başkan Yardımcılığına vekalet ediyorum. Bir kardeşimiz de Erzurum' a teftişe gidiyor. Tayfun Bilgili. Adettendir üstad bir istediğin var mı diye sorduğunda hemen böyle bir rozet istedim. Tayfun kendine de yaptırmış. Şimdilerde de –ceket giyersem- o rozeti takıyor ve Yalçın amcayı anıyorum.
Yaşıyorsa daha uzun yaşlar, değilse ruhu şadolsun.
Nevzat Üner

***
MÜLKİYELİ OLMAK (1)

Tam hatırlamııyorum ama 1967 veya 68 yılının şubat ayı idi.Tatil vesilesiyle ailemin yanına Balıkesir'e gitmiştim.Tatilimin 3. veya 4. günü sabahı telefon sesiyle uyandım.O tarihlerde telefon sahibi olmak kolay değildi.Zaten bizde telefon sahibi değildik ve çalan telefon rahmetli babamın emniyet başkomiseri olması dolayısıyla eve bağlanmış polis santrallı telefondu.Başkomiser deyip geçmeyin.O dönemde şimdiki gibi müdür bolluğu yoktu.Koskoca Balıkesir şehrinde bir emniyet müdürü,bir emniyet müdür yardımcısı,bir emniyet amiri üç şubeye (1.şube,2.şube ve 3.şube) bakan üç başkomiser ve 6-7 komiser ile 10-15 civarında komiser muavini vardı.Polis teşkilatına ait sadece üç araba mevcuttu.Ama herşey sakindi.
Neyse..Odamın kapısı açıldı ve rahmetli annem endişeli bir bakışla babamın beni hemen beklediğini söyledi.Arkasından da ilave etti.
"Ne halt ettin yine?"
Acaba ne halt etmiştim.Düşündüm.
Ankara'da heyecanlı günler geçirmiştik.En son olayım Dernek Başkanı Uluç Gürkan'ın önderliğinde bizim fakülteden Kızılay'a kadar olan bölgede üzerinde Atatürk'ün bir resmi olan ve "Mağdur Milletler Zalimleri Er Geç Mahv Ve Perişan Edecektir" "SBF Öğrenci Derneği" yazısı bulunan afişleri yapıştırmaktı.Yapıştırmanın son zamanında Fransız Kültür Merkezi civarında ben ve zannediyorum ya İsmail Hakkı Belgin ya da Turan Kayaoğlu bir sivil polis arabasına nazikçe (!) bindirilmiştik.Allah'tan sevgili Uluç imdadımıza koşmuş ve ne zamandan beri Atatürk'ün resmini ve sözlerini içeren afişlerin yapıştırılmasının yasak olduğunu sivil polislere bağırarak sormaya başlamıştı.Tabii polisler tedirgin olmaya başladılar.Bağırmaları duyan halk toplanmaya başladı.İşlerin karışmasından istifade eden Uluç'da bizi arabadan çıkarttı.O hengameden yararlanarak dolmuş ve taksilere atlayıp okula kaçtık.
Bunu niye anlattım.Çünkü bu afişlerden birini Balıkesir'e gelirken beraberimde getirmiş ve mezunu olduğum Balıkesir Lisesi içinde herkesin kolaylıkla görebileceği bir panoya asmıştım.Panoyu asarken eskiden talebesi olduğum Lise Müdürü geldi ve bana bu afişi asmanın doğru olmadığını nazikçe söyledi.Ben de hemen Uluç'tan aldığım dersi hatırlayarak nazikçe kendisinin Atatürk'e karşı olup olmadığını,ne zamandan beri Atatürk afişi yapıştırmanın suç olduğunu sordum.Adamcağız ne yapacağını bilemedi ve yanımdan ayrıldı.
Acaba yediğim halt bu muydu?
Vilayet binasına gittim.O tarihde Emniyet Müdürlüğü de diğer birçok müdürlük gibi Valilik binasındaydı.Babamın odasına girdim.Bana şöyle bir baktı ve gel benimle diyerek yürümeye başladı.Emniyet Müdürünün odasına geldik,kapıyı çaldı ve içeriye girdik.
Odada masanın arkasında gözlüklü,orta yaşlarda bir adam oturuyordu.Beni oradaki bir koltuğu işaret ederek oturttu.Babam ayakta kaldı.
"Dün akşam nerdeydin?" sorusunun Emniyet Müdürünün ağzından çıkması beni rahatlattı.
"Emek sinemasındaydım" cevabını verdim.Hakikaten de oradaydım.Güzel bir fim vardı.Onu seyretmiştim.
"Seni başka yer de görenler var." diye ilave etti.
Birden bire belki de haklı olmanın verdiği duyguyla babama karşı sert bir şekilde " Sinemadaydım.Oradan da eve geldim.Geliş saatimi biliyorsun"dedim.Hatta film arasında sinemanın sahibi Ahmet Dönderdi ile sohbet ettiğimi de ilave ettim.
Emniyet Müdürü bana dönerek babamla böyle sert konuşmamam gerektiğini,hakkımda ihbar olduğunu ve dün gece 52 evler semtinde yollara "6.ncı Filo Go Home" yazan kişinin ben olup olmadığını bu ihbar yüzünden araştırdıklarını söyledi.
İyice sinirlenmiştim.
Ben Mülkiyeli'yim dedim.Sonra da Ankara'da öğrendiklerimi sıralamaya başladım.
"Ben Ankara'da yollara yazılar,duvarlara afişler yapıştırdım.Bunun cezası belediyeye ödenecek bir temizlik parasıdır.Eğer gerçekten yapsaydım söylerdim.Hele haklı bir konuda yazılmış bir yazıyı yazan ben olduktan sonra katiyetle inkar etmem,bilakis şeref duyar cezamı da öderim" dedim.
Emniyet müdürü babama baktı.Babam titrek bir sesle "benim oğlum yalan söylemez"dedi.
Emniyet müdürü gürledi.
"Rasim bey o senin oğlun olduğu için değil Mülkiyeli olduğu için böyle bir basit konuda yalan söylemez"
Arkasından masanın üzerinde duran bir zarfı aldı,açtı ve içinde ki fotoğrafları benim önüme sürdü.
Cengiz Özkan afiş yapıştırırken,bir mitingde bağırırken,yürürken,Tuslogu taşlarken.....
"Biz senin Ankara'daki yaşamını biliyoruz."
Ankara'da duvarlara afiş yapıştırdığımı söylememin ne kadar önemli olduğunu o anda anladım.
Emniyet Müdürü bana 'ben de Mülkiyeliyim.Mülkiyeli ülkesi için iyi olduğuna inandığı şeyleri yapar ve bundan dolayı da pişman olmaz,yalan söylemez.bravo sana' dedi.Sonra babamın beni yalnız bırakmasını istedi.Bize çay söyledi.Gördüğüm gibi hakkımda dosyalar olduğunu,takip edildiğimi dolayısıyla dikkatli olmam gerektiği hususunda bana tavsiyelerde bulundu.Başım sıkışırsa Ankara'da temas kurabileceğim yine Mülkiyeli bazı polis şeflerinin ad ve adreslerini vedi ve beni uğurladı.
Bayağı duygulanmıştım.Bizim Ankara'da tanıdığımızı zannetiğimiz polislere hiç benzemiyordu.Babama ismini sordum ve adını Hüseyin Talu olduğunu öğrendim.
Daha sonra Ankara'da ya valilik ya da Emniyet Müdürlüğü yaptığını hatırlıyorum.
Daha sonraları beni ihbar edenin bizim eve girip çıkan ve babamın yanında çalışan bir sivil polis olduğunu babamdan yıllar sonra öğrendim.Niye beni ihbar ettiğine gelince gerçekten yazıları yazanlar hakkında bir fikir sahibi olmayan bu şahıs benim Mülkiyeli ve her Mülkiyelinin de potasiyel bir komünist olduğundan hareket etmiş.Her halde babama karşı da bir problemi vardı ki buna cesaret etmiş.Neyse benim olaydan sonra uzak bir yere tayin etmişler.
Yine babamın ifadesiyle emniyet Müdürü çok erkek adammış.İsteseymiş bu araştırmalara girmez ve bana çok çektirir ve istikbalimle oynayabilirmiş.Doğrudur seneler boyunca neler gördük.
İşte sevgili arkadaşlar.Bu da Mülkiyeli bir emniyet Müdürü.....
Sevgilerimle.
Cengiz Özkan
***
MÜLKİYELİ OLMAK (2)

1971 yılının kabuslu günleri devam ediyordu.Yurt kapatılmış,bizlerde bekar evlerinde sığınabildiğimiz yerlerde yaşama savaşı veriyorduk.Protesto amacıyla alınan karar gereğince yıl sonunda birçok arkadaşım gibi bende sınavlara girmedim ve tabi olarak bütün derslerden güz dönemine kaldım. Her neyse güz dönemi geldi,sınavlara girdik ve bende mezun olmuş oldum.

Okulu bizden önce bitirmiş arkadaşlar bize hemen müfettişlik sınavlarına (Hesap uzmanlığı,kontrolörlükler dahil) girmemizi ve en iyi oralarda para kazanıldığı tavsiyelerinde bulundukları için gözü kapalı olarak o arada hemen hemen birkaç gün arayla açılan Maliye ve Çalışma Bakanlığı müfettişliği sınavlarına girdim ve derhal aklımda olan bilgilerle bu tür sınavların kazanamayacağımı da anladım.

Ders çalışmak bahanesiyle hazır oluncaya kadar bu tür sınavlara girmemeye karar verdim.Uzun sözün kısası zamanımın büyük bir kısmını Mülkiyeliler Birliğinde geçirmeye başladım.Memur olan babam normal geçim standartının altında bir para havale edebiliyordu ve ben de onunla yaşamaya çalışıyordum.

Hangi nedenle bilmiyorum ama kız arkadaşlarımdan Ayşegül Özbay' la da işsiz olduğumu konuşmuş olmalıyım ki birgün bana babasından randevu aldığını ve ertesi gün Maliye Bakanlığında olmam gerektiğini söyledi.Babası Muhsin Özbay Bakanlık müşaviriymiş.Sonradan öğrendim o devirde Bakanlık Müşavirliği neredeyse Müsteşar düzeyinde ve sadece iki kişi bakanlık müşaviri.Bakanlıkta bir müsteşar, bir Hazine genel sekreteri ile üç tane de müsteşar yardımcısı var. Yani Müşavirlik makamı sonradan gördüğümüz kızak makamı değil.Buradan hareketle de Kurullarda niye Müsavir Müfettiş,Müşavir Hesap uzmanı,Müşavir Murakıp olduğu anlaşılıyor.Sonradan müşavirlik teriminin ayak altına düşmesi nedeniyle Kurullarda da bu ünvan kaldırıldı. Neyse biz hikayemize dönelim.

Denilen saatte Bakanlığa gittim ve hepimizin tanıdığı o eski Maliye Bakanlığı binasının haşmeti karşısında ilk defa görenlerde olduğu gibi ben de çok etkilendim. Neyse beni Muhsin Bey'in odasına soktular.Yaşlı ve haşmetli bir adam büyük ve işlemeli,cilalı tahtadan yapılmış bir masada oturuyor ve bazı kağıtları imzalıyordu.Odada eski tarzda deri koltuklar,büyük bir toplantı masası, Atatürk resmiyle birlikte duvarlara asılmış birkaç tablo ve bir de kütüphane vardı.

Musin Bey bana oturmamı işaret etti ve imzaladığı kağıtları bana göstererek ne olduğunu hakkında bir bilgim olup olmadığını sordu.

Kağıtların üzerinde resime benzeyen bazı şeyler vardı ve Fransızcaydı.Tabi ki ben hiçbirşey anlamadığımı dürüstlükle ifade ettim.O da bunların Fransızlardan alınan bir borç için hazırlanan senetler olduğunu izah etti.Sonra odacı için bir zile bastı ve gelen odacıya bize çay getirmesini söyledi.Çaylar hemen geldi,bu arada o da imza işlemlerini bitirip kağıtları odacıya verdi.Bu zamana kadar benim orada bulunma sebebim ile ilgili hiçbirşey konuşmamıştık.Bana şöyle derinden süzücü bir bakışla baktı ve "demek işsizsin" dedi.Daha ben ağzımı aşıp tek kelime söyleyinceye kadar masanın yan tarafında bulunan birkaç telefondan birini aldı ve bir düğmeye bastı ve hemen konuşmaya başladı.

"Nasılsın Feyyaz'cığım."
Herhalde karşıda ki şahıs bir cevap verdi.Muhsin Bey devam etti.

"Azizim bu ülke batıyor.Yanımda bir Mülkiye mezunu var.İşsiz.Düşünebiliyor musun nereye gidiyoruz."

Ben hiçbirşey söyleyemeden dediklerini dinliyor ve ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.Ne de olsa körü körüne girdiğim müfettişlik sınavları haricınde iş arama ile ilgili hiçbir çaba göstermemiştim ve bu konuşma beni bu bakımdan biraz sıkıntıya sokmuştu.

Muhsin Bey konuşmasını bitirdi ve bana konuştuğu kimsenin Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürü Feyyaz Sancar olduğunu ve hemen beni beklediğini söyledi.(Genel Müdür Başyardımcısı da olabilir.Tam hatırlıyamıyorum)

Odacısını çağırdı ve odacı beni Feyyaz Bey'in odasının önünde Feyyaz Bey'in odacısına teslim etti.Kapıyı çaldık.Orta boylu gözlüklü bir beyefendi beni ayakta karşıladı ve oturacağım bir koltuk gösterdi.Oda Muhsin Bey'in odasına benziyordu.Burada da çay söylendi ve ben yine hiçbirşey söyleyemeden Feyyaz Bey aynı Muhsin Bey gibi yandaki telefonlardan birisini alarak karşısında ki kişiye aynen<_script /><_script />

"İnanmayacaksın Behiç Bey ama yanımda Mülkiye mezunu bir genç var iş bulamamış.Nereye gidiyoruz.Kasıtlı olarak bizim gençlere iş vermiyorlar.Mülkiyeyi yok etme çalışmaları bayağı hızlanmış."

Telefonu kapattıktan sonra bana döndü ve Behiç Bey'in Genel Müdür Yardımcısı olduğunu şimdi beni onun yanına göndereceğini söyledi.Bu arada kapıdan biri girdi.Ona da Mülkiyeyi bitirenlerin artık iş aramak zorunda kaldıklarını ve durumun kötüye gittiğini söyledi.Sonradan bu kişinin de o tarihlerde Bütçe Genel Müdür Yardımcısı olan Ertuğrul Kumcuoğlu olduğunu öğrendim.

Feyyaz Bey'in odacısı beni birkaç koridordan geçirdikten sonra üst katlarda bir odaya götürdü.Herhalde ortada diğer odacıyı göremediğinden olacak kapıyı çaldı ve Feyyaz Beyin misafirini getırdiğini söyledi.

Uzunca boylu,ince,gözlüklü bir kişi benim elimi sıktı.Kendini takdim etti.Adının Behiç Erdem(soyadın da yanılmadığımı tahmin ediyorum.Sonradan Sayıştay Üyeliğine seçilmişti.)olduğunu ve benim ona bağlı Emeklilik Şubesinde çalışacağımı söyledi.Ben şaşkın bir şekilde ne zaman çalışmaya başlayacağımı sordum.Birisini çağırdı.Benden birkaç evrak istediler ama önemli olan iki tanesini(zannediyorum birisi nüfus örneği öbürü de mezuniyet belgesi idi) hemen getirmemi böylece ertesi gün işe başlayacağımı söylediler.Aylardan Şubattı ve 29 çekiyordu.Ayın 27 sindeydik.29 unda işe başladığım takdirde Mart ayının maaşını hemen alabilecektim.Aksi halde yeni mali yıl 1 martta başladığından maaşımı ancak Nisan başın da alabilecektim.

Belgeleri getirip teslim ettim.Behiç Bey beni odasına çok yakın bir odaya götürdü kapıyı açtı.Oda da 5 kişi vardı.(bunlardan birisi Bizim Ertuğrul Tiftikçioğlu idi).Onlara beni takdim etti ve beraber çalışacağımızı söyledi.Odadakilerle tanıştıktan sonra çıktık.Ben odada bana masa olmadığını söyledim.Cevabı aynen şu oldu." Bir Mülkiyeli burada da memur olarak çalışmaz.Yarın seninle devre arkadaşı olanlar Maliye müffettişliğinden,hesap uzmanlığından buraya genel müdür yardımcısı olarak gelirler.Onların altında ilerleme imkanı olmadan burada kalman seni ezer.Onun için masaya filan gerek yok.Arada bir görün.Diğer zamanlarında evinde ders çalış ve müfettişlik sınavlarına hazırlan."

Böylece Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü Emeklilik Şubesi 1 inci mümeyyizi olarak çalışma hayatına başlamış oldum.Ünvanın haşmeti çok hosuma gitmişti.Gerçi netice olarak memurluktu ama ünvan çok güzeldi.

Gel zaman git zaman çok kısır bir döneme girmiştik ve doğru dürüst bir sınav açılmıyordu.Açıkçası evde de canım sıkılmaya başlamıştı.Behiç Bey'e çok ısrar ettim.Netice de odaya bir masa daha ilave edildi ve bende emeklilik şubesinde bizzat çalışmaya başladım.Çalışma dediysek haftada bir on-obeş dosyaya bakıyordum.Emeklilik şubesi Emekli sandığı ile birlikte çalışıyordu.Benim yaptığım iş 25 yıllık emeklilik süresini doldurmadan vefat edenlerin eş ve yetimlerinden gelen dilekçelerini bir dosya açarak üstüne hak sahibinin ismini yazmaktan ileri gitmiyordu.Bu dosya daha sonra TBMM ye gidiyor ve Dilekçe komisyonunda çalışma süresinin emeklilik tarihine yakınlık dercesine göre hak sahibine emekli,dul ve yetim maaşı bağlanmasını sağlıyordu.

Bir gün Kaya Bey (Mülkiyeli olmayan bir diğer Genel Müdür Yardımcısı) beni çağırdı ve telaşlı şekilde Müsteşar yardımcısı(Maalesef şu anda ismi aklıma gelmiyor.Maliye Müfettişi kökenli ve Sıvaslı bir Mülkiyeliydi.Kızı da bizim zamanlarımızda bizim okuldaydı.İsmide galiba Şule idi.) nın beni çağırdığını söyledi.Hemen gittim.Kapıdan girer girmez kükredi."İki tane dosyayı düzenlemekten acizsiniz.Hazırladığınız dosya ile hak sahiplerinin dilekçeleri birbirini tutmuyor.Bu ne biçim iş yapmak..."

Ben birşey söyleyemedim.O yine bağırarak bu dosyaları alıp gözden geçirip düzelterek akşama kadar geri getirmemi,hata olursa ne yapacağını bildiğini söyledi.

Ben dosyaları alıp dışarı fırladım ve doğru eve gittim.Mülkiye rozetimi takıp dosyaları da düzenledikten sonra akşam 5 civarında odasına gittim.Odacısı biraz sonra geleceğini ve beklemem gerektiğini söyledi.Zannediyorum saat 7 ye doğru geldi.Paltosunu çıkartırken beni gördü ve aynı anda gözünün rozetime takıldığını farkettim.Odacısına bize çay getirmesini söyleyerek beni kolumdan tutarak odasına soktu ve bir koltuğa oturttu.

İlk sözü "demek Mülkiyelisın. Ne işin var emeklilik şubesinde " oldu.Arkasından aynı Behiç Bey'in bana sözlerini tekrarladı ve eğer üç ay içerisinde beni yine memur olarak görürse her bakımdan beni hiç affetmeyeceğini ve de benden utanç duyacağını söyledi.Ben cesaret bularak sınavlara hazırlandığımı ifade edince telefon açıp birisiyle konuştu ve Bakanlıkta iki ay sonra Bankalar Yeminli Murakıplığı,daha sonra da Hesap Uzmanlığı ve Maliye Müfettişliği sınavlarının açılacağını,kendisinin Maliye Müfettişliğinden geldiğini benimde Müfettiş olmamdan memnun olacağını ama Hesap Uzmanlığı ve Yeminli Murakıplığın da fena olmadığını izah etti.

Ben cevap olarak muhakkak bunlardan birisini başaracağıma dair söz verdim.O zaman getirdiğim dosyalara bakmadan hepsini bana geri verdi ve iyi şanslar dileyerk bana güvendiğini belirtti.

Artık yapacak birşey kalmamıştı.Eve kapanıp çalışmaya başladım ve ilk açılan Bankalar Yeminli Murakıp Muavinliği sınavına girdim ve kazandım.

Bugün bilmiyorum.Eğer yukarıda bahsettiğim kişiler bana Mülkiyeli olduğum için bu destekleri vermeselerdi acaba şimdi olduğum yerelere gelebilirmiydim? Herhalde hayır.Belki başka bir yöne giderdim ve başka bir hayatım olurdu.

Evet Mülkiyeli olmak çok güzel.Size kapılar açıyor ama sorumluluklar da yüklüyor.En azından size kapıları açan,yol gösteren abilerinize mahçup olmamak gibi.
C engiz Özkan, 13.2.2008

***
Mülkiyeli olmak kuşaktan kuşağa hiç değişmedi.

Yıl 1995 Muhsin Özbay ın kızı sizin dönemin Ayşegülü genel müdürlüğümüze uzman olarak geldi.Kendisini tanımıyordum sadece Osman Birsenin danışmanıyken bir kaç kez karşılaşmış hazine bürokrasisine hiç uymayan tipi ve tarzıyla dikkatimi çekmiş ve onun o binada bulunması hoşuma gitmişti.Odasına hoşgeldine gittiğimde ayağı kırık bir koltukta oturuyordu.Çok utandım koşarak odama gidip bir koltuğu iterek ona getirdim çok şaşırdı kimseyi tanımadığı bir yerde mülkiyeli bir kardeşinin olduğunu hatırlatmıştım .Ayşegül bunu hiç unutmadı hep anlatırdı.Sonra onunla dost oldum iş arkadaşı oldum ve 2003 yılında kaybedene kadar hep birlikteydik. Birkere çok güzeldi sadece fiziği değil ruhuda güzel ve doğaldı çok zekiydi aynı anda ingilizce fransızca müzakere yapabilirdi ,hırsı da hiç yoktu.Sonra o daire başkanı ben gen müdür yardımcısı olarak 1998 e kadar keyifle çalıştık.Çok kültürlüydü bana çok şey oğretti bardak deseniz size yarım saat bardağın tarihini anlatabilirdi .
Dönem arkadaşınız şimdi Muhsin beyle birlikte cebecide yatıyor ,hala cebeciye gidince onu ziyaret etmeden ayrılamam .Sevgili Ayşegülü sevgi ve saygıyla anıyorum.
Aynur Ataklı, 15.2.2008

***
1971-1979 ARASI FAZIL KAFADAR BASKANLIGINDAKI MULKIYESPOR YONETIM KURULUNDA GOREV ALMISTIK. BASKET VE VOLEYBOL MACLARINA YONETICI OLARAK FAZIL ABIYLE BIRLIKTE, BAZEN DE YALNIZ GIDERDIK.MAC SIRASINDA PEK DE KIMSENIN OLMADIGI SELIM SIRRI TARCAN SPOR SALONUNUN KARSI TRIBUNLERINDE CILIZ BIR SEY DUYARDIK
- MULKIYE-MULKIYE
DIYE
DORT BES SEVIMLI UFAKLIK (7-8 YASLARINDA )BIZE CILGINCA TEZAHURAT YAPARDI...
BU SEVIMLI UFAKLIKARI FAZIL ABI COK IYI BILIRDI....
KULUBUMUZUN KAYAK SUBESININ KARTALKAYADAKI ETKINIGINE ILK DEFA KATILAN BIR BEY OTELDE AKSAM YEMEGI SIRASINDA BIZIM MASADA OTURDU. VE MASANIN UCUNDAN COK HAFIF BIR SESLE TEZAHURAT YAPTI
-MULKIYE - MULKIYE
-BEN COCUKKEN BIZIM EV SELIM SIRRI TARCANNIN YANINDAYDI. HEP SIZIN MACLARA GELIR MULKIYE MULKIYE DIYE TEZAHURAT YAPARDIK.MULKIYENIN NE OLDUGUNU DA BILMEZDIK .KADERE BAK 28 YIL SONRA MULKIYELI OLMAK VARMIS..
DEDI
MURAT ARKADASIMIZ KULUBUMUZUN YENI KAYAKCILARINDANDIR..YESILYURT DEVLET HASTANESINDE DOKTORDUR.
Akın özçekirge 18.2.2008
**

İlk Mektup-Mülkiyelilik
Mektubuma başlamadan önce büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden öperim.
Bana da sabah sabah yukarıdan bir meyil geldi. bu mil zaten bana sık sık gelir. çok eminim size de geliyordur. ama ben yine de yazıya döküp, sizlerle paylaşıyım dedim. meyil şöyle;
MÜLKİYE sadece bir sevda,bir mektep adı degil, bir yaşam biçimidir.
MÜLKİYELİ'lik sadece bir mektep arkadaşlığı yahut sadece tanışık insanların aradabir sosyal tatminine yönelik çay ve sempati (muhabbet)zemini değil,
MÜLKİYELİ'lik asırlık köklü bir çınar'ın bir minik parçası olan minik bir yaprak misali, kökü çok derinlerde bir aidiyet,bir gurur,bir dünya görüşüdür.
Son zamanlarda,bana göre verdiği (veya vermediği) görüntü ile mülkiye'yı giderek köklerinden ve felsefesinden uzaklaştıran bir davranış sergileyen bazı mülkiyeli yöneticiler bizleri şaşkınlığa ve karamsarlıga iterken, MİLLİYET gazetesinde cıkardıgı yazı ile mülkiyenin yurdum insanına hatırlatılmasını, mülkiyenin aynı zamanda bir avuç insanın degil tüm türk insanınında tarihi,geçmişi oldugunu bildiren , dolayısıyla bize de ait olduğumuz kaynagı bir kez daha anımsatan Degerli hocam, Sn başkanımız İ.FEVZİBEYOĞLU'na (soyisme bakarmısınız?harflerini tuğla yapsan bir gökdelen çıkar) VEEE... bu konuda yıllardır bıkmadan, usanmadan, aglaşmadan maddi ve manevi zorluklara rağmen ugraş veren KEL MUZO'muza yürekten selamlar....(bana bak muzo! senin şimdi bana " selam verecegine para ver... gel yardım et oğlum " dedigini biliyorum.oglum benim selamım yürekten, benim yüregim de çooook büyük bunu ben söylemiyorum.- Nur içinde yatsın- annem meryem hanım söylerdi. "10 yavrumun en gözeli koca yürekli yamuk mekan'ım" diye beni severdi. yaaaaa...

Mekan

***

Trenci Müfettiş

1986 yılı yaz teftiş programı ne zaman belli olacak diye heyecan içinde bekliyorduk.

Müfettişliğin en zevkli taraflarından biridir, memleketin değişik yerlerini görmek heyecanı.
Her yıl başka bir memleket köşesini görmek, ayrı bir zevk verir insana. Müfettişler dört gözle beklerler teftiş programını.
O yıl yaz teftiş programımda bana, Kars ve Akyaka Gümrük İdarelerinin teftişi verilmişti. Genelde böyle uzak yerlere giden müfettişlerin yanına bir de Muavin verirlerdi. Ancak daha henüz bir görevlendirme olmamıştı. Programımdan ve halimden çok hoşnuttum doğrusu. Fakülte yıllarında Kars folklor ekibinde oynamıştım ama oyununu oynadığım yöreyi bilmiyordum. İşte şimdi bu imkanı yakalamıştım. Kars'a gidişi uçakla yaptığım için fazla bir yer görememiştim.
Kars Tayyare Meydanına indiğimde oldukça heyecanlıydım.
İşte Kars'taydım. .
Gümrük Müdürlüğü binası istasyonda idi. Ve belli ki Ruslardan kalma, mükemmel taş bir binaydı. Müdür odasındaki seramik sobayı hala unutamam. Teftişi aşağı yukarı 15 gün içinde bitirdim. Hem de Kars'ı doya doya tadarak. Her taraflarını gezerek, insanlarıyla sohbet ederek.
Programın ikinci ayağında Akyaka Gümrük Başmemurluğu vardı.
Akyaka, eski adı Kızılçakçak olan bu kasabamız, Rus hududunda idi. Ve trenle gitmek gerekiyordu.
Her gün muayyen bir saatte kalkan tren bir saat içinde Akyaka'ya varıyordu. İşin ilginci, Akyaka - Kars arasında çalışan tren, buharlı lokomotifli oldukça eski bir trendi.

Hazırlıklarımızı bitirip, trenin kalkış saatine doğru, zaten gümrüğün çok yakınında olan istasyona vardık ve o güzelim kompartımanımıza geçtik. Kompartımanda 3, 4 kişi idik. Unutmadıysam içlerinden biri de, Akyaka Nahiye Müdürü idi. Üç beş sohbet ediyor, hemen ayağa kalkıp dışarıları seyrediyordum. Ara sıra gözüme kaçan kömür parçaları ve suratıma gelen kor parçaları beni çok rahatsız ediyordu ama keyfime diyecek yoktu. İşte böyle kırk yılda bir gelip trene binersen keyif alırsın, ama sen bu keyfi bir de her gün bu trenle seyahat edenlere sor; Onlar anlatsınlar sana keyif mi eziyet mi?. Onlar için eziyet olduğunu sohbetler sırasında anladım. Meğer sıkıntıları çok büyükmüş trenden yana. Yazın ekinler yanarmış bu trenin attığı çıngılardan, kışın da soğuktan donarlarmış. Öyle işte, acıyı çeken bilir. Hamam da kimse anlamaz dışarının ne denli soğuk olduğunu, bizim ki de o hesap.
O yıl Ulaştırma Bakanımız, sınıf arkadaşlarımızdan Veysel ATASOY idi.
E, artık, sınıf arkadaşın bakan olur da insan hava atmaz mı? Kompartıman arkadaşlarıma, siz merak etmeyin. Ben bu durumu Veysel'e yazarım. Buraya bir dizel lokomotif ve pulman koltuklu vagonlar getirtirim dedim. Onlarda hadi bakalım müfettiş bey görelim seni dediler. Akyaka'ya bu şekilde vardık. Dediğim gibi gümrük hudutta olduğu için karşı tarafı da görmek, hatta yolcuların ve yolun pozisyonuna bağlı olarak, trenle bir miktar Rus topraklarına girmek te mümkün idi. Bu işi Rus trenlerine binerek yapıyordunuz. Bu iki ülke arasında, rayların farklı boyutlarda olmasından kaynaklanıyordu herhalde. Rus trenine binince, Veysel'e mektup yazma isteğim bir kat daha arttı.
Neden, çünkü adamların trenleri hem dizeldi, hem pulman koltuklu idi ve oldukça görkemli idi. Bizimkisi ise, aksıra tıksıra zor giden, hem de yolcusuna eziyet veren bildiğiniz "kara tren"idi. Neden bizde daha iyisi olmasın dı?
Biz Ruslardan neden geri olalım, diye düşüne düşüne teftişi tamamlayıp, İstanbul'a döndüğümün ertesi günü, oturdum, yıllardır kendisini görmediğim, arkadaşım Veysel ATASOY'a bir mektup yazdım. Üstümdeki emaneti yerine ulaştırdım. Gerisi ona kalmıştı artık. O mektubuma bir cevap gelmedi, gelmesine amma...
Aradan birkaç yıl geçdikten sonra; Kars'a tayin olan bir gümrük müdürü arkadaşımla İstanbul'da yaptığımız görüşmede, adımın "Akyaka'da trenci müfettiş" olarak anıldığını, herkesin bana dua ettiğini, sayemde dizel trene kavuştuklarının söylendiğini öğrendim.
Bunda sınıf arkadaşımın büyük rolü olmuştu muhakkak.
Çok duygulanmıştım.
Bu duygulanma da, Mülkiye kardeşliğinin o hiç bitmeyesi "Mülkiyelilik Ruhu"nu, ta içimde hissetmiştim.
Yaşasın "Mülkiyelilik Ruhu"
Bahri Öktem

Konferans Notları:Doğan Avcıoğlu-Kırkıncı Yılında Türkiye'nin Düzeni

21/12/2008

Doğan Avcıoğlu: Kırkıncı Yılında Türkiye'nin Düzeni'

Sevgili BİLAYCILAR
 
Permbe günü.. Mülkiyeliler Birliginin en üst katındaki Ayhan Açıkalın Toplantı Salonunda..
Gerçekten olagünüstü bir gece yaşandı ..
3 saatlıgine 40 yıl hatta elli yıl öncesine ışınlandık adeta..Dostlar inanın..
Sanki 1960-1970 lerin  Türkiyesindeki siyasi toplumsal ve ekonomik tartışmaların getirdigi.  gök gürültülü şimşekli heyecan verici fırtınası..
Aynen bu toplantı salonunda yeniden oluşmuş..
bu  beyin fırtınasının..
siklon merkezi Siyasal Bilgiler Fakültesinin tüm ruhu...
o gece bu salona bir tatlı sis gibi sızıp salonu doldurmuş..
Efsane geri dönmüş..
Devrim heyecanı  yeniden dogmuştu..
 
Salon hınca hınç dolmuş..gelen konukların bir kısmı ..konuşmaları ayakta izlemek zorunda kalmışlardır..  
 
Oktay arkadaşımızın usta kamerası.. 
ve 3 fotografçının deklanşörleri harıl harıl çalışmaya başlamıştı..
 
Konferans..
 
Mümtaz Soysal Hocamızın..
 
Ögrencilerinin  kolları arasında salona alınıp.. büyük bir saygıyla..
Gülümseyen alkışlar içinde..  
Bir çabuklukla koltuguna oturtulması..
ve hemen akabinde..
 
Başkanımız..
Sn. İhsan Feyzibeyoglunun..
sakin.. tane tane konuşmaya başlamasıyla açıldı..
 
Sn. Feyzibeyoglu.. 
 
Dogan Avcıoglunun..
Türk düşünce dünyasındaki yerine.. 
Kısa ömrünün başarı dolu kronolojisine..
Muhteşem kitabı "Türkiyenin Düzeni" nin türk siyasetinde tartışma odagı haline gelmesine..
ve Aynı yıl yayınlanan Mümtaz Soysal Hocamızın "Anayasaya Giriş" kitabının ..
O dönemde.. türk anayasal düzeninde ve Üniversite gençligi   üzerinde yarattıgı muhteşem etkisine..
Hakim ideolojinin bu ışıktan rahatsız olmasına..
Dolayısıyla Mümtaz Hocamızın..
12 Martta Fakültede..ders veriken bir alkış koridoru içinden bizden koparılıp götürüldügü tarihten...
Bu güne kadar...
Verdigi hukuk ve fikir mücadelesinin ibret verici safahatına..
Bu iki kitabın ve kitapların yazarlarının Türkiyeyi  ..
Türk   siyasasını.. zincirleme reaksiyonla nasıl olumlu etkilediklerine...
Kısaca işaret edip.. ..
 
"Buyrun Hocam Ögrencileriniz..  sizi dinliyor.."
diyerek..
 
Mikrofonu Mümtaz Hocamıza bıraktı..
Altın beyin olarak nam salmış...
hepimizin idolü..  
Mümtaz Hocamızı burada anlatmaya kelimelerin kifayet etmeyecegini hepimiz biliyoruz.. 
 
Mümtaz Soysal
 
Hocam herzamanki gibi...
Ayaga kalkarak..
Koltugun kenarına dayanarak ders verdigini hatırlayıp hatırlamadıgımızı sordu..
ve böyle tatlı bir şekilde bizi 70lerin Mülkiye anfisine götürüp..
Ders atmosferinde  ayakta konuşmasına başladı.. 
(düşünemedik.. tek eksigimiz.. 
Hocaya verdigimiz koltugun kenarsız olması idi..
Bu yüzden .. Mülkiyedeki anfilerde yaptıgı gibi ..
sandalyesinin  kenarına dayanarak ders veremedi.. )
 
Ve arkadaşlar inanamıyacaksınız..
Mümtaz Hocamız..
Dogan Avcıoglu ile birlikte 1961 lerden sonra  ürettikleri..
Türkiyede ilk ciddi sol fikir  ve siyasi haber dergisi olan  
"YÖN" dergisinin ilk sayılarını bulmuş ve bunları ciltleterek.
Koca bir albüm yapmış..
Bu  siyah cilt kapaklı 3-4 kilo agırlıgındaki  o koca  albümüde  beraberinde (bizim için) toplantıya getirmişti..
 Mümtaz Hoca..sözlerine.
 
Dogan Avcıoglunun ..
"Yayın yoluyla politika yapmak .."
düşüncesinden hareketle..
Mücadeleleye.
"Yön" dergisiyle başladıklarını,
 
Bu derginin ilk sayısında Dogan Bey'le birlikte kaleme aldıkları..
"Yeni Devletçilik" yazısının.. aslında bir "manifesto" niteliginde oldugunu..
Türkiyede..
61 Anayasasının inşasında tartışmalara neden olacak ..
İlk "Sosyalizm ve Sosyal Devlet" kavramlarının..
"Yön" hareketiyle ortaya çıktıgını,
 
Dogan Avcıoglu..Paristen Döndükten sonrada..
Anayasa Komisyonunda birlikte çalışmaya devam ettiklerini,
 
Dogan Avcıoglunun..
Fransız Yazar  Rableyin roman kahramanı korkunç iştahlı...
Sevimli dev olan gargavtüreye benzedigini..
Tıpkı O dev gibi doymak bilmeyen bir çalışma iştahına sahip oldugunu..
 
Fransada köylerde duvarları süsleyen..
Napolyon dönemin yanyana gösterilen boyalı   sıradan köy resimlerindeki..
Fransız mareşallarına benzeterek Birbirlerine...
"Mareşal" diye takıldıklarını.. 
(Mümtaz Hocam çok formda idi.. aynen 70lerde  oldugu gibi..  dinamizmini ögrencilere saçmaya devam ediyordu..A.N.) 
Avcıoglu ve Türkiyenin düzenin temelinde Yön degisinin belirleyici oldugunu..
anlattıktan sonra..
 
Avcıoglunun.. Cumhuriyetin tam hedefine ulaşması için...
gerçekleştirilmesi gereken devrimdeki orduya verdigi önemi destekler mahiyette.. 
 
 "Asker Cumhuriyete karşı olmadıgı için Cumhuriyet hala ayaktadır.."
 deyip...
büyük sevgi tezahüratı ve ayakta alkışlarla..
sözlerini bitirdi..
 
İkinci konuşmacı... 
Ülkemizin en büyük aydınlarından..
Devrimci özünü ve heyacanın hiç yitirmeyen degerli yazarımız.. 
 
Erol TOY.. 
 
61 Anayasasının Türkiyeye ilk kez  Sınıf hareketinin.. düşünce ve eylem bütünlügünü getirildigini,
Fikri mimarlarının (Altın beyinler dedigi .).Mümtaz Soysal ve Dogan Avcıoglu.. oldugunu,
10 yıl yürürlükte kalan bu Anayasanın Türliyenin tüm siyasal yapısını etkiledigini..
12 Eylülde ortadan kaldırılan bu Anayasanın..
Hala Türk siyası hayatında halen sürmekte olan  derin  etkilerinin kaldırılması için çabaların devam ettirildigini..
 
Türkiyenin Düzeni Kitabının Yön dergisinide dogan beyin topladıgı ve dogan beye gelen gelen notlardan yazıldıgını..
anlatıp..
Son bin yıllık türk tarihinin...
1. Selçukluların Nizammülmülkü etkinleştirmesi...
2. Osmanlı İmparatorlugunun İstanbulda kurulması..
3. 12 Eylül Askerin müdahalesi.. 
olmak üzere 3 kırılma noktasının bulunduguna işaret etti..    
 
 
Konferansın asıl agırlıgı.. haliyle..
Uluç Gürkan'ın omuzlarında idi..
 
Mülkiye mektebinin yetiştirdigi..   
Degerli Yazar ve Siyasetçi...
Vakfımızın Üyesi..
Sn. Uluç Gürkan..
Belkide hayatının en sıcak en etkili konuşmasını o gece Hocası ve arkadaşları huzurunda yaptı..
Çok etkilenmiş oldugu için..konuşmasıda çok etkili oldu..duygu dolu ama kararlı tok sesiyle natikası müthişti..
 
Uluç Gürkan..
 
Sözlerine..
Avcıoglunun Vefat tarihi olan ..
"4 Kasım 1983"
diyerek başladı..
ve Avcıoglunun.. 
insanı kişiligi ile başarılarını... 
arkadaşlarla olan ilişkilerini...
onların Dogan Avcıoglunu tanımlayan sözleri
ve  birlikte çalıştıkları Devrim ve demokrasi dergisindeki yazıları vasıtasıyla..
fikri yapısını..aktif  devrimci ruhunu..
bir edebi eser.. bir şiir  okuyormuşcasına .. 
anlattı..
Konuşma arasına..
Dogan avcıoglu ile yaptıgı güzel sohbetleri serpiştirdi..
son karşılaşmalarında... Uluç Gürkan Dogan Bey'e çok iyi göründügünü söylemesi üzerine....
 
kibritten tasarruf için  sigarasını bitirdigi sigarasıyla yakarak içen  Dogan Avcıoglu da...
gülümseyerek. Kendisine..
sigarayı bıraktıgını ,spor yaptıgını ve.. 
2000 yılına kadar yaşamak için kendisini programladıgını söylüyor..
Ölümünden 4 gün önce.. hastahanede.. Dogan Bey Uluç Gürkan'a  bu 2000 yılına kadar yaşamak için kendisini programladıgını sözünü hatırlatarak..
Yarıda bıraktırılan..
Yolundan saptırılan ..
Kemalist devrimin gerçekleşmeden  ölünmemesinin gerektigini.
bu devrimi yakalamak için bu programlamayı yaptıgını..
ancak programın gerçekleşme imkanın zayıf oldugunu söylüyor..
 
Uluç Gürkan..
Dogan Beyin..
Tam bagımsızlık esasına dayalı..
"Sorunlarını çözemeyen demokrasiler..
yıkılmaya mahkumdur.."
"Ordu günlük politikanın dışında..
Devrim politikasının içinde olmalıdır..
şeklindeki .. sözlerini aktardıktan sonra..
 
Ordunun devrimci gelenegi ile ordunun darbeci vasfı arasındaki ince çizginin ayrımında..
devrimci niteligin dominant seyri için
"içselleşmenin saglanması gerekir..
şeklinde (bize göre yeni) bir kavramı kullanarak.. 
konuşmasını bitirdi.
 
4ncü ve son konuşmacı..
Mülkiyeli.. En yüksek mevkilere gelmiş..
Başarılı bürokrat..
Degerli Yazar.. Fikir üreticisi.. Vakfımızın üyesi..  
 
Sn Nazif Ekzen..
Kendisinin ..(elinden tutularak..) 
Uluç Gürkan tarafından Dogan Avcıogluna  götürülüp tanıştırıldıgını..
Dergide çalışmaya başladıgı gün..
Dogan Avcıoglunun kendisine.. kestigi gazete dergi kupürlerini  ve notlarının tasnifi görevini verdigini..
uzun müddet bu görevi dikkatli bir şekilde yaptıgını..
Hayatının daha sonraki safhalarında bu arşiv görevinin...
Kendisinin meslek ve düşünce hatatında çok önemli rol oynadıgını
Anlattıktan sonra.. 
 
Konferansın temeli olan.. Dogan Avcıoglunun Kitabının 
"Türkiyenin Düzeni.."
Kitabının her yönden
analizini yaptı..
günümüz koşullarımda kitapta yeralan...
o dönemde tartışılan...  
Fikir ve yöntemlerin günümüzdeki geçerligi konusunda..
yorumlarını dile getirdi..
Dogan Avcıoglunun 
asıl derdinin.. Türkiyede.. Ulusal ordunun kayıp gitmemesi olduguna  dikkati çekerek..
cumhuriyetçi Atatürk devrimlerine baglı Ulusal karakterli bagımsız ordu  üzerine Yazarın görüşlerine dair kitaptaki alıntıları açıkladı..
son plarak.. Dogan Avcıoglunun Türkiyenin Düzeni kitabının..
bu alanda yazılmış en büyük eser oldugunu belirterek sözlerini alkışlarla noktaladı..
 
Konferansın son aşaması olan "soru cevap" kısmında...
Ordunun ulusallıgı ile ilgili  sorulan bir soru..
Uluç Gürkan tarafından cevaplandırılmış..
ve bu konuda son söz..
Mümtaz Soysal Hocamız tarafından şöyle söylenmiştir..
 
"Haklı olmak yetmez..
Haklı olan güçlü olmak zorundadır..
Hakkını almak yada kaybetmemek ..
Bagımsız .. bir ordu ile mümkündür.
Bagımsız ordu...
Teknolojik olarak dışarıya bagımlı olmayan ordudur.."
 
"Ordumuz Teknoloji bagımlılık nedeniyle ABD'ye bagımlıdır..
Ordunun bagımsız olması...önce teknolojik bagımsızlıgını gerektirir.."
 
Veeee... Ayakta alkışlar arasında...
Oturum Başkanı Sn. Feyzibeyoglunun ..
Konferansın hitama erdigini anons  etmesi...
 
Bu konferans ayrıca yeni bazı siyasi kavramların tartışılmasının gerektiginide gösterdi.. 
 
1. Mümtaz Hocanın.. Türk  Ordusunun teknolojik bagımlılıgı yorumu....  
2. Erol Toy'un.. son bin  bin yıllık Türk tarihindeki   3 kırılma noktasıyla ilgili görüşler....
3. Uluç Gürkanın.."İçselleştirilme" kavramı...
.................. ...............
..................................
 
Mümtaz Hocam Konuşmacılar Vakıf Başkanı tarafından Kapıya kadar Ugurlandıktan sonra..
Erol Toy Uluç Gürkan ve Nazif Ekzen oracıkta   ve Vakıf Mütevellisi tarafından ablukaya alınarak..
Konferans salonunda  hazırlanan kocaman bir ziyafet masasına..saygı ve sevgi ile alındı..
Bu özel Yemek Salonuna...
Basınımızdan  muhabir olarak  sadece benim girmeme izin verildi..   
 
Çok sıcak  ve çok önemli sohbetlere tanık oldum arkadaşlar..
inşallah ara ara bu yemekten size anekdotlar aktaracagım.. 
 
Son yıllardaki en güzel dost toplantısı oldu..
Eski dostlar..hiçbitmeyen gülümsemeleri eşliginde .. 
Gönül bahçelerinden derledikleri  kızıl sevgi güllerini birbirlerine sunmakta yarıştılar..
 
Sizlere bu güzide toplulugu..  Sevgi saygı ve gururla  takdim ediyorum
Şeref Konugumuz..
Erol TOY bey..  
Mütevazilikle .. incelikle.. engin deneyim ve bilgilerini aktardı..
Başta..Vakfımızın  tolerans  entellektüel, bilgi ve demokrat yapısının iki ayaklı.. yeşil gözlü kalın kaşlı haline bürünmüş olan 
temsilcisi  Sevgili Başkanımız..
İhsan Feyzibeyoglu Bey..
olmak üzere.. 
Hayatını Kemalist devrime adamış mülkiyemizin gururu  olgun ve  dost insan..
Uluç Gürkan Bey..
ve Türk bürokrasisinde bir çok başarılı eylem ve işleme imza atmış olan..
zarif eşi (Yazılarımı pek begendigini söyledigini  burada gururla ifade etmek isterim..)
Nazime Gürkan Hanım..  
bilgili görgülü  ve saygılı  çalışkan ve disiplinli hatibimiz ..
Nazif Ekzen Bey..
Mütevelli Heyetimizin  ve Yüksek şuranın yıldızı..
Bilayın dış  dünya ile ilişkilerinde en etkin ve en cevval ismi..  Başkanımızın  Ahretligi...
Vecdi Sevig Bey..
İstişare heyetinin ve İdare Meclisinin    edip ve şair ruhlu azası Yazarımız.. 
Servet Taşdelen Bey..
BİLAY vakfımızın kurucularından  ve Vakfın taa.. başından beri yönetiminde aktif roller üstlenmiş olan ..İdare meclisi Azamız  
Aydın Esen Bey...
ve zarif eşi.. vakfımızın  plastik Sanat departmanlıgının daim güleryüzlü  şefi.. 
Nur Esen Hanım..
Vakfın Sanal Dünyasının yaratıcı emektarı.. Yaylı tanbur ustası Büyük Başkan
Bahri Öktem  Bey..
Ve zarif eşi..
Güzin Öktem  Hanım ..
Başkanımızın vakıf hizmetlerinde destekleyicisi..  zarif eşi..
Vakfın sosyal aktivitelerinde.. en  etkin isim..
Emine Feyzibeyoglu Hanım..
Konferansın en genç katılımcısı... Hepimizin gözbebegi..Başkanımızın..gonca gülü.. güzel kızı...Evvelki yıl AKM'de yapılan Osmanlıdan Cumhuriyete Mülkiye toplantısının takdimcisi...Eda Feyzibeyoglu Hanım.. 
Vakfızın temel taşlarından.. hakkında Camiamızda en sevilen en tanınan kişi ünvanını hiç kimseye bırakmayacagı artık aşikar hale gelmiş olan..herdaim vakfımızın tüm sorunlarıyla bire bir ilgilenen..
tüm toplantılarımızın en disiplinli katılımcısı..BİLAY Duma üyesi
Hikmet Çiner Bey..
Vakfın Olmazsa olmaz şahsiyeti dünya sempatigi çalışkan İdare meclisi azası..
Serhanendemiz..Dag sporları uzmanı.. Mülkiye spor tarihi  araştırmacısı..
Hanlar Hanı.. Muzaffer Daimen Muzaffer...
Muzaffer Traş Bey.. 
Ve Serhanendemizin  Asistanı genç Mülkiyeli Bilayımızın dinamik unsuru..Udi..
İbrahim Toptepe Bey..
Vee Yazılarını keyifle okudumuz..Bilay ailesine yeni katılan.. 
Sanal gazatemizin Din ve tarih  sosyolojisi araştırmaları servisi yazarı..
71 Mülkiye mezunu.. kibar arkaşımız
Yücel Özlem Bey.. 
 
Bu aktarımları ..
keyifli katkılarla genişleterek...
tatlı  sohbeti zenginleştirdiler..   
..........................
..........................
 
 
Şimdiye kadar gerçekleştirilen...
BİLAY  konfranslarının...  
Konuşmacı  katılımcı ve konusu itibariyle.. en başarılısı olan  
Bu konferansı..
 
Türkiyenin dev ismi  Mümtaz Soysalı... 
bu konferansa getirme başarısını göstererek..
Gerçekleştiren..
BİLAY Yönetim Komitesine.. 
Hiçbir karşılık beklemeden ..
hiçbir özel istek belirtmeden..
heyecanla davetimizi lütfedip kabül eden..
Nazif ekzen, Uluç Gürkan, Erol Toy.. Ve Mümtaz Soysal'a
 
 
Vee özellikle..
 
"Olmasalardı bu konferansın gerçekleşmeside mümkün olmazdı.." diyebilecegimiz (Başkan dışında)
Üç arkadaşımıza..
 
Konferansın en zor kısmı olan..  
Konuşmacıların davetinde.. bu daveti  kabul etmelerinde..
Onlarla birebir ilişki kurulmasında.. ..
Koordinasyonun saglanmasında..   
Başından sonuna kadar.. Her safhada...  
Aktif bir biçimde katkı yapan..
Karşılık beklemeden pür heyecan...
Kıymetli mesailerini ve maddi manevi olanaklarını seferber eden..
Bu etkinligin görünmez mimarlarından
 
Vecdi Sevig'e.. ve
 
Nazif Ekzen'e
 
Toplantı salonun..En güzel şekilde hazırlanması için.. 
Tahsisi.. Tefriki ve Tefrişinde
sandalyesinin  koltugunun..yerleştirilmesinden.. çekim ekibinin oluşturulmasına..
Afiş ve ilanların  asılmasından.. salonun aydınlatılmasına  
vakıfca ödenecek ücretlerin pazarlıgına kadar.. 
Tüm düzenlemelerde. ..
ilgililerle,
Mülkiye mezunu müstecir Hakan kardeşimizle.
Birlik yönetimi ile dogrudan temasları yapan.. 
görev bildigi bu işi  sonuna kadar takip eden.. 
Başkanımıza bu konularda  büyük  destek veren..
 
Muzaffer Traş'a..  
 
Ve  Bizi davetimizi kabul ederek biz onurlandıran..
Yüksek seviyede katkılarıyla..
Ülkemizin en seçkin katılımcıları olduklarını gösteren...
 
Muhteşem konuklarımıza..
 
Teşekkür ediyor..
Tebrik ediyor..
Ve
Ayakta alkışlarımızla..
 
Saygılarımızı Sunuyoruz..
 
 
BİLAY Başkanlıgı Adına..
MKN DMRKY 
 (Sermuharrir..)
 

FREE Animations for your email - by IncrediMail! Click Here!