19 Ocak 2009 Pazartesi

Nazım Hikmet Paris'te Anıldı

Sevgili Arkadaşımız M.Şehmus güzelin yazısı ve ekini takdim ediyorum.
C.Özkan
15.1.2009

ŞİİR BİR ÇIĞLIKTIR/ŞAİR/BABA


CENGİZ’CİĞİM ŞAİR BABA İÇİN UMARIM BU PAZAR ÖĞLEDEN SONRA GELEBİLİRSİN. BU ARADA SBF TAKIMI İÇİN BİR MESAJIM VAR ONU DA SENİN ARACILIĞINLA GRUBA İLETMEK İSTERİM ÇÜNKÜ ŞAİR BABA HEPİMİZİN BABA’SIDIR VE ONA BORCUMUZU NE YAPSAK ÖDEYEMEYİZ AMA İŞTE BİRŞEYLER YAPMAYA DA ÇABALIYORUZ. BAKİ SELAMLARIMLA.

SBF ÖĞRENCİLERİ, MEZUNLARI, BU CAMİANIN DEĞERLİ ÜYELERİ VE DÜNYANIN DÖRT KÖŞESİNDE PARILDAYAN CEVHERLERİ, ŞAİR BABA 107 YAŞINA GİRDİ BUGÜN. BU MUTLU OLAYI 18 OCAKTA KENDİMİZCE KUTLAYACAĞIZ. YOLUNUZ PARİS HATTINDAN GEÇERSE BUYURUN, BEKLİYORUZ. DAVETİYEMİZ VE KISA TANITIM YAZISI EKTEDİR, AŞAĞIDADIR. YOK UZAKLARDA KALACAKSANIZ LÜTFEN ANTENLERİNİZİ O GÜN ÖĞLEDEN SONRA PARİS’E DOĞRU DA UZATIN ÇÜNKÜ O GÜN KULAKLARANIZI ÇINLANATACAĞIZ. DUYDUK DUYMADIN DEMEYİN BİZSİZ ACILI HALEP İŞİ VEYA KURU FASULYA PİLAV VEYA ADANA KÖFTE YEMEYİN, VEYA YESENİZ BİLE BİRAZINI ŞAİR BABA’NIN HAKKIDIR DİYE BİR KENARA KOYUNUZ, ÇÜNKÜ BAKIN USTA NE DİYOR :

“Yine görüşürüz dostlarım benim,
yine görüşürüz.
Beraber güneşe güler,
beraber dövüşürüz.”

Hepinize en içten başarı dileklerim ve kalıcı dost selamlarımla.

M. ŞEHMUS GÜZEL

NOT : AYRICA BU MESAJIN EKİ VE BİR ANLAMDA HEDİYESİ OLARAK İKİ ŞEY SUNMAK İSTİYORUM:
BİRİNCİSİ : NÂZIM HİKMET’LE YAPTIĞIM HAYALİ SÖYLEŞİ,
İKİNCİSİ : ŞAİR BABA’NIN PARİS NAM KENTLE İLİŞKİSİNİ ANLATMAK İSTEYEN BİR MAKALEM.
UMARIM İLGİNİZİ ÇEKERLER.
*
18 OCAK 2009’DA

NÂZIM HİKMET VE PAUL ELUARD İLE

Nâzım Hikmet, Mayıs 1958’deki ilk gelişinden ve üç hafta kadar kalışından sonra, Paris’e birçok kez geldi gitti. Birçok mutlu insan tanıdı, birçok şair, yazar, sanatçı, militan, kadın ve erkek tanıdı bu kentte.

EE O ZAMAN BU KENTİN DE ŞAİRİNE BİR SELAM ÇAKMASI GEREKİYORDU. BUNDA ASLA KUSUR ETMEDİ BAŞKENT. ÇÜNKÜ BU KENT TARİHİNE VE KENDİSİNE ŞİİR DİZENLERE BORCUNU ASLA UNUTMAYAN BİR KENTTİR. KADİR BİLİRDİR. SEVECENDİR. KENDİ GEÇMİŞİNE SAYGILIDIR.

Nâzım Hikmet için de aynı şekilde davrandı ve 1964’ten itibaren değişik vesilelerle Şair’i anmak için geceler, anma toplantıları düzenlendi burada.

BU YIL DA BENZERİNİ YAPMAYA KARAR VERDİ ARKADAŞLARI. 18 OCAK 2009’DA GERÇEKLEŞTİRİLECEK BİR ANMA TOPLANTISIYLA. GÜZİN DİNO VE M. ŞEHMUS GÜZEL’İN KATILACAĞI SOHBET VE TARTIŞMA YANINDA NÂZIM HİKMET’İN ŞİİRLERİ OKUNACAK. MÜZİK DİNLETİSİ VE SİNEVİZYON GÖSTERİMİ SUNULACAK. NÂZIM’IN ŞİİRLERİ, MÜZİK EŞLİĞİNDE, GENÇ SES SANATCILARI SİRLEM VE SERPİL TARAFNDAN OKUNACAK.

GÜZİN DİNO, BU DÜNYADA EN ÇOK SEVDİĞİ İKİ İNSANDAN BİRİ OLAN (BİRİNCİSİ HİÇ TARTIŞMASIZ ABİDİN DİNO’DUR) ŞAİR BABA’YA İLİŞKİN ANILARINDAN BİRKAÇINI DİNLEYİCİLERLE PAYLAŞACAK. M. ŞEHMUS GÜZEL NÂZIM HİKMET’İN HAYATINI, PARİS’LE VE PARİSLİ DOSTARIYLA İLİŞKİLERİNİ ANLATACAK.

PAUL ELUARD DA ANLATILACAK. NÂZIM HİKMET VE PAUL ELUARD’IN POETİKALARINDA ORTAK NOKTALARI VAR MI ? YOK MU? BUNLAR DA PARİS’İN YANIBAŞINDAKİ BU ŞİRİN VE VİLLEJUİF NAM KENTTE DÜZENLENEN TOPLANTIDA KONUŞULACAK.

TOPLANTININ DAVETİYESİ EKTE. HANİ BU BÜYÜK GİT-GEL İÇİNDE, BU MÜTHİŞ DALGALANMA SONUCUNDA BURALARDA OLURSANIZ SİZİ DE ARAMIZDA GÖRMEK İSTERİZ UMUDUYLA. HEM DE BİLGİNİZ OLSUN DİYE.

M. ŞEHMUS GÜZEL
*
NÂZIM HİKMET İLE HAYALİ SÖYLEŞİ

Nâzım Hikmet’in « vatandaşlığa alınması » ve bugünkü hükümet sözcüsünün ağzından kaçırdığına bakılırsa « faydası » olursa ( C. Çiçek kime « faydası olursa »yı açıklamıyor, ama Arif olan anlar. Abidin olan da. Anlamayanlara ise özel açıklamalı bir el kitabı gönderebiliriz) « mezarının da Türkiye’ye getirilmesinin » konuşulduğu, yazıldığı, aman aman « demokrasi açısından ne adımlar atıldığı » fena halde ve çıyak çıyak damlara ve tepelere çıkılarak bar bar bağırıldığı bugünlerde aklıma geldi : Şair Usta, Mavi Gözlü Dev, kızıl saçlarını rüzgarda kızıl bayraklar gibi dalgalandıran, yakasından kızıl karanfilini başından emekçi kasketini eksik etmeyen, ülkesinin haritasını zindanlarda çizmiş, her hapishanesinde bir şair, bir yazar, bir ressam bulmuş, bir militan, bir ihtilalci yaratmış, zengin kültürüne katkı niyetine hediye bırakmış Nâzım Baba ile bir konuşayım, bir danışayım, bir fikrini alayım dedim.

Aradım. Ne iyi ki biraz zamanı vardı ve biraraya geldik. Yerini, tarihini ve saatini söylemem. İstanbul’da, Ankara’da, Bursa’da, Moskova, Varşova, Sofya, Prag, Leipzig, Viyana, Floransa, Roma, Milano, Paris ve başka mekanlarda peşini bırakmayan, çeketine, paltosunun eteklerine tutunmaya çabalayan, pabuçlarına bulaşan « gölge »lerinin, « aynasızların », « silik heriflerin » kulaklarını/antenlerini oynatmalarına gerek yok. Söylemem dedim mi söylemem. Tamam mı ?
Evet Nâzım Hikmet ile buluştuk,deri pabuçlar (Kimbilir belki İstanbul’dan Yaşar Kemal göndermiştir), ipek çoraplar (Abidin Dino Paris’te Rue de Rivoli’deki özel magazalardan alıp Moskova’ya postalamış yüzde yüz) kadife pantolon, şık bir çeket, mavi gömleğinin yakası açık, gömleğinin sol tarafında, tam kalbinin üstünde orak ve çekiç, ince bıyık, emekçi kasketi yerli yerinde, ağzında şiirleri var : « Sana son şiirlerimi okuyayım » diyor ve patlatıyor iki tane mis gibi taze ekmek kokusundaki şiirini. Bayılırsınız. Birer demli tavşan kanı çay içiyoruz ve Şair Baba ile hayali söyleşimize oturuyoruz. İşte burada bu söyleşiyi dikkatinize sunuyorum :

- Merhaba Şair Baba, duymuşsunuzdur mutlaka, size Türkiye Cumhuriyeti hükümeti vatandaşlık hakkını tanımak istiyormuş, tanımak üzereymiş, tanıyormuş, tanımışmış. « Kararname çıkmışmış »....Herkes birkaç gündür bu konuda yazıp durdu, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

- Selamına sevindim ama bu işe sevinemedim doğrusunu istersen. Bunu yapanları, yapmaya kalkanları elime geçirirsem fena halde dövebilirim bak!

Çok kızgın usta.

- Ustam ben masumum, bunun sorumlusu ben değilim bugünkü hükümettir. Hatta artık adını zikretmeyeyim çünkü çok ünlü hükümet sözcüsü « faydası olursa » mezarınızı bile ülkeye getirmeyi düşündüklerini söyledi. Tabii ailenizin de iznini aldıktan sonra...

- Kim önerirse önersin döverim, (g)özünün yaşına da bakmam! Tamam doğru ben zamanında mezarımın Anadolu’da olmasını istedim.Evet ben halklarımın toprağında, bu kutsal toprağın altında, bu “en büyük otelde”, milyarlarca insanın yattığı Anadolu toprağında “uyumak” istedim. Evet ama o günden bugüne, hesabını yapalım neredeyse elli yıl, yarım asır geçti, o günden bugüne köprülerin altından çok su afedersin çok kan aktı. Ne akması, aktırıldı. Basbayağı işte insanlara eziyet edildi ve ediliyor, gençecik çocuklar idam edildiler, o canımın içi topraklarda ufacık bebecik çocuklar bile öldürüldü, öldürülüyorlar ve bu dramların, bu yüz kızartıcı suçların nasıl son bulacağını da göremiyoruz. İşim yok oralarda. Önce kan durdurulsun. Önce barış gelsin sonra ben de gelirim.

- Sizi anlıyorum da neden yeniden vatandaş olmak istemiyorsunuz ne olur inandırıci bir cevap veriniz?

- Evladım ne onların vatandaşlıklarını istiyorum, ne de bana ayıracakları yeri. Beni kendi ucuz seçim hesaplarına mal veya malzeme etmesinler. Döverim bak ! Dahası yeniden vatandaşlık alıp tutuklanmalara muhatap olmak, hapishanelerini, işkencelerini ve işkenceçilerini tanımak istemiyorum. Bana yapılanları unutmadım. Nasıl unuturum ? Siz unuttunuz mu ? Size yapılanları, yoldaşlarınıza yapılanları ? Sadece bu kadar da değil, bugün benzer eziyetlerin, işkencelerin, haksız tutuklamaların, adaletsiz yargılamaların, insanları, kadın ve erkekleri ve çocukları zindanlarda çürütmek alışkanlığının sürdüğünü görüyorum. Duyuyorum. Bakın Erol Zavar’a : Bu çocuk çok iyi bir şair, onda kendi gençliğimi buluyorum. Ama o nerede? Söyler misiniz? Nerede? Sincan’da. Evet Sincan’da hapishanede. Yıllardır kanser tedavisi yaptırması için ve ölümle randevusunu geçiktirmesi için bile serbest bırakılmasına, özgürlüğüne kavuşmasına, çocuklarıyla ve eşiyle hasret gidermesine izin verilmiyor. Daha ne istiyorlar? Daha ne bekliyorlar : Ölmesini mi? Erol’a bir şey olursa Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bugünkü hükümet ve bu hükümetin o bildiğiniz sözcüsü başta, bütün yetkililerin tümünü hep birlikte sorumlu tutacağım. Asıl bunu not etsinler. En önce bu meseleyi çözsünler. Açık kapılara omuz atmaktan vazgeçsinler. Önce Erol’u ve benzer durumda olan birçok tutuklu ve mahkumu serbest bıraksınlar, savaşı durdursunlar. Savaşı durdursunlar evet. Savaş belasından daha büyük sorun olur mu ? Durdursunlar kıyımları. Barışı getirsinler toprağımıza, topraklarımıza. Dahası bana vatandaşlık hakkının tanınmasının bugün hiç bir kıymet-i harbiyesi de kalmadı. Onun için döverim diyorum. Evet döverim, dövebilirim. Beni duyuyor musunuz? Beni anlıyor musunuz?
M. ŞEHMUS GÜZEL
*
Nâzım Hikmet, Paris Gülüm

Nâzim Hikmet “gülüm” adını taktığı Fransa’nın başkentiyle mayıs 1958’de tanıştı.
O günlerde general Charles de Gaulle’ün şaibeli bir biçimde başbakanlığa atanmasına muhalefet eden ve bunu protesto etmek isteyen Fransız Komünist Partisi (FKP) ile Genel İş Konfederasyonu (CGT), on binlerce emekçinin katıldığı görkemli bir gösteriye bile katıldı, eşinin/doktorunun yasaklamış olmasına ve Güzin’in sert sert bakmasına rağmen. Eşi doktor Galina şairle Paris’e gelememişti, ama kalp sorunlarıyla karşılaşmaması için bir sayfa kadar tutan “önerilerini” okunaklı bir biçimde yazıp göndermişti. Ve Güzin bunların harfi harfine uygulanmasını denetlemek için kendi kendine yetki vermişti. Ve Nâzım da fena halde “yanmıştı”. Ne içki, ne istediği anda sokakta dolaşmak, ne de bilhassa merdiven çıkmak! Hiçbir şeyden çekmedi Nâzım, Güzin’den çektiği kadar (!) Ama uysal bir çocuk gibi “ablasının” uyarılarına katlandı. (Nâzım, Abidin ve Güzin’e mektublarında Güzin’i bazen “abla”, bazen “sevgili jandarmam” gibi nitelemelerle anıyor ve hafif tarafından yükleniyor. Artık o kadarı da olur; yılların arkadaşları ne de olsa .) Ama arada bir kaçamak yaptı. Araştırmalarım sonucunda buldum : Örneğin Güzin’in denetim için gelmesinden çokkkkk önce kalkıp hemen otelinin dibindeki ve Saint-Michel bulvarı üzerindeki küçük ama bir görseniz bayılırsınız cinsinden şirin kahvede bir sabah erken saatlerde kahve içtiği Fransız polis raporlarına kayıt edildi. Bunun şaka olduğunu hemen belirtmeliyim. Yarısı şaka ama. Polis kayıtlarında bu konuda iz var mı henüz bilemiyorum, ama Nâzım’ın arada bir sabah erkenden çıkıp aşağıdaki kahvede bir kahve içip iki croissant/çörek yediğini biliyorum. Çünkü bu « suçunda », Güzin’e asla « çaktırmadan », onunla işbirliği içinde olan Abidin Dino nam ressamın “ifadesinde” yazılı bunlar. Fakat Nâzım bunu doğrulamaktan kaçındı (!)

O gün, o gösteri günü yani, Nâzım Hikmet, Abidin Dino ve birkaç yoldaşıyla birlikte Republique Meydanı’na kadar yürüdü. Sonra yoruldu ve Abidin’in de ısrarı üzerine, “çünkü işin artık şakaya gelir yanı kalmamıştı”, şair gösterinin sonrasını bir arkadaşının (Charles Dobyznski isimli yoldaşı, sevimli arkadaşımız, “Vitamin Dede” bana bizzat anlattı bunları) evinin balkonundan izledi. Çok heyecanlandı şair. Ne demek yani koskoca Fransa işçi sınıfı değil miydi sokakları, caddeleri, bulvarları ve meydanları dolduran. Bu kızıl bayraklar yoldaşlarım, bu sloganlar arkadaşlar ne demek oluyor? İhtilal yürüyüşte değil mi?

Ve o günden itibaren ve hatta biraz öncesinden bile başlayarak birikmiş/biriktirilmiş hasretini gidermek için Nâzım Baba dolaştı durdu başkentte. Şurası Seine değil mi? Şurası Eyfel. Şurası Père Lachaise mezarlığı. Şurası komünarların tepesi; Louise Michel demek burada çarpıştı, elinde tüfek. Evet elinde tüfek. Demek kadınlar cephenin en önündeydiler. “Bravo!”. Demek çocuklar da savaştı. Demek burjuvazi katliamı burada yaptı. Şurada yatan Marx’ın o güzelim kızı değil mi? Söyleyin bana yoldaşlarım bu yürüyüş nereye böyle, söyleyin ne olur...

Nâzım, bu ilk gelişinde, üç hafta kadar kaldı Paris’te. Pek çok şiir yazdı. 1949 ve 1950’de özgürlüğüne kavuşması için basın toplantısı, şiirlerinin Fransızcaya çevrilmesi, imza kampanyası ve daha birçok iş için koşturan Tristan Tzara başta, bütün dostlarına teşekkür ziyaretleri yaptı. Aragon ve Elsa ile tanıştı. Fransız Komünist Partisi’nin isimleri az bilinen, ama sapına kadar ihtilalci militanlarından Direniş Haraketi’nin isimsiz yıldızları Jean Marcenac, Pierre Biro (Pierre ille “Nâzım’ın koruyuculuğunu yapacağım” diye tutturdu ve yaptı. Pierre bana anlattı bunları, uzun uzun) ve daha niceleriyle tanıştı. Paul Eluard’ı da çok tanımak isterdi Nâzım, ama Paul bu, şiir defterlerini bırakıp çokkkktan ayrılmıştı aramızdan. Şiir defterleri kaldı bize, bir de unutulmaz anıları: “Okul defterlerimin üstüne / sınıfta sırama ve sokakta ağaçlara / kuma ve kara / yazıyorum ismini”. Eluard’ın şiirinin çevirisi daha farklı olabilir, fakat ille biraz katkı yapmak istedim, ve bir-iki sözcük ekledim, fazlası yok, ama “ana fikir” bu.

Paris’te coştu Nâzım ve coşturdu. Mavi gözlü dev bu kardeşlerim. Gözlerinde çakan şimşekleri gördünüz mü hele? Yakasında kızıl karanfil, başında kasketi İstanbul’un afilli delikanlısıdır kolkola yürüdüğümüz. Hani İstanbul sokaklarının ifadesini alan, arkasındaki, önündeki ve bilhassa hep sağındaki « aynasızları », « gölgelerini », « silik ve silinmeye elleri mahkûm herifleri » sobeleyen ve onlardan birkaçına şiirlerini ezberleten delikanlı. Anımsıyor musunuz? İşte o Nâzım yoldaşlarım, Paris’i böyle teslim aldı : Şiirleriyle. Paris de zaten bunu bekliyordu ve bırakıverdi kendini şairin kollarına. Gülüm benim, Paris’im, iki gözüm sen de al beni kollarının arasına, al beni. Bu caddeler, bu kaldırımlar, bu sokak, meydan ve bulvarlar bizim. Louise Michel değil mi şu geçen? Maurice Thorez konuşmuyor mu bu gece “Université Nouvelle”de. Haydi çocuklar oraya evet evet hep beraber oraya gidiyoruz. Duclos da gelmiştir mutlaka. Marty de. Yoldaşlarla halaya durmak için tam zamanıdır. Haydi hep beraber.

Nâzım bu, kalbi arada bir tekleyebilir, hayattır bu ve şair önemsemez. Ama bir sarışın görsün, kalbinin tiktaklarıtiktakları hız kazanır ve “usta bir dakka bu bizdendir” işaretini verir ve Vera Tulyakova ile evlenir Nâzım. İki kere iki dört eder ve bal-ayını gençyaşlı (yazımda hata yoktur) ama yüzde yüz özgür çift Paris’te geçirir. Kimileri çatlar. Çatlasınlar, patlasınlar! Paris kırk gece, kırk gün sürer... Vera giyim kuşama meraklıdır. Nâzım deri ayakkabılara ve ipek çoraplara. Abidin ve bilhassa Güzin ile mağazalar dolaşılır. Zamanını yazmadım mı? Tamam işte yazıyorum, Nisan 1961’deyiz ve Nâzım’ın Paris, Ma Rose’u kitapevlerinin vitrinlerini süslüyor. Malatya gülü sanırsınız. Bu konuyu Zeynep’e ve Başak’a da sormalı sırası ve yeri gelince. Malatyalı gülünü tanımaz mı? Tanır elbette. Nâzım kitabının tanıtımı için Le Divan nam kitabevinde imza gününe katılır. Duyan gelmiştir, duyan koşmuştur ve tıklım tıklımdır kitapevi. “Gölgeleri” bile sıkışır, sıkışır ve bir duvar dibinde ezilmekten kurtulurlar belki, ama yine de eriyip, yerin dibine girip yiterler, biterler. Yoldaşlarım şenlik bugün Paris’tedir. Nâzım Hikmet halayı sürüyor. Mendil halaybaşı Abidin’in elindedir... Sonra gün gece, gece gün olur ve saati gelince Nâzım Vera’sını Paris’te bırakır, Havana’ya “uçar”. Dünya Barış Kurulu adına Fidel’e “Barış Ödülü”nü vermek üzere randevusu vardır. Hem Fidel’le ve Küba ile, hem de T büyük harfle Tarih’le. Küba’daki devrimci çoşku, devrimci gençler, kadınlar, kızlar ve erkekler, yaşlılar, ve gördüklerinin tümü şairi son derece mutlu eder. Nâzım’ın Havana Röportajı’nı okumadıysanız, videosunu görmediyseniz hiç geçikmiş sayılmazsınız ve bizde kardeşlerim, geç kalanlara da yer ayrılır. Gönül sofrasıdır bizimki. Buyurun sizi de şöyle alalım. Nâzım konuşmaya başlamak üzere...

Akan zaman, duran zaman. Gel zaman, git zaman...

Kasım 1962’de Nâzım’ın Leonardo da Vinci ile randevusu vardır. İtalya Mamma Mia ile. Mamma Roma ile. Ama önce Milano ve Floransa’ya gitmek, sanat eserlerine yüzünü sürmek ister Nâzım. Yanında gittikçe güzelleşen Vera, her zaman. Ama bu kuru fasulya ve pilav, balık ve pilaki, imambayıldı (ille bayıltacak imamı yemeden önce, Nâzım’dır bu ve bunun esbab-ı mucibesi de sual edilemez. Şairdir ve şaire şiiri soru-l-amaz!) ve rakı mis kokuları, tadları nereden geliyor? Paris’ten evet. Nâzım’ın “Benim Türkiye’m” dediği mekandan; Abidin ve Güzin’in ev-atölyesinden. İşe bakın, o gün Abidin’lere İstanbul’dan uçakla, evet evet uçakla bir sepet dolusu nevale gelmiştir ve Nâzım ile Vera’nın varışı ile Karaköy, Kumkapı, Beyoğlu, İstiklal Caddesi, Cadde-i Kebir diye yazar bizim defterler, pat diye 13 Quai Saint-Michel’deki ev-atölyenin işine düşerler. Pat diye, evet. Pata pat, pata pat diye.

Bilmem Nâzım’ın Vera, Abidin, Güzin, Jean, Charles ve daha birçok yoldaşıyla o yılbaşı gecesini Paris’te Doktor Hershel ve iki dirhem bir çekirdek eşi Dora’nın evinde geçirdiğini yazmam acımızı biraz azaltabilir mı? Bilemiyorum. Ama yazıyorum çünkü Nâzım o gece çok mutluydu. Bıraksanız, ince uzun bacakları üzerinde yaylanarak iki adım da İstanbul’a atlayabilir, oradan Bursa’ya uzanıp “taştan tayyere” ile geri dönebilirdi. Bırakmadılar... Ama şair yerinden bile kıpırdamadan iç yolculuğunu tamamladı ve döndü. Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim! dedi. Nâzım Hikmet, kendisine ayrılan zaman içinde yaşamanın ve yaşam aşkının tadını çıkardı, herşeye rağmen. Kötülük adamlarına inat!

4 Ocak 1963’te, yanında eşiyle Moskova’ya döndü Nâzım.

Evet, Şair Baba birkaç kez geldi Paris’e. Gitti Paris’ten. Evet geldi, gitti... Geldi, gitti... Oysa buraya yerleşmeyi ne kadar çok istediğini çoğumuz veya birkaçımız biliyoruz...

Sil göz yaşlarını Zeyno, Başak, sil gözyaşlarını Salih, Gül, Nuri, Şair Baba, Usta, Mavi Gözlü Dev, saçları rüzgarda kızıl bayrak, göğsünde orak ve çekiç Nâzım Hikmet 107 yaşında ve hep bizimle çünkü.

M. ŞEHMUS GÜZEL
*
Sevgili Cengiz ÖZKAN..

Mülkiyeden kardeşimiz..
Sevgili Şehmuz GÜZEL'in..
Paris Nam şehrinde...tertipledigi..
"Şiir bir çıglıktır/Şair Baba..."
başlıgı altındaki..
Nazım Hikmetin 107'ci yaşını kutlama ("anma" mı deseydim acaba) etkinligi..
ile ilgili olarak..

yazdıgı
1. Nazım et Paul
2. 18 Ocakta
3. Nazımla söyleşi
4. Nazım-Gülüm
yazılarını dikkat ve zevkle okuduk..

Ve.
Nazımın çok sevdigi bir şehir Pariste..
Yapılacak olan
107'inci yaşının kutlanması etkinliginin başında .
Bir Mülkiyeli arkadaşımızın bulunması..
Bize gurur vermiştir..

Bu etkinlikliklerin davet ve ilanı zımnında ..
Sehmuz Güzelin şahsi düşüncelerini de yansıtan bu yazılar...
Bugün.. Bu şairin ve şiirin erbabı arkadaşlarımında ıttılasına sunulmuş..

Dostlarımın hepsi bu etkinligi alkışlamışlardır..

Ancak.. arkadaşlarımdan birtanesi (Bu arkadaşımda digerleri gibi Mülkiyelidir..)
Şehmuz Güzelin..
"Nazım-Gülüm" yazısına hararetle katıldıgı halde..
"Nazımla söyleşi" yazısındaki yorumlarına ..
iki noktada eleştiride bulunmuştur..
Bende..
Şehmuz Güzelin yorumlarına ve düşüncesine yöneltilen eleştirileri..
bu arkadaşımın agzından
(Tıpkı Sevgili Şehmuzun Nazımın agzından Yaptıgı gibi..)
senin ve arkadaşların görüşüne sunulmasının uygun olacagını düşündüm..

Sehmuz Güzel'in..
"Duyduk duymadık.." diye şirinleştirilmiş bir anonsla..
ilan ettigi..
Pazar günü Pariste yapılacak Nazım etkinligine..

"SBF Ögrenciler ve SBF mezunları.." şeklinde bir hitapla başlaması...
Biraz yadıgandı..
ve acaba...
SBF ögrenciler ve mezunları yerine ..
"Sevgili Mülkiyeliler"
Diye başlasa idi...
Daha şık olmazmıydı..
Diye bir eleştiri yapıldı..

Ama asıl eleştiri..
Şehmuz Güzelin..
Nazımın agzından..yaptıgı..
Bu hükümetin Nazımın Mezarını mezarını Türkiyeye getirilmesi önerisine
Karşı olmanın gerekçesi olarak ortaya koydugu..
Şahsi düşüncelerine yapılan eleştiri idi..

Şehmuz Güzel..Yazısında..
(Güya..)
Nazıma mezarının Türkiyeye getirilmesi hakkında ne düşündügünü soruyor..
Nazım da bu soruya cevaben..
(Güya..)

"Tamam..Dogru..
..
Evet. ben HALKLARIMIN topragında..
..Milyarlarca insanın yattıgı Anadolu topragında..
Uyumak istedim..""

"Ama..o günden bu güne köprünün altından çok sular geçti..
Gencecik çocuklar idam edildi..
Ufacık bebecik çocuklar bile öldüler..
Bu dramların..
Bu yüz kızartıcı suçların..
Son bulacagınıda göremiyorum..

İşim yok oralarda..""

"Önce Kan durdurulsun..
Önce barış gelsin..
Sonra ben gelirim.."
diyor..

Sevgili Ş.G. böyle diyor demesinede..
Ama..
Nazım..
Hiçbir şiirinde..
"Halklarım.." demiyor..

Nazım hiçbir yerde..
Ülkemizde..
Son 30 yılda emperyal güçler tarafından türk insanına dayatılan..
ve belli bölücü kesimin terör örgütünü haklı gösteren..
ABD destekli..
Oligark, Feodal, Irkçı ,Gerici..Aşiret Agaları ve Şıhlarının ve onların müttefiki.. Liberallerin....
Agızlarına plesenk ettigi
"Önce kan durdurulsun.."
"önce barış yapılsın.."
Yüz kızartıcı suçlar dan ve..
Bu dramlardan .(özür dilensin..)
gibi slogan lafların hiçbirini..etmiyor..

Yoksa ..
Bu gerici kesimde..anıden ortaya çıkan ..
Bu Nazım sevdasının..
Bu Nazım tartışmasının..
Bu Nazımı.. bölücü ABD ideolisinin savunucusu gibi gösterilmesinin..
Bu Nazımın.. Anti emperyalıist şiirlerini..Kuvvayı Milliye destanını yok sayıp,
Hala devam eden türk devrimini "es" geçip..
Ülkede hakim olan ABD güdümlü gerici ittifakın..
Siyasi tezgahlarında.. ideolojik malzeme olarak kullanılmasının ..
Ve ülkenin bagımsızlıgının yokedilmesini hedefleyen tüm bu çabaların...

Bu kapsamda..
Son günlerde..
Nazımla aynı kefeye konulan..
Aynı ideolojinin insanlarıymış gibi halkımıza yutturulmaya çalışılan..
Hala türk mahkemelerince..
Cinayet..
ve kanlı terör örgütüne yardım ve yataklık eylemlemleri nedeniyle aranan
Ahmet Kaya ve Yılmaz Güney gibi şahıslara..
İade-i itibar saglama oyununda..
Nazıma verdikleri rolün...
uygulanmasının bir parçasımıdır....?

Diye düşünüyor.. bu benim arkadaşım ..!

Bu yazı ile..
Nazım Hikmeti..
Gögsüne Orak-Çekiç işlemeli bir tişort giymiş..
ve Paris sokaklarında..
"Halklara özgürlük.."
"Önce kan durdurulsun.."
Önce barış yapılsın.."
"Yüz kızartıcı suçlar ve Dramlar.. Kaldırılsın.."
Bu Nedenle, Suça düçar olanlardan özür dilensin.."
Diye avaz avaz bagıran..
Bir Militan olarak takdim edildigini söylüyor..benim arkadaşım..

Benim bu arkadaşım..
ayrıca..
Sevgili Şehmuz Güzelin
Yazısında..söz ettigi
"Yüz kızartıcı suç.."
ve
"Dram"
Laflarıyla neyi kastettigini
Net şekilde bize izah etmesi gerekir.." diyo..
Yada..
Bu laflarının günün modası ermeni yada kürt soykırımı iddiası ile uzaktan yakından bir ilişkisinin olmadıgını..
Tertipledigi Nazım gecesinde..
Nazım Hikmetin..

Kuvvayi Milliye Destanından alınan..

Sarışın bir kurda benziyordu..
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı..
Yürüdü uçurumun başına kadar..
Egildi..durdu..
Bıraksalar..
İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak..
Kocatepeden Afyon Ovasına atlıyacaktı..
şiirini okuyayarak göstermesinin de beyyine külfeti kapsamında kabül edilebilecegini söylüyor..
Bu arkadaşım..

Bu arkadaşım.. kafayı takmış bu yazıdaki ifadelere..
diyorki..
Yazıda yer verilen

"Yine görüşürüz dostlarım..benim..Yine görüşürüz..
Beraber güneşe güler..Beraber dögüşürüz.."
şiirinde..
Nazım kimlere "dostlarım" diyor..?
"beraber dövüşürüz" derken .. kimlere karşı..kimleri kastediyor....?
Ermenicilere mi.. yoksa kürdcülere mi.."Dostlarım" diyor..?
Eger öyleyse..
Bu dostlarıyla.. Nazım kime karşı dögüşecek..
Türk Ordusuna karşı mı..?

Nazım Vatanından, Memleketinden ve Türk Halkından...
Türk ordusundan..
Yüz kızartıcı suçları ve dram yaratıcıları olarak niteleyip..
bu kadar nefret ediyorsa..

Neden ..Kitabının sonunda..

"Sonra ..
Sonra..9 Eylülde İzmire girdik.."
diyerek Türk Ordusuyla kendini özdeşleştiriyor..
"Halklarım.." diyerek türk halkı kavramını parça pinçik yapıyorsa....
Neden kitabının sonunda..

Güneyden kuzeye..
Dogudan Batıya..
TÜRK HALKI'yla beraber..
seyretti İzmir Rıhtımından Akdenizi..
diyerek.. bu devrim ..bu zaferi..
Türk halkının bir devrimi olarak niteliyor....

Neden..bu büyük kitabının sonunda..

Ve bizde burda bitirdik destanımızı..
Biliyoruz ki layıgınca olmadı bu kitap...
TÜRK HALKI bagışlasın bizi..
Onlarki..toprakta karınca.......

"halklar" demiyorda.. "Türk Halkı" diyor..
Yüz kızartıcı suçların suçlusu olarak gördügü türk halkından..
Neden kendisini bagışlamasını istemiş..
Nazım, "halklarım" diyerek..
Kürt ve ermeni azınlıklarını kastediyor ise..( en azından türk halkını kastetmiyor ise..)
ve bunları koruyan ..
Fransaya, Almanyaya ABD ve İngiltereye "medyunu şükran" olması gerekmez mi..? mantıken..
Peki o zaman..
Neden şiirinde..

Esirler arasında General Trikopis..
Alaturka sopa yemiş bir temiz..
Ve sırmaları kopuk Frenk Uşagı..

"frenk uşagı" lafını..
Türk devriminin karşısına karşına dikilen bu halkların istilacı güçlerinin komutanları için kullanıyor..
Neden her şiirinde..
Müstevlilerin siyasi emelleri ile kendi şahşi çıkarlarını çıkarlarını tevhid eden dahili ve harici bedhahların karşısına..
Türk bagımsızlık bayragı altında
Devrimci türk halkı ile birlikte..
Dimdik Karşı duruyor..
Bu Nazım.. Ha.. Neden..?

Acaba Sevgili Şehmuz.. Şair Nazım diye kastettigi...
Yoksa.. Şair kazım mı..? isimlerde bir karıştırmamı var.. yoksa.. diye soruyor ..
Benim arkadaşım..
Büyük bir şaşkınlık içinde..

Valla bende çok şaşırdım.. Cengiz..
Arkadaşım bunlarla da kalmıyor..
Birde sana mesaj yolluyor..
Diyorki..
Ben Fransada Cengizin yerinde olsam..

Bu Nazım etkinligine pazar günü mutlaka katılırım..
Hatta .. Bizim Başkan..İhsan Feyzibeyoglunun..
Nazımın mahkum olarak yattıgı.. mapushanelerin bulundukları yerlere..
Nazım burada mapus olarak yattı" şeklinde levhalar konulması yönünde...
başlattıgı kampanya ile ilgili yazdıgı yazıyı orada okurum..

Ve Nazımın Anavatanında da insanların..
Nazımı anma işini büyük titizlikle....
Bu gibi etkinliklerle yürüttüklerini ifade ederim....
Ayrıca..Bu mezar taşıma işinin...
Böyle ideolojik.. zorlama gerekçelerle speküle edilmemesini..
Bu mezar taşıma işinin.. bir insani yönünün oldugunu..
Burada kararın..
Nazımın Hikmetin ailesine bırakılmasının...
En uygun..
Hukuki ve insani tavır olacagını..
söylerim...
diyor.. bu arkadaşım..

Aktaracaklarım
Hepsi bu

Sevgi..Saygı ve Selamlar..
Mekan Demirkaya
17.1.2009
*
DEĞERLİ KARDEŞİM CENGİZ, MERHABA. İLETMEK İNCELİĞİNİ GÖSTERDİĞİN YORUMU OKUDUM. ÇOK YARARLANDIM. YAZAN ARKADAŞIMIZ İSMİNİ BELİRTMEMİŞ AMA ELİNE SAĞLIK. GÜZEL YAZMIŞ, NÂZIM BABA’DAN ÇOK İYİ ŞİİRLER SEÇMİŞ. KENDİ DÜŞÜNCESİNİ BELİRTMİŞ. HER TÜRLÜ DÜŞÜNCEYE SAYGIM OLDUĞU GİBİ BU DÜŞÜNCEYE DE SAYGIM VAR. DAHASI DÜŞÜNCELERİMİZİN ARASINDA ÖYLE KORKUNÇ BİR FARK TA YOK. BU BÜYÜK İHTİMALLE MÜLKİYELİGİMİZDEN KAYNAKLANIYOR. MÜLKİYELİ OLMANIN KAZANÇLARINDAN BİRİ DE BUDUR KESİNLİKLE.
AYRICA YERİNDE SAPTAMALARIYLA UFKUMU DA GENİŞLETİYOR. SAĞOLSUN.
ÖRNEĞİN “SBF öğrencileri ve SBF mezunları” türünde bir hitap yerine “Sevgili Mülkiyeliler” demek daha şirin olabilirdi. Yazma anında aklıma gelmedi anlaşılan. Ama her şeyde de kasıt aramamak lazım nitekim hemen sonra “bu camianın değerli üyeleri”den söz ediyorum.
ARKADAŞIMIZIN VE SENİN İZNİNİZLE, KİMİ YANLIŞ ANLAMLARI DA BURADA HEMEN DÜZELTMEK İSTERİM.
Yukarıdaki hitap sadece sana ve gurubun değerli üyelerine iletttiğim mesajda geçiyor. Böyle bir hitabı elbettte toplantıdaki tebliğimi sunarken kullanmam söz konusu olamaz.
Nâzım Hikmet Türk’tür ve kendisini ellbette Türk olarak tanıtıyor. Bunun tartışmaya gelecek bir yanı yok.
İşte bir ispatını Şair Baba’nın ağzından aktarıyorum : “Ben ‘Ari’ ırka inanmıyorum. Bunu tarih ispatlamaktadır, üstün ve aşağı ırk yoktur.
Ben şahsen ırkların karışmasından yanayım. Türküm ancak kanımda Polonyalılık, Almanlık, Gürcülük, Çerkeslik ve Fransızlık var.”
(Nâzım Hikmet’in doktor eşi Bayan Galina Kalesnikova’nın Nâzım’la Yedi Yıl isimli kitabından, aktaran Kıymet Çoşkun : Barışın Şairi Nâzım Hikmet, Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı Yayınları, İstanbul, 2007, s.116.).
Benim “deneme” (essai) türündeki yazımda “halklarımın” demem Nâzım’ın kendi kökenlerine gönderme olduğu kadar özellikle Anadolu ismi verilen bu geniş ve tarihi bölgenin kadim tarihine göndermedir : Evet tarihin ilk anından bugüne bu bölgede çok halk yaşadı. Bu anlamda Anadolu’nun tarihini çok eskilerden başlatıyorum. Dahası böyle olmasaydı nasıl milyarlarca ölüden söz edebilirdim? Birçok kıta arasında (sadece Avrupa ve Asya değil, aynı zamanda Afirika ile de) geçiş noktasında olan ve akıl almayacak zenginliklere (yeraltı ve yerüstü) sahip bu bölge binlerce savaş sonucu tarlası, kasabası kenti, köyü, dağı, taşı, köprüsü, yolu defalarca ve defalarca tarümar edilmiş bu kadim toprağın altında maalesef evet milyarlarca can yatıyor. Elbette toprağın üstünde olan bizler bunu bellki hiç mi hiç aklımıza getirmiyoruz ama şairler bunu unutmazlar asla. Evet bu toprağın altında miyarlarca insan yatıyor , kimi “kefensiz”, ve çok değişik halklardan. Bunu Nâzım’dan iyi hangimiz duyumsayabiliriz, kim bilebilir? Öte yandan dram sözçüğü sadace arkadaşımızın anladığı mana da kullanılmıyor ki : Nâzım Hikmet için veya benim için dram bir kadının, bir çocuğun veya bir erkeğin herhangi bir cinayete kurban gitmesidir. İntihardır. İdamdır. Evet bu tür ölmeler veya öldürmeler de dramdır. Hem de nasıl. Ölmeler ve öldürmeler bir olayla sınırlı değil, enazından benim denememde. Milyarlarca ölüden söz ediyorum. Onbinlerce yılllık tarihten bahsediyorum. Dram Nâzım Hikmet gibi bir şair ve “adli bir hata” sonucu yıllarca hapishanelerde çile doldurmuş biri için günümüzde Erol Zavar isimli bir genç babanın hapis yatmasıdır. Kanser teşhisi konulmmasına rağmen tedavisini yaptırabilmesi için bile yılllardır serbest bırakılmamasıdır.
Nâzım Hikmet komünisttir. Türkiye Komünist Partisi ile ilişkileri inişli çıkışlı da olsa bu böyledir. SSCB’ye gittikten sonra da hem TKP ile hem de SSCB-KP ile ilişkisi sıkı ve sahici eleştirici bir biçimde yürümüştür. Bunu ispat için pek çok belge, makale, kitap bulunuyor. Bizzat Şair Baba’nın yazdığı tiyatro oyunu da...Özetle Nâzım’in Türkiye’de onca yıl hapis yatmasının sebebi komünist olmasıdır. Bu nedenle kalbinde, gögsünde orak ve çekiş var diye yazıyorum. Evet komünist olarak yaşadı ve komünist olarak öldü. Bu onun ülkesini sevmesine engel değildi. Hatta vatanını sevdiği için komünist oldu demek bile mümkün. Koskoca paşa torunu isteseydi gelkeyfimfel diye sefa süreilirdi. Nitekim kimi Fransızın anlamadığı da bu : “Nasıl olur da o kadar varlıklı biri komünist olur?” sorusu bana çok sık soruluyor örneğin. Doğal olarak herkes istediği yorumu yapabilir. Dolayısıyla Nâzım “gögsünde orak-çekiç işlemeli bir tişört giymiş” eleştirisi yerine oturmuyor. Çünkü benim yazdığım simgesel/sembolik olarak onun angajmanına işaretediyor. Arkadaşımızın yazdığı ise, hiç kusura bakmasın lütfen, Nâzım’a ve angajmanına “Fransız kalıyor”. Mesele tişört değl. Mesele onun komünist olarak onca çile doldurmuş olmasıdır. Bunu sineye çekmesidir. Nâzım kendi yaşamı, kendi dönemi ile anlatılabilir, anlaşılabilir, günümüzün parametreleriyle onu açıklamaya çalışmak ona “Fransız kalıyor”. Ama kimseye engel olacak ta değilim. Elbette hekes kendi yorumunu yapabilir, hatta yapmalıdır da. Bundan alınmamak lazım. Buna da saygım var. Ne iyi ki hiçbir şey, hiç bir olay tek açıdan açıklanamıyor. Nâzım’in bize bıraktığı miraslardan biri de bu öğretidir.
Vatandaşlığının iade edilmesi meselesi binbir açıdan irdelenebilir. Ben denememde yazdığım gibi gördüm ve Nâzım’ın ağzından ama herkesin anlayabileceği gibi kendi görüşüm olarak açıkladım. Adında “hayali söyleşi” olasınndan da bu anlaşılıyor. Nâzım’la bugün söyleşi yapmanın başka türlüsü mümkün değildir zaten. Bu işte elbettte Nâzım’ı, Abidin Dino, Güzin Dino,Münevver Andaç ile dostluğum ve bunun yıllarca sürmesi sonucu biraz daha yakından tanımam da yardımcı oldu. Bütün eserlerini, onunla ilgili bütün yapıtları, ondan iki satırla bile bahseden kitapları okumamı saymıyorum. Çünkü bunu herkes yapabilir. Bunun da epey yararı olduğunu göz ardı etmiyorum. Ama Nâzım’ı birçok kişiden, özellikle onu çok yakından tanıyan birinci ağızlardan dinleyince “benim Nâzım’ım” böyle konuşurdu diyerek o hayali söyleşiyi oluşturdum. Elimi vicdanıma koyarak söylüyorum : Evet böyle konuşurdu 3 Haziran 1963’e kadarki zaman çetvelini sıkı sıkıya dolduran saçları rüzgarda kızıl bayrak gibi dalgalanan Nâzım Hikmet. Ezcümle şunu söyemek istiorum : Temmuz 1951’de vatandaşlıktan çıkarıldı ve Ocak 2009’da vatandaşlığı iade edildi. Aradan TAM 58 YIL GEÇTİ. Oysa benim bildiğim Nâzım Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından asla çıkarılmamış olmayı tercih ederdi. Dönemin Başbakanı Adnan Menderes’e yazdığı şiir yeniden okunabilir.. Dahası vatandaşlıktan çıkarılmak, vatandaşlıktan çıkarılan için öyle kolay kolay hazmedilebilir bir mesele de değildir. Nâzım gibi duygusal, içindeki çocuğu öldürmemiş, içindeki kadına sayğılı ve bilhassa içindeki maçoyu ayaklarının altında ezmiş biri için hele , böylesi bir karar bir acıdır, bir darbedir, başınızdan kaynar suların boşalmasıyla eş anlamlıdır. Yani öyle kolay kolay sineye çekilemez, bir anda bütün mazinizin, toz dumanı içinde koşturduğunuz bütün sokak, bulvar, cadde ve meydan isimlerinin silinmek istenmesidir, hapishane duvarlarında bıraktığınız sigara dumanlarının püfff diye sönüp gitmeleridir, emin olun, kimliğinizin elinizden alınmasıdır. Nâzım vefatına kadar Polonya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti vatandaşı olarak ve bu cumhuriyetin pasaportuyla dolaştı. Ama soyismine ve ismine örneğin bir türlü alışamadı. Vaktiniz varsa hızla bir anısını aktarayım. Güzin Dino’nun bana anlattığı biçimde : Nâzım aktarma yapmak için Paris Havalanında birkaç saat beklemek zorunda kalınca, Güzin, Abidin ve Charles Dobzynski’ye telefon etmiş, onlar da gelmişler, sohbet ediyorlar. Nâzım bu, bildiğiniz gibi, hemen “Size son şiirlerimi okumayım mı?” diye başlıyor ve elbette her zamanki gibi yanıt filan beklemeden, belki de yanıt gelmiştir ama Şair Baba’nın keyiften ve heyecandan onu duyacak hali yoktur, “Çünkü kardeşlerim Türkçe şiir okuyacak!”, girişiyor Nâzım Hikmet...Sohbet bitmiyor...O arada sürekli olarak anons yapılıyor : “FalanFilanfişmekan uçağınız kalkmak üzere sizi bekliyoruz...” İki anons, üç anons, beşincisinde Nâzım”uyanıyor”, “Yahu çocuklar bu benim adım, beni çağırıyorlar, hemen gitmem lazım, na yazık” diyor ve kalkıyor. Anlatabilliyor muyum? Bir şey daha : SSCB hiçbir zaman Nâzım’a SSCB vatandaşlığını vermek istemedi Neden? Neyse uzatmayalım. Mesele öyle bir kağıt mesesi değil. İşin hissiyatı var. Bu acının hazmedilmesi veya hazmedilememis var. Nâzım bunu asla ama asla hazmedemedi. Nâzım memkeketine hasretkaldı. Budur beni mahveden. Budur. Yoksa ona yarım asır sonra atandaşlığının iad edilmesi devede kulak. Nâzım açısından. “İade edenler” bunu seçim yatırımı gibi kullanmak istiyorlar, bu çok belli oluyor ve tersine tepecek. Nâzım severler o kadarçık uyanıktırlar mutlaka.
Canımız kadar sevdiğimiz kutsal memleketimizde maalesef “vatan haini” ilan edilmek kolay : İşte Nâzım Hikmet örneği. Vatansever olmak ise çok zor : İşte yine Nâzım Hikmet örneği. Onun gerçek vatansever olduğu vefatından elli yıl sonra ançak farkedilebildi. Hatta “keşfedildi” bile diyebiliriz. Bu da bize yeter. Çünkü bu kötü örnek bile insanlık tarihi açısından son derece önemli bir örnek olarak yolumuzu aydınlatıyor. Evet Nâzım Hikmet aydınlatmaya hep devam ediyor/edecek.

Son bir-iki nokta daha :

Birincisi : “Gece” değil düzenlenen “öğleden sonra 14.30’dan itibaren başlayan” bir toplantı, bir anma toplantısı.

İkincisi : “tertipleyen” ben, M. Şehmus Güzel, değilim. Düzenleyenlerin kimler olduğu davetiyenin alltında sarih bir biçimde belirtiliyor. Ben sadace konuşmacılardan biriyim. Evet sadece bu anma toplantısı kapsamında yapılan konuşma/tartışma bölümünde Güzin Dino ile birlikte katılıyorum, “ Nâzım Hikmet ve Paris, Ma Rose” başlıklı tebligi sunacağım. Ve soru(lar) olursa yanıtlayacağım. Nâzım’ın Fransızca şiir kitaplarından birinin başlığını alarak Paris ile ilişkilerini anlatacağım. Uzakta olan ve bize katılamayacak olan değerli dost, tanıdık ve arkadaşlara ve yoldaşlara da “tadımlık” anlamında “Nâzım Hikmet, Paris gülüm” başlıklı makalemi gönderdim. Birçok ama gerçekten birçok arkadaş, yoldaş, dost ve tanıdıktan son derece olumlu yanıtlar aldım. Aynı şey “hayali söyleşi” için de geçerli. Nitekim birçok internet sitesinde yayınlandılar. Yayınlanıyorlar. İnternet sitelerinde gerçekten bir “akış” var ki kimsenin aklına gelmezdi...Birinde yayınlanan bir şey bakıyorsunuz bir anda beşinde, onunda yayınlanıyor....

Nihayet anma toplantısı herkese açıktır. Afişleri Paris’te ve yakın banliyölerinde günlerdir birçok mahallede duvarlarda görülebiliyor. Küçük el ilanları binbir yerde dağıtıldı. Birçok internet sitesinde, Fransızca yayın organlarında duyurusu yapıldı, Fransa’da, Türkiye’de birçok insana haber verildi.. Düzenleyenlerden biri Fransız Komünist Partisi olunca onun da dünya kadar yayın organları aracılığıyla duymayan kalmadı. Dahası Fransa’da “public” her toplantıda olduğu gibi burada da polis bulunacak mutlaka, ama elbette sivil olarak. Yani hani ne olur ne olmaz diye. Fransız polisi uyumaz (!) Evet toplantı “public”tir, yani herkese açıktır ve evet herkes gelebilir. Bu vesileyle ben de yakın dost, arkadaş, yoldaş ve kardeşlerimi davet ettim. O zaman elbette en başta da Cengiz Özkan gibi değerli bir Mülkiyeli kardeşimi de. Mülkiye camiasının da Nâzım Hikmet’le özel bir ilişkisinin, yakın bir akrabalığının olduğunu bizzat bildiğim ve yaşadığım için, camiamızın haberi olsun diye davetiyeyi, kısa tanımı yazısını, makalemi, denememi de ilettim. Aramızda bu kadarçık paslaşma da olmalı sanıyorum. Maksat herkesin haberi olsun. Yorumunu iletmek zarifliğini gösteren değerli arkadaşımız da belirtiyor : Nâzım öyle bir kişinin, bin kişinin “malı” değil ki, milyonlarca insana mal olmuş evrensel bir şair. Boşuna Mavi Gözlü Dev denmiyor..
Bitiriyorum : Bu yanıt yarınki toplantı için iyi bir alıştırma/önçalışma oldu. Yarın çünkü “çim sahada oynayacağımı” hiç kimse söyleyemez. Toplantının yapılacağı salonu görmedim ama bundan emin olabilirsiniz. Bilim adamı olan bilir : Her taraftan hücum geliştirilecek. Hiç kuşkum yok. O nedenle kalemi (aslında iyi bir kaleci arıyorum, duyduk duymadık demeyin. Şükrü hariç, şimdi BJK’lıları kızdırmadım umarım) ve savunmamı çok sağlam tutmam lazım. Bu, hiç gol yemeyeceğim anlamına gelmez, ama mağlup olmayacağımdan eminim. Musterih olun değerli Mülkiyeli kardeşlerim. Sevgili öğrencilerim ve meslektaşlarım. Hepinize en içten selamlarımı, sevgilerimi sunuyorum. Sağlıcakla kalın.

M. Şehmus Güzel
17.1.2009
*
Nazım Hikmet'in 107 nci doğum günü etkinlikleri çerçevesinde Paris'in Villejuif şehrinde yapılan etkinliklere katınılmış olup tespitlerimiz aşağıdadır.:
1-Eylem Fansız Kominist partisi Villejuif örgütü ile ASFA(Fransa ve Anadolu Dayanışma Derneği) tarafından parti örgütünde gerçekleştirilmiştir.
2-Toplantıya Şehrin Belediye başkanı da dahil olmak üzere 200 civarında Fransız ve Türk katılmıştır.
3-Toplantı başta Nazım Hikmet olmak üzere ölenlerin anısına 1 dakikalık saygı duruşu ile başlanmıştır.
4- İlk olarak Türk ve Fransız düzenleyiciler bier konuşma yapmışlar ve Nazım'dan bazı şiirler okunmuştur.
5-Nazı Hikmet'le ilgili bir belgesel gösterilmiştir.
6-Nazim Hikmet ile Paul Eluard'ın ortak noktaları anlatılmış ama ağırlık hep Nazım Hikmet üzerinde yoğunlaştırılmıştır.
7- Yeniden Nazım'ın birkaç şiri okunmuştur.
8- Bu arada hastalığı nedeniyle gelemeyen Güzin Dino ile başka ülkede oldukları için katılamayan Mihri ve Sevim Belli'nin mesajları okunmuştur.
9- Arkadaşımız M.Şehmus Güzel kürsüye davet edilmiştir.Adı geçen konuşmasında daha ziyade Nazım'ın Refik Erduran ile Türkiye'den kaçışı, bunun sebebleri ve yurt dışında ki yaşamı ve Fransa ile olan ilişkileri üzerinde durmuş ve bu bilgilerle ilgili kaynaklar göstermiştir.
M.Şehmus Güzel konuşması sonunda soruları cevaplandırmış ve özellikle bana hitap ederek benim herhangi bir sorum olup olmadığını sormuştur.
10- Konuşmaların hiçbir bölümünde halklar,Ermeni veya Kürt meseleleri gündeme gelmemiştir.
11-Toplantı bitiminde hafif bir kokteyl verilmiştir.

Bendeniz bu eylemde herhangi bir rahatsız olma durumuyla karşılaşmamanın verdiği neşe ve huzurla kendime ait olan evime avdet etmişimdir.
Saygıyla arzolunur.

Paris Temsilcisi
Cengiz Özkan
*

Sevgili Cengiz ÖZKAN..
Degerli Paris temsilcimiz..

Pariste yapılan..
Büyük Şairimizin 107 nci yaş..
Kutlamalarına katılman...
Ve bize ayrıntıları ile..
Bu güzel etkinlik hakkında ..ve bilgiler vermen..
Bizi çok memnun etmiştir..
Hepimiz sana çok teşekkür ediyoruz..

Ayrıca..
Mülkiyeden arkadaşımız olan..
Şehmuz GÜZEL'in
Nazım Hikmet ..Sevgisinden..
Ve..
Yurtseverligi konusundaki.. duyarlıgından dolayı..
Kendisini kutluyoruz..ı..
Ve..
Bu yoldaki gayretlerini destekliyoruz..
Başarılarılarının devamını diliyoruz..
Dümende ve başaltlarında insanlar vardı ki..
bunlar..
uzun egri burunlu..
Ve konuşmayı şehvetle seven insanlarda ki..
Sırtı lacivert hamsilerin ve mısır ekmeginin zaferi için..
Hiç kimseden hiçbirşey beklemeksizin..
Bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler..

N.HİKMET... 939 İstanbul Tevkifhanesi..
940 Çankırı Hapishanesi..
941 Bursa Hapishanesi..

Evet.. degerli dostlarımız....
Fransada ve Pariste öyle insanlar vardıki..
bunlar..
İnsan sevgisinin..
yurt sevgisinin
ve Nazım hikmet sevgisinin...
zaferi için..
Hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin..
Bir şiir söyler gibi ölebilirdiler..

Birkaç iyi insanın... gönülden gayreti ile..
yurt sınırları dışına taşınan..
Çok önemli...
Anlamlı ..
Bir şehir olan Pariste..
gerçekleştirilen
Bu Nazım Hikmet etkinligine..
Katkıda bulunanlara..,
Bu toplantıya katılanlara..
Saygılarımızı sunuyoruz..

Mekan DEMİRKAYA..
Sermuharrir..
19.1.2009
*

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder